Rapor Yazarları
Selim Yıldırım / TOBB ETÜ Doktora Öğrencisi
Miray Akçay / GreenYouth Proje Sorumlusu
Ceren Civlan / GreenYouth Proje Sorumlusu
Ufuk Karaca / GreenYouth Proje Sorumlusu
[voiserPlayer]
Birleşik Krallık’ın liderliğinde Glasgow’da düzenlenen ve büyük bir ilgiyle takip edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı (COP26) sona erdi. Beklentilerin oldukça yüksek tutulduğu fakat hedeflere erişme düzeyinin aynı ölçüde olmadığı yönünde genel bir kanı hâkim. Bunun çeşitli sebepleri olsa da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında sağlam bir müzakere zemininin oluşturulamaması ve etkin bir iletişimin sağlanamaması öne çıkan faktörler. Öte yandan, Taraflar Konferansı’nı başarılı veya başarısız olarak tartışmak doğru bir tutum değil; zira önemli olanın iki haftalık bir zirve olmasından ziyade etki kapasitesinin ne boyutta olduğu, ülkeleri küresel bir hedef doğrultusunda politika geliştirmelerini sağlayıp sağlayamadığı asıl odaklanılması gereken noktalardır. Bu açıdan bakıldığında ise COP26’nın göreceli durumunu ele almak daha analitik bir duruş benimsenmesine katkıda bulunacaktır.
COP26, zirvenin sonunda “Glasgow İklim Paktı” başlığı altında somut ve gerçekçi bir katkı sundu. Somut, çünkü önceki yıllara göre netleştirilmiş konular var; gerçekçi, çünkü müzakereler boyunca çözüme kavuşturulamayan meseleler net bir şekilde ayrıştırıldı. Örneğin, Paris’in kural kitabının tamamlanması, 1.5 derecenin netleştirilmesi, kömür ve fosil yakıtların ilk kez istenmeyen enerji kaynağı ilan edilmesi somut adımlarken; kayıp ve hasar mekanizmasının uzlaşıdan uzak kalması, finans taahhüdünün muğlak kalması da çözülememesi itibariyle gerçekçi bir neticedir. Yani uluslararası sistemin iklim direnci oluşturması konusunda Taraflar Konferansı bir katalizör görevi görse de amacı bir “devrim” yapmak değildir ve bu farkın iyi anlaşılması gerekir.
Eğer Taraflar Konferansı iklim üzerine kurulmuş diplomatik bir organizasyon olarak tanımlanır ve buradan uluslararası etki beklenirse, ABD ve Çin’in irade koymadığı ve iş birliği yapmadığı bir iklim rejimini tasavvur etmek oldukça zor olacaktır. Glasgow, bu argümanı destekler nitelikte gelişmelere sahne oldu. Her ne kadar iki ülke çoğu mesele de görüldüğü üzere küresel rakip olarak anılsa da son oturumdan üç gün önce yapılan toplantıda karbon emisyonlarını düşürme hedefi için iş birliği yapacaklarını duyurdu. Bu iki ülkenin karbon emisyonlarında en yüksek paydayı ellerinde tuttuğu düşünüldüğünde yapılan açıklamanın önemi daha da artmaktadır.
İklim değişikliği ile mücadelede elbette devletlerin iş birliği ve yol göstericiliği elzemdir. Öte yandan, özel sektörün, sivil toplum örgütlerinin ve bireysel bilinçlenmenin bu sürece katkısı göz ardı edilmemelidir. Küresel borçlanma kapasitesinin artık tarihi rekorlar kırdığı ve Covid-19 salgını sonrası ciddi zarar gören ulusal ekonomiler sonrası devletlerin yeşil bir dönüşümü tek aktör olarak gerçekleştirme kapasitesi düşüktür. Bu bağlamda, sürdürülebilir kalkınmanın bütüncül hedefler doğrultusunda geliştirilebilmesi için tüm aktörlerin dahil edildiği kapsayıcı bir plan geliştirilmelidir. COP26 bu vizyonu belirleme açısından önemli bir performans sergilemiştir. En azından, kamu ve özel kuruluşların çevreye duyarlı, sürdürülebilir ve adil dönüşümü gözeten bir anlayışla önümüzdeki yarım asrı planladığı bu Taraflar Konferansı’nda görülmüş oldu.
