Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (25-31 Ocak)
[voiserPlayer]
Bu hafta dünyada neler oluyor diye internette şöyle bir gezinirken, gözlerim Ukrayna krizinden başka bir konu aradı. Ancak Ukrayna krizi gündemi öylesine doldurmuştu ki uluslararası kamuoyu hafta boyunca son bir ayda olduğu gibi yine bu konuyu konuştu. Birçok ülke ve uluslararası aktörün bu konuda yaptığı açıklamalar ile Rusya, Ukrayna ve Batı üçgeninde yaşanan gerginlik olanca şiddeti ve belirsizliği ile dünya gündemini işgal etmeye devam ediyor. Ancak Ukrayna krizinin geldiği noktayı değerlendirmeden önce kısaca bu hafta yaşanan iki önemli olaya değinelim.
Nadal 21. Grand Slam Şampiyonluğuna Ulaştı
Sezonun ilk Grand Slam turnuvası olan Avustralya Açık Tenis Turnuvası 30 Ocak Pazar günü yapılan erkekler finali ile sona erdi. Rafael Nadal ve Daniil Medvedev arasında oynanan final maçı tarihi bir geri dönüşe ve Nadal’ın kırdığı yeni bir rekora şahitlik etti. Ezeli rakipleri Djkovic ve Federer’in olmadığı turnuvada İspanyol tenisçi Rafael Nadal 21. Grand Slam zaferini kazanarak bu alanda Federer ve Djokovic’in önüne geçti ve tarihte 21 Grand Slam kazanan ilk erkek oyuncu oldu. Djokovic’in aşı olmaması nedeniyle Avustralya’ya kabul edilmemesi, ağır bir sakatlıktan kortlara dönen Nadal için çok büyük bir şans oldu. Genç Medvedev ise 3. sette kazanmanın eşiğine geldiği maçı galibiyetle bitiremeyerek yılın ilk büyük turnuvasını kazanma fırsatını kaçırdı. Sonuçta Medvedev için dramatik, 35 yaşındaki Rafael Nadal için ise uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir final ve turnuva geride kaldı.
Kuzey Kore Yeni Füze Denemeleri Yaptı
Kuzey Kore 2022’nin başından bu yana inanılmaz bir hızla füze denemeleri yapıyor. Uluslararası hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilen bu füze denemeleri ile Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, ülkesinin güçlü olduğu iddiasını ortaya koyuyor. Uluslararası alanda haydut devlet olarak adlandırılan Kuzey Kore’nin füze denemeleri Güney Kore ve Japonya başta olmak üzere bölge ülkelerini tedirgin ediyor. Uzmanlar Kuzey Kore’nin füze denemelerini sürdüreceğini ve bir tehdit unsuru olarak kendini hatırlatmaya devam edeceğini öngörüyor.
Kim Jong Un füze denemelerini hem iç politikada otoriter yönetimini tahkim etmek hem de dış politikada tehdit algısı oluşturmak amacıyla gerçekleştiriyor. Nükleer silahlara da sahip olan Kuzey Kore Asya siyasetinde istikrarsızlık yaratma potansiyeline sahip bir ülke. Ocak ayının başından bu yana yapılan 7 füze denemesinin hipersonik füze rampaları üzerinden gerçekleştirildiği tahmin ediliyor. Bu testler sırasında denenen füzeler 2017 yılından bu yana Kuzey Kore’nin yaptığı füze testlerinde kullanılan en uzun menzilli füzeler. Bu füzeler ayrıca ABD’nin envanterinde bulunan füzeleri takip etme potansiyeline de sahip.
Uluslararası kamuoyu ise Kuzey Kore’nin füze denemelerini engellemek konusunda çaresiz. Dünya güçleri yapılan denemelerin uluslararası hukuka aykırılığını vurgulayan açıklamalar yapmakla yetiniyor. Amerikan dış politikasının son dönemde odağını Çin ve Asya-Pasifik bölgesine çevirmesi de muhtemelen Kuzey Kore’nin füze denemelerini artırmasında etkili. Gelecek dönemde Asya siyasetinde konumunu güçlendirmek isteyen Kuzey Kore’nin silah teknolojilerinin bölgede dikkate alınması gereken bir tehdit unsuru olarak tedirginlik yaratmaya devam edeceği anlaşılıyor.
Ukrayna Krizinde Son