Son 15 gün içinde ABD Başkanı Donald Trump’ın federe eyaletler ve şehir yönetimleriyle yaşadığı gerginliklere ve ABD’nin diğer ülkelerle olan inişli çıkışlı diyaloglarına tanıklık ettik.
Demokrat-Cumhuriyetçi Gerginliği
Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te göreve başlamasından bu yana muhalifleriyle olan en sıcak karşılaşmasını Haziran ayında Los Angeles şehrinde patlak veren gösterilerde gözlemlemiştik. Özellikle yasa dışı göçmen hususunda taraflar arasındaki kızışma artarken bu durum, federal yönetim ile eyaletler arasında açıktan karşı karşıya gelmeyle sonuçlanabiliyor.
Nasıl ki 2024 yılında Demokrat hükümetin sınır politikalarına karşı kendi yöntemlerini uygulayan Cumhuriyetçi Teksas Valiliğini konuştuysak bugün de çeşitli sebeplerle Demokrat valilikler ve belediyeler, Cumhuriyetçi hükümetle karşı karşıya geliyor. Bu durumun en bariz örneğini Los Angeles’taki protestolar esnasında Kaliforniya Valisi Gavin Newsom ile Donald Trump’ın laf atışmasında ve eyaletlerin kongre haritalarının değiştirilmesinde görmüştük.
Şimdi de son 1 aydır başkent Washington D.C.’de görev yapan ulusal muhafızların meşruiyeti tartışılıyor. Washington D.C. kenti seçmeninin ekseriyetinde bariz bir Demokrat Parti desteği var. Örneğin son başkanlık seçimlerinde Demokrat aday Kamala Harris bu şehirdeki seçmenden %90 bandında bir oy almıştı. 2022’deki yerel seçimlerde de Demokrat aday Muriel Bowser %75’e yaklaşan bir oy oranı ile belediye başkanı seçilmişti.
Donald Trump’ın -Los Angeles’ta olduğu gibi- Washington D.C.’de güvenlik kaygıları gerekçesiyle ulusal muhafızları görevlendirmesi, yerel yönetim ile hükümet arasında polemik sebebi oldu. Diğer eyaletlerden ayrı özel bir statüsü olan başkent D.C.’nin Belediye Başkanı Muriel Browser, Beyaz Saray’ın bu hamlesinden son derece memnuniyetsiz olduğunu dile getirmekle beraber Gavin Newsom’ın aksine Başkan ile daha az zıtlaşıyor.
Başsavcı Brian Schwalb ise çoğunluğu eyalet dışından gelen bu ulusal muhafızlar aleyhine dava açan isim oldu. Şehirdeki göçmenlere göz açtırmayan ulusal muhafızların varlığı, Schwalb’a göre şehrin özerkliğini zedeliyor. Bölgenin egemenliğinin zedelenmesinin hukuki açıdan bir problem yarattığını düşünen başsavcı bu konuda Trump’a karşı cesur hareket ediyor.
Eylül ayı içinde şehirdeki görev süresinin dolması beklenen ulusal muhafızların görev süresinin 30 Kasım’a kadar uzatılması ise Beyaz Saray’ın “Şehirdeki bu olağanüstü durumun suç oranını azalttığını ve şehirde yasal şekilde bulunan insanların güvenliğini sağladığını” iddia etmesiyle paralel bir karar olarak görünüyor.
Illinois eyaletinde de D.C.’deki ile benzer bir durum söz konusu. Donald Trump’ın en çok polemiğe girdiği iki Demokrat vali olan Gavin Newsom (Kaliforniya) ve Jay Robert Pritzker (Illinois), aynı zamanda 2028’deki başkanlık seçimlerinde aday olma ihtimalleri yüksek olan isimler olmaları sebebiyle hedefte. Los Angeles’ta ulusal muhafız kartını oynayan Trump, Illinois’da bulunan Chicago kentini sosyal medyadan aşağılayıcı sözlerle itham ettikten sonra bu şehirde de ulusal muhafızlara ihtiyaç olduğunu öne sürdü. Şehirdeki göçmen hareketlerinden rahatsızlık duyan federal yönetimin, muhafız görevlendirme kararını Meksika’nın Bağımsızlık Günü olan 16 Eylül’de alacağı tahmin ediliyor. Göçmenlik ve gümrük muhafaza (ICE) birliklerinin Chicago’da 16 Eylül’deki kutlamaları yakın markaja alacağı dillendiriliyor.
Ülke genelindeki bu “sıkı” yönetim halinin ne zamana kadar devam edeceği şimdilik meçhul ancak Demokratların beklentisi seneye ara seçimlerden sonra Trump’ın rahat hareket edemeyeceği yönünde. Nitekim Kongredeki olası bir zafer yalnızca Demokratların elini rahatlatmakla kalmayacak belki de 2019’daki gibi Başkan üzerinde bir azil sürecinin başlamasına imkan tanıyacak.
Önümüzdeki Kasım ayında onlarca şehirde düzenlenecek olan yerel seçimler içerisinde yarışın en heyecanlı geçeceği şehrin New York olduğundan Haziran-Temmuz 2025 Bülteni’nde bahsetmiştim. Demokrat aday Zohran Mamdani, Netanyahu karşıtı bir söylem ve alternatif sol çözüm arayışlarıyla ülkenin de gündemine girmeyi başarmıştı. Bizzat Trump’ın geçmişte ağır sözlerle hedef aldığı Mamdani, 14 Eylül’de partidaşı olan New York Eyalet Valisi Kathy Hochul’un da onayını aldı.