COP26 Glasgow, iklim değişikliğinin geleceğini görmemiz için önemli bir katkıda bulunmuştur. Paris Anlaşması’nın kural kitabı oluşmuş, 1,5 derece hedefi yinelenmiş, fosil yakıtlar meşru görülmekten uzaklaşmıştır. Ayrıca, emisyonların düşürülmesine yönelik ulusal katkı beyanlarının güncellenmesi, iklim değişikliğinden doğrudan etkilenenler için bir adaptasyon projeksiyonu planlanması, finans ve teknoloji transferi üzerine tartışma zemininin oluşması Mısır’da düzenlenecek sıradaki COP27 için önem arz etmektedir. Taraflar Konferansı inşa edilen bir süreçtir; her zirvenin ayrı odak noktası olsa da hasıl olan yegâne amaç iklim direnci oluşturmaktır. Her ne kadar uluslar üstü bir mesele olarak gündeme gelse de devletlerin kendi sınırları içinde edindikleri egemen kimliklerinden bir anda arınıp aksiyon almalarını beklemek mümkün değildir. Yine de Taraflar Konferansı iklim direncini oluşturmak adına güvenilebilecek ve üzerine uğraş verilmesi gereken tek oluşumdur.
Kömür ve Fosil Yakıtlar
COP26 tasarlanırken kömür ve fosil yakıtların tartışmalardaki yerinin incelikle seçildiği gözlemlenebilir. Sanayi Devrimi’nin başladığı ülkede kömürün üretim zincirinden koparılması ironi içerse de 1.5C derece hedefleri ve karbon nötr dünyada yerinin olmadığı ilk kez bir Taraflar Konferansı’nda dile getirildi. Bu minvalde, IPCC raporlarında en acil karar olarak belirtilen kömürden çıkış artık her ülkenin katkı beyanlarının rotasını belirleyecek, enerji dönüşümü için de önemli bir gösterge olacak. Müzakerelerin son günlerinde “phase-out” (çıkış) yerine “phase-down” (azaltım) teriminin kullanılması bir hayal kırıklığı yaratsa da ilk kez kömürün bir Taraflar Konferansı’nda tartışılması bardağın dolu tarafı olarak görülebilir. Bununla birlikte, karbon emisyonlarında ciddi bir paya sahip olan Hindistan’ın bu müzakerelerde etkin rol oynayıp “farklılaştırılmış” yöntemleri Glasgow İklim Paktı’na eklettirmesi kömürden çıkış çabalarını bir mânada sulandırdığı yönünde görüşlere neden oldu.
Kömür yaklaşımı bu zirvenin iklim değişikliği mücadelesine önemli bir katkısı olsa da petrol ve doğalgazın hâlâ tartışmaya dahil edilmemesi önemli bir meseledir. Uluslararası fosil yakıt şirketleri ve OECD temsilcilerinin de büyük ilgi gösterdiği COP26’da, bu temsilciler “fosil yakıtlardan vazgeçmeden de iklim değişikliğiyle mücadelenin mümkün olduğunu” savundular. Karbon yakalama teknolojilerinin geliştirilmesi, ek kaynakların oluşturulmasını dile getiren bu temsilciler, yenilenebilir enerji yatırımlarını dolaylı olarak engellemektedir. 2030 yılına kadar yenilenebilir enerji dönüşümü için yıllık 4 trilyon dolar gibi bir yatırıma ihtiyaç duyulduğu düşünülürse bu sürecin ne kadar kritik olduğu anlaşılabilir. Bu yüzden, kaynakların mobilizasyonu meselesi önümüzdeki konferanslarda da gündemi doldurması muhtemeldir. Bu minvalde, Glasgow’da metan gazının gelecekteki yerinin tartışılması önemlidir. Çünkü, doksanlı yıllarda fosil yakıtların tartışılmaya başlanması ve bugün kömürden çıkış için adımların atılması Taraflar Konferansı’nın işleyen bir mekanizması olduğunu göstermektedir.
İklim Finansı
26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın önde gelen başlıklarından biri olan finans gündemi geniş kesimlerde büyük bir etki meydana getirdi.
Beklentiler ve Taahhütler
Geçmiş yıllarda verilmiş olan taahhütlerin ışığında, iklim krizi ile mücadele edebilmeyi ve gelişmekte olan ülkelerin kırılganlığını azaltarak geçiş sürecini en kapsayıcı ve en adil yolla sağlamayı amaçlayan 100 Milyar dolarlık İklim Fonu, COP26 çerçevesinde ele alınan ve tartışmalara yol açan başlıca konulardan biri oldu.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği olumsuzluklarla mücadele edebilmesine katkı sağlamak amacıyla, gelişmiş ülkeler tarafından taahhüt edilen finansmanın tam anlamıyla sağlanamaması yetkililer tarafından ‘’büyük bir hayal kırıklığı’’ olarak nitelendirdi.
İklim Krizi ile mücadelede kırılgan bir yapıya sahip ve gelişmiş ülkelere kıyasla karbon emisyonuna en az sebebiyet veren gelişmekte olan ülkeler, iklim fonunun gecikmesine dair karar alıcılara ve siyasetçilere yönelik zirve boyunca diplomatik müzakerelerde bulundu. Pasifik Bölge Çevre Programı Sekreteri Tagaloa Cooper, ”Hayatta kalmak için müzakere ediyoruz.” diyerek durumun ciddiyetini bir kez daha vurguladı. Aşırı hava olaylarından kaynaklanan kayıpları önleyebilmek ve toplumların iklim değişikliğine karşı dayanıklılıklarını artırabilmek için tüm aktörlerin elini taşın altına koyması ve sözlerini yerine getirmesi şart. Gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirmemesi ise küresel çapta bir güvensizlik ortamı oluşturmaktadır.
COP26 Sonrası Olası Dönüşümler
Gelişmiş ülkeler tarafından 2009 yılında taahhüt edilen iklim fonuna ek olarak, tüm alanlarda, iklim krizi ile mücadeleye yönelik çalışmaların nasıl finanse edileceği büyük önem taşımaktadır.
Dünya Liderler Zirvesi’nde, aralarında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Çin, Hindistan, AB ve Türkiye’nin de bulunduğu 40’tan fazla ülke, 2030’dan önce Paris Anlaşması’nın hedeflerini yerine getirebilmek için, temiz teknolojilerin ve sürdürülebilir çözümlerin sağlanması doğrultusunda birlikte harekete geçme vaadinde bulundu ve ”Atılım Gündemi- Breakthrough Agenda” bu minvalde başlatıldı.
Atılım Planı’nda yer alan kategoriler çerçevesinde, adil ve kapsayıcı bir dönüşüm gerçekleştirilmesi için tüm aktörlerin katılımı büyük önem arz etmektedir. Bu doğrultuda, uluslararası toplumun beklentilerini karşılayabilmek için, yeni iş kollarının finansmanın sağlanması oldukça kritik. Süreci kapsayıcı kılabilmek ve ”insana yakışır iş ve ekonomi büyüme” hedefini etkin kılabilmek adına bu alana yönelik planların finanse edilmesi ve adil dönüşüm çalışmalarının desteklenmesi yoluyla iklim değişikliğine dayanıklı, karbon-nötr ekonomilere geçişin teşvik edilmesi gerekmekte. Bu çerçevede, Kanada ve Birleşik Krallık gibi ülkelerin yanı sıra, aralarında Avrupa Yatırım Bankasının (EIB) da bulunduğu bir grup finans kuruluşu, bu süreçte, fosil yakıtlara aktarılacak yatırımlarını sonlandıracaklarını taahhüt ederek temiz enerjiye geçişi destekleyecekleri vurgusu yaptılar. Temiz enerji, yeşil çelik ve sürdürülebilir tarımın sağlanacak fonlar aracılığıyla desteklenmesi ile 20 milyonu aşkın yeni iş kolunun oluşması öngörülmektedir.
Bu konu ile ilintili olarak, önde gelen 14 sendika bir araya gelerek bir açıklamada bulundular. Geçiş süreci ile ilgili endişelerini dile getiren sendikalar, dönüşümün sorunsuz ve mağduriyete yol açmadan gerçekleşmesi için sürece etkin katılımlarının öneminin altını çizdi. Şüphesiz ki enerji dönüşümü sürdürülebilir kalkınmanın en kritik sınamalarından biri olacak; ancak adil dönüşüm ilkelerini sağlamak bu sürecin başlıca göz önünde bulundurulması gereken konulardan biri.