Şehirde önceki seçimlere kıyasla daha fazla adayın yarışması, bilhassa Demokrat kökenli bağımsız adaylar Andrew Cuomo ve Eric Adams’ın varlığı, Mamdani için istenmeyen bir durum olsa da mağlubiyet ihtimali oldukça zayıf. Parti içindeki geleneksel müttefikleri Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio Cortez ile Eylül ayı içinde birlikte Brooklyn College’de bir konferans düzenleyen Mamdani, Trump’ın bir diğer aday olan Cuomo’yu desteklediğini iddia ediyor. Chicago, Los Angeles ve Washington D.C.’deki ulusal muhafız gündeminin New York şehrine de sıçrama riskine dikkat çekmekle birlikte Cuomo’nun seçilmesi halinde Trump ile bu noktada işbirliği yapacağını ima ediyor. 50 gün sonra kuvvetle muhtemel bir Mamdani galibiyeti göreceğiz.
Karayipler Isınıyor
Resmen kabul edilmesi için Kongrenin onayına muhtaç olsa da Başkan Trump tarafından 5 Eylül’de imzalanan kararnameye göre 2. Dünya Savaşı’nın ardından ilk defa bir “Savaş Bakanlığından” söz etmeye başladık. Merkez binası Pentagon olan Savunma Bakanlığının adını Savaş Bakanlığı olarak değiştirme fikri, dünyanın mevcut koşullarının bir sonucu olarak görülüyor. Kamuoyunda çokça tartışılan ve göreve başlamadan önce Senatoda yalnızca 1 oy fark ile seçilebilen bir isim olan Pete Hegseth’in Savaş Bakanı olacak olması bir yana, bu değişimin parasal maliyeti de oldukça fazla.
İronik biçimde Nobel Barış Ödülü’nün peşinde olan ve barış vaatleriyle iktidara gelen Trump’ın böyle bir adımı Çin’deki askeri geçit töreninin hemen ardından atması bir tesadüf gibi görünmezken bir başka hasım ülke olan Venezuela ile de ilişkiler iyice gerilmiş durumda. Maduro yönetimiyle öteden beri anlaşmazlıklar yaşayan Washington, Trump’ın ikinci döneminde de Venezuela ile gerginlik halinde. Geçtiğimiz ay uyuşturucu kartelleriyle mücadele gerekçesi ile Güney Amerika açıklarında konuşlandırılan savaş gemilerinin varlığı, iki ülke arasında tansiyonun yükselmesine sebep olmuştu. Venezuela Dışişleri Bakanlığının, ABD gemilerinin Venezuela civarındaki balıkçılık faaliyetlerini engellemesinden ötürü ABD’ye uyarıda bulunması gerilimi iyice tırmandırdı.
Trump’ın kendi kabinesini oluştururken Dışişleri için Marco Rubio gibi şahin Venezuela karşıtı bir ismi tercih etmesi de bazı olayların habercisiydi. 15 Eylül’de yaptığı basın açıklamasında Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu arkasında bir “suç şebekesi” olmakla itham eden Rubio, uyuşturucu kartellerinin destekçisi olarak Maduro’yu işaret ediyor. Yarımküredeki uyuşturucu probleminin ana kaynağı olarak Venezuela yönetiminin işaret edilmesi, ABD’nin bu işi ciddiye aldığını da gösteriyor.
Trump’tan NATO’ya Ültimatom
Eylül ayının ikinci haftasında NATO müttefiklerine mektup gönderen Trump, ABD’nin Rusya’ya “büyük” yaptırımlar uygulaması için diğer tüm NATO ülkelerinin Rusya’dan petrol almayı durdurmasını şart koştu. Yine -kendi yaptığının bir benzeri olarak- Avrupalı müttefiklerine Çin’e karşı gümrük vergilerini yükseltme çağrısında bulundu.
Rusya’dan petrol ithal ettiği gerekçesiyle Hindistan’a da ek %50 gümrük vergisi koyan Trump, NATO müttefiklerine gönderdiği mektupta Hindistan ile olan ticareti dile getirmedi. CNN’de bunun sebebi olarak Avrupa Birliği’nin halihazırda Hindistan ile bir ticaret anlaşması müzakerelerini tamamlamak üzere olması gösterildi.
Trump her ne kadar odak noktasını Çin’e çevirmek istese de Rusya faktörü Avrupa için bir ölüm kalım meselesi. Geçtiğimiz günlerde Rusya İHA’larının Polonya hava sahasını ihlal etmesi bu durumun en net göstergelerinden biri. Hem AB hem de NATO üyesi olmasına rağmen Rusya’nın taciz uçuşlarına tahammül etmek zorunda kalan Polonya, Rusya’nın psikolojik saldırısı altında. Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski, Rusya hakkında ağır konuşurken genelde iyimser bir tablo çizmeyi tercih etti. Sikorski “Putin’in Polonya-Ukrayna ittifakını daha da güçlendirdiğini” söyledi. Varşova Yönetimi, NATO Antlaşmasının üyeler arası istişareyi öngören 4. maddesinin aktive edilmesi talebinde bulunurken Ukrayna’da bir “uçuşa yasak bölge” ilan edilmesi ihtimali de seçenekler arasında.
Putin’in giderek artan saldırıları Trump üzerinde adeta bir sabır testi misali. Trump’ın sabrının ne zaman ve nerede taşacağı merak konusu, ancak şu bir gerçek ki NATO’nun doğu kanadının alacağı ciddi bir hasar, ABD’nin Pasifik coğrafyasına odağını artırmasını da hayli geciktirecektir. Çıkarları halen büyük oranda paralel olan Avrupa ve ABD; Rusya’ya karşı öyle veya böyle, daha fazla geç kalmadan ortak somut bir formül üretmek zorundadır.