COP26 Başkanı Alok Sharma, 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı için ”Başarısızlık diyemeyiz; ancak kırılgan bir başarı” sözleri ile tüm beklentilerin karşılanmadığına dikkat çekti. Diğer taraftan, fosil yakıtlar hususunda aktörler tarafından verilen sözler ise umut vericidir.
Gelişmiş Ülkelerden Beklentiler
Gelişmekte olan ülkeler, ekonomik ve çevresel bakımdan, iklim krizinden büyük ölçüde etkilenmektedir. Bu noktada, gelişmiş ülkelerin aksiyon alması oldukça mühim. Tüm olumsuzluklara rağmen, devletlerin bir takım umut verici söylemlerde bulunduğundan bahsetmek de mümkün. Geçtiğimiz aylarda, Çin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, kömürlü termik santral yatırımlarını durduracağını ifade etti. Ek olarak, İngiltere de yurt dışı fosil yakıt finansmanlarını durduracağı vaadinde bulundu. Bu taahhütler ve gelişmiş ülkelerin finansmanlarını temiz enerjiye aktarmaları kömürün sınırlandırılması ve dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerin dönüşümü bakımından da büyük önem arz etmektedir.
İngiltere Maliye Bakanı Rishi Sunak, COP26 İklim Zirvesi’nde gerçekleştirdiği konuşmasında, net sıfır hedefi ile uyumlu olarak, ”İngiltere’nin küresel finans merkezi” olmasını hedeflediklerini ifade etti ve akabinde bu dönüşümü sağlamak için şirketler ve finans kuruluşlarına bir takım yeni kurallar belirleyecek bir heyet oluşturulacağı duyuruldu. Dahası, İngiltere 100 milyon sterlin değerinde yeni bir fon oluşturacağını ifade etti ve ek olarak gelişmekte olan ülkelere bir destek paketi oluşturarak 576 milyon sterlin taahhüt etti.
Elektrik üretiminin yaklaşık %90’ını kömür madeninden sağlayan ve yaydığı sera gazı emisyonu nedeniyle çevreyi büyük ölçüde kirleten Güney Afrika’nın kömürden çıkışı için ise 8,5 milyar dolarlık bir destek paketi oluşturuldu. ABD, İngiltere ve AB tarafından sağlanacak finansman ile Güney Afrika’nın kömürden çıkışının hızlandırılması ve böylece diğer ülkeler için de bir emsal oluşturması hedeflenmekte. Türkiye’nin net-sıfır hedefine ulaşabilmesi için sistemli bir planlama yapılması halinde, Güney Afrika örneğinde görüldüğü gibi, çeşitli fon aktarımlarının sağlanması olası bir durum.
En nihayetinde, her ne kadar devlet liderleri, finans kuruluşları ve karar alıcılar yapıcı vaatlerde bulunmuş olsalar da daha önce yerine getirilmeyen taahhütler göz önünde bulundurulduğunda, gerçekçi olmakta ve süreçte tüm aktörlerin dahili ile beklentilerin karşılanması için talepte bulunmakta faydalı olacaktır.
Glasgow Net Sıfır Mali İttifakı “GFANZ”
”Glasgow Net Sıfır Mali İttifakı” ile, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik olarak, dünyanın önde gelen finans şirketleri net sıfır emisyon hedefiyle uyumlu hale gelme sözünde bulundular. 450 tane seçkin sigorta şirketi ve bankanın bir araya gelmesi ile oluşturulan GFANZ, COP26’nın en büyük başarılarından biri olarak gösterilmekte. Yaklaşık olarak 130 trilyon dolar finansmana sahip olan bu kuruluşların 2050 yılına kadar net-sıfır olma vaadinde bulunmaları, COP26 çerçevesinde atılmış önemli bir adım olarak nitelendirildi. Bu noktada, net sıfır mali ittifakına taraf olan dört yüzü aşkın finans kuruluşunun iklim krizini şiddetlendirecek yatırımlara para aktarmayacak olmaları 1,5 derece hedefine ulaşma bağlamında gelecek vaat etmektedir. Güncel olarak, bu kuruluşlardan yalnızca üçte ikisinin net sıfır yatırımlar ile uyumluğu olduğu belirtildi; fakat GFANZ Danışma Komitesi Üyesi Mark Campanale’nin ”130 milyar dolarlık kaynağın uyumlu hale getirilmesi” hedefine dair açıklaması bizlere paranın ve finansmanın yönünün değişmekte olduğuna dair somut bir gerçeklik sunmaktadır.
Zirve Sonrasına Dair Uluslararası Toplumun Vaatleri ve Beklentileri
COP26’nın bir takım yapıcı çözümlerin ortaya konduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Günün sonunda çeşitli alanlarda iklim krizinin etkileriyle mücadelenin sağlanabilmesi için gündemlere, taahhütlere ve girişimlere sahne oldu. COP26’dan elimizde somut gelişmelerle ayrılmamış olsak da pek tabii, oldukça güçlü ve yapıcı kararlar alındığını söylemek mümkün. Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerin finans özelindeki vaatleri ve eylem planları umut verici olmasına karşın, 100 milyar dolarlık iklim finansmanı taahhüdünün 2023 yılına dek tam anlamıyla sağlanamayacak olması memnuniyetsizliğe yol açtı. Paris merkezli Sürdürülebilir Kalkınma ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Araştırmacısı David Levai, bu konuya ilişkin görüşlerini, ”Gelişmiş ülkelerin aksayan taahhütleri nedeniyle temiz enerji dönüşümü hızlanmak yerine yavaşlıyor ve bu yavaşlama az gelişmiş ülkelerde güvensizlik hissini artırıyor.” şeklinde ifade etti. Verilen tüm sözlerin yerine getirilmesi durumunda dahi dünya 2 derecelik bir sıcaklık artışının beraberinde getireceği felaketlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
Gezegenimiz İçin Teknolojiler (Tech For Our Planet)
COP26 öncesinde başlatılan Gezegenimiz için Teknolojiler (Tech For Our Planet) programı ile, net sıfır hedefine ulaşmada büyük katkı sağlayabileceğine inanılan girişimlere gelişme ve gösterim imkanları sunuldu. Program kapsamında, katılımcı girişimlerden 5 temel alanda sürdürülebilirlik çözümleri sunmaları istendi:
- Evlerde Sürdürülebilirlik (Sorumlu Tüketim Teknolojileri)
- Tabaklarımızda Sürdürülebilirlik (Sürdürülebilir Tarım ve Atık Yönetimi)
- Akıllı Düşünüm (Akıllı Enerji Şebeke Çözümleri)
- Toplulukları Harekete Geçirme (Katılımcılığı Destekleyen Teknolojiler)
- Yeşil Finans (Finansal Servislerde Sürdürülebilirlik)
Bu noktada, özellikle yapay zekâ ve nesnelerin interneti çözümlerini güçlü bir şekilde kullanan girişimler öne çıkarak COP26’da sunum yapma şansını yakaladılar. Tüm girişimleri görmek için: Tech For Our Planet – Together For Our Planet
Glasgow Atılımı
Zirvenin büyük bir kısmında büyük sözlerden çekinen Çin Halk Cumhuriyeti’nin, Hindistan, ABD ve AB gibi taraflarla birlikte sunduğu plan ile dünya ekonomisinin %70’inden fazlasını oluşturan imzacılar yeşil teknolojiler için rekabetçi marketler oluşturmak için ortaklık yapacaklar.
İlk başta beş alana odaklanacak olan planın (çelik, karayolu ulaşımı, tarım, hidrojen ve elektrik), bu alanlarda çalışan girişimler için trilyon dolarlarca özel sektör fonlamasına önayak olması umulmakta. Bu fonlamanın yeşil girişimler özelinde ilerlemeye büyük katkı sunacağı kesin olsa da sunulan sözleri tutma konusunda sabıkalı olan dünya ekonomilerinin gerçek eylem düzeyinde ne kadar ortaklık yapacaklarını zaman gösterecek.
Zira, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından yayınlanan 386 sayfalık World Energy Outlook raporu, 2050 yılına kadar net sıfır hedefine ulaşmak isteniyorsa, yıllık temiz enerji yatırımlarının 2030 yılına kadar 4 trilyon dolar düzeyine çıkması gerektiğini ortaya koymakta. 2016-2020 yılları arası yıllık ortalama ise yaklaşık 1 trilyon düzeyinde.
Zirve Sonrasında Uluslararası İşletmeler ve Yatırımcıları Neler Bekliyor?
Sözler, öneriler, raporlar ve anlaşmaların ötesinde; COP26 bir noktayı çok net bir şekilde ortaya koydu: net-sıfır prensipleri, iş dünyasının geleceği.
Bunun bu kadar net bir şekilde belirtilmesinde birçok etken olsa da temel başlıkları talep ile rekabet ve politika olarak ikiye ayırmak gerekmekte.
Rekabet ve Politika
Finansal sözlerden regülasyon taslaklarına kadar birçok alanda iş birliklerine şahit olan COP26’da, özellikle dünya çapındaki aşılama kampanyaları sürecinde ülkeler arası hararetle tartışılan bir konu arka planda kaldı: teknoloji paylaşımı. Avrupa ülkeleri, Güney Afrika’da yeşil enerji teknolojilerini fonlama sözlerini verirken, teknik gelişim ve teknoloji paylaşımı konusunda ise nispeten çekimserlerdi. Aynı tutum, yeşil çelik üretiminden bahsederken de kolayca gözlemlenebilirdi.
Örneğin, bir zamanlar dünya lideri olduğu Solar Panel sektöründe Çinli şirketler tarafından küçük balık haline getirilen Almanya, yeşil çelik üretimi konusuna gelindiğinde Avrupa pazarında yerel oyuncuları koruma konusunda birçok farklı yaklaşım sundu.
Geleceğin ekonomisinin en önemli kalemlerinden biri olacak yeşil teknolojiler konusunda, ülkelerin zirvedeki yaklaşımları rekabetin önümüzdeki günlerde giderek kızışacağını göstermekte. Bu bağlamda, özellikle bölgelerindeki umut vadeden oyuncuları küresel pazarda öne çıkarmak için Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi büyük aktörlerin iç pazarda bu sektörlere sunacakları desteklerde kayda değer büyümeye gideceklerini ön görmek mümkün. Aynı şekilde, varolan yapılarını net-sıfır hedefiyle dönüştürmek isteyen şirketler de önümüzdeki günlerde artan miktarlarda destekler bekleyebilirler.
Talep
Son nüfus sayımına göre 600,000’e yakın bir nüfusu olan Glasgow’daki COP26 süresince iklim krizi protestolarına katılanların sayısının 100,000’i aşkın olduğu tahmin ediliyor. Çoğunluğu genç kesimden oluşan protestocuların sesi bir noktayı ortaya koyuyor: yönetim ve serveti elinde tutan jenerasyon değiştiğinde, net-sıfırı içselleştirmemiş, sürdürülebilirlik ilkelerini benimsememiş şirketler ciddi bir şekilde eleştirilecektir.
2000’li yılların başında petrol sahalarında protesto yapan birkaç yüz gönüllüden yüz binleri pandemi döneminde dahi bir araya toplayabilen bir güce dönüşen iklim hareketinin daha da hızlanarak büyüyeceğini görmek zor değil. Yarının müşterilerinin taleplerini karşılamak isteyen işletmeler, bu talebi görmezden gelemeyeceklerdir.
Pek tabii, kitle talebinin ötesinde ülke ve bölgeler özelinde oluşacak talepleri değerlendirmekte de fayda var. Zira, enerji konusundaki büyük sıçramalarını erken 2000’lerde yapan Asya ülkeleri ve sanayi devrimiyle dönüşüm geçiren Avrupalılar temiz enerjiye dönüş için çabalasa da; bir yanda da sıfırdan oluşan ve eksponansiyel olarak büyüyen bir enerji pazarı var: Afrika.
Nüfusu hızla katlanan kıta şu anda gelişmiş ülkelerin yoğunlukta olduğu bölgelere kıyasla küçük bir karbon ayak izine sahip olsa da hızla büyüyen bir enerji talebine sahip. Bu talebi karşılamakta fosil yakıtlar ve geleneksel enerji kaynaklarına cazip bir alternatif sunan oyuncuların, büyük ilerlemeler kat edecekleri aşikâr. Çin’in Bir Kuşak Bir Yol inisiyatifi gibi çalışmaların Afrika’ya daha büyük paylar veren versiyonlarını yakında görülmesi beklenmekte. Afrika’da enerji talebi hakkında daha detaylı bilgi için:
Africa Energy Outlook 2019 – Analysis – IEA
En nihayetinde, COP26’nın netleştirdiği bir gerçek varsa bu da önümüzdeki yarım asrın yeşil teknolojiler, döngüsel ekonomi, net-sıfır dönüşüm veya enerji alanlarında çalışanlar için inanılmaz ekonomik fırsatlar sunacağı. Bu fırsatların nasıl sonuçlar vereceğini ise ancak zaman gösterecek.
Sivil Toplum ve Gençlik Hareketleri Perspektifinden COP 26: Glasgow Kuzeyli Bir Yeşil Yıkama (Greenwash) Mı?
COP26 kapsamında konferans öncesinde British Council tarafından yapılan bir araştırma sonucunda hazırlanan ve 23 ülkeden 8 bin gencin iklim değişikliği ile ilgili görüş, beklenti ve isteklerini içeren ‘’Küresel Gençlik’’ mektubu yayınlanmıştı. Ancak COP26’dan çıkan sonuçlar gençliği tatmin etmedi.
Özellikle konferansın 5. Günü içlerinde İsveçli aktivist Greta Thunberg, Uganda’dan Vanessa Nakate ve Filipinler’den Mitzi Jonelle Tan gibi Fridays For Future (FFF) hareketinin öncü ve tanınan isimlerinin de yer aldığı, çoğu çocuk ve gençten oluşan 25.000 protestocu Glasgow şehir merkezinde toplandı. Protestonun amacı, COP26’ya katılan liderlere iklim krizine karşı daha etkili ve hızlı aksiyon almaları için çağrı yapmaktı. Thunberg, COP26’yı ‘’Başarısızlık ve bir PR çalışması’’ olarak nitelendirdi ve dünya liderlerini, kendilerine fayda sağlamak için yasal boşluklar yaratmak ve ‘’bu yıkıcı sistemden kar etmeye devam etmek’’ ile suçladı. Thunberg, COP26’yı artık bir iklim konferansı olmamak ile nitelendirdi. Konferansın artık bir küresel bir kuzey yeşil yıkama (greenwash) festivaline dönüştüğünü ve her zamanki gibi iki haftalık bir iş kutlaması olduğunu belirtti.
Oxfam tarafından yapılan bir araştırma da yaşanan bu protestoların kaynağını gösterir nitelikte. Gelişmiş Kuzey ülkelerinde yaşayan yıllık 148.878 Euro gelire sahip kesimin 2030’da küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlama hedefine ulaşmak için olması gerekenden 30 kat daha fazla karbon ayak izine sahip olduğu belirlendi. Rapora göre, bu gelir seviyesinde olan kesimin ilk yüzde 10’unda bulunan herkes, adil karbon paylarından daha fazlasını salıyor. Ayrıca, dünyanın en yoksul yüzde 50’lik kesimi ise 2030 hedeflerinin belirlediği sınırın oldukça altında karbon ayak izine sahip olacak.
“Söz Değil, Aksiyon Gerekli”
Konferansın 5. Günü, ‘’Değişim için Birleşme: Küresel Gençliğin Sesi’’ başlıklı bir oturum ile açıldı ve genç iklim liderleri de Glasgow’da liderlere ve üst düzey isimlere katıldı. 40.000’den fazla genç iklim liderinin görüşlerini temsil eden COY16 Küresel Gençlik Pozisyonu Bildirisi bakanlara, müzakerecilere ve yetkililere iletildi. Ancak genç liderlerin seslerinin tam olarak duyulmadığı ve kararlarının taslak metinde temsil edilmediği görülmektedir.
Oturumda ayrıca, COP27 öncesinde ülkelerin verdikleri taahhütlerinde gösterdikleri ilerlemeyi yeniden gözden geçirmelerini taahhüt eden ‘’Gezegenimiz İçin Öğrenin: İklim İçin Harekete Geçin’’ isimli bildiri yayınlandı.
23’ten fazla ülke, eğitim bakanları ve gençlerin bir araya gelmesiyle ulusal iklim vaatleri ortaya koydu. Bu vaatler doğrultusunda, “net sıfır okullar dahil olmak üzere ulusal iklim eğitimi taahhütleri yapmak ve iklimi ulusal müfredatlarına kalbine koymak” için 23 ülke tarafından girişimde bulunulduğu açıklandı.
İklim konusunu her seviyedeki eğitim müfredatlarına entegre etmek, gelecek için daha bilinçli ve sorumlu bireylerin yetişmesini sağlayarak, gelecekte iklim krizinin etkilerinin azaltılmasında büyük rol oynayacağı konusunda hâkim bir görüş var.
Kan Kırmızısı Kurdeleler
Zirvenin son gününde, yüzlerce global sivil toplum temsilcileri ellerinde COP26’da çoktan geçilmiş hayati sınırları temsil eden kan kırmızısı kurdelelerle COP26’nın gerçekleştiği konferans salonundan çıkıp yürüdüler. Çiftçiler, yerli halk, gençler, kadınlar, akademisyenler, sendikalar ve çevreci sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri kapıların dışındaki aktivist kalabalığından gelen tezahüratlarla karşılandılar. Bugüne kadar en geniş katılımlı iklim protestolarına tanık olan zirvede, önümüzdeki dönemlerde daha çok sivil toplum baskısının oluşturulacağı ve iklim değişikliği tartışmalarında ağırlık kazanacağı görülmektedir.
Sonuç Olarak
İklim değişikliği yaşamımızın öyle bir noktasına yerleşti ki, birbiriyle ilintili birçok problemin odağında kalarak bugün ve gelecekteki alınan her kararı bağlayıcı kılmakta. Yeryüzünde sürdürülebilir bir insan yaşamını tesis edebilmek için bugünkü üretim ve tüketim alışkanlıklarından vazgeçilmesi, sanayi devrimi öncesine göre kabul edilebilir bir sıcaklık artışının benimsenmesi gerekmekte. Bu süreç aynı zamanda modern donemde inşa edilen politik egemenlik anlayışını da sorgulatırken, sosyal olarak inşa edilen ulusal sınırları yok saymakta. Bu bağlamda, ulusal çözüm arayışlarından ziyade uluslar üstü bir mekanizmanın tesis edildiği, bireysel çözümlerin aksine kolektif bir yapı ile karar alınması kritiktir. Birleşmiş Milletler nezaretinde ilki 1995’te Berlin’de olmak üzere her yıl düzenli olarak organize edilen Taraflar Konferansı yukarıda belirtilen uluslararası niteliği sağlamaktadır. Fakat, karar alma ve uygulama süreçlerinde en azından yeterli bir uluslar üstü mekanizma geliştirememiştir.
Her şeye rağmen Taraflar Konferansı’ndan devrim niteliğinde bir sonuç beklemek organizasyonun yapısını göz ardı etmek olacaktır. Bu toplantıların, devletlerin ulusal katkı beyanlarını sunması ve küresel iş birliği için zemin hazırlaması asıl hedeftir. Her bir zirve bu minvalde iklim değişikliğine karşı bir direnç noktası oluşturabilirse bu başarı olarak sayılabilir. Fakat, iklim değişikliğinin zamana karşı verilen bir mücadele olduğu da unutulmamalıdır. Devletlerin, uluslararası örgütlerin, sivil toplumun ve bireysel katkıların bir an önce fiiliyata geçmesi elzemdir. Her yıl farklı ülkenin liderlik ettiği bu organizasyonların perspektifi de lider ülkenin yönlendirmeleri ve katkıları ile oluşuyor. Bu yıl, Birleşik Krallık’tan Alok Sharma’nın müzakereleri yönetim süreci eleştirilere maruz kaldı. İlk hafta ele alınan konuların İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin dışında kaldığına dair görüşler zirvenin hem uzamasına hem de ana hedeflerden saptırıldığına yönelik tartışmalara neden oldu. Bu bağlamda, COP26’nın finans, kömür ve fosil yakıt, kayıp ve hasar mekanizması konularında sıkıştığı birçok meselenin hâlâ çözümden uzak kaldığı görülmektedir. Bu da önümüzdeki yıl Mısır’da düzenlenecek olan COP27 için şimdiden gündem hazırlıyor. Aradaki süreçte devletler, uluslararası kurum ve kuruluşlar, sivil toplum sonraki Taraflar Konferansı’na hazırlanarak, eksik kalan müzakereler için uygun tartışma zemini hazırlamaktadırlar. Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı bir süreçtir, sonuç değil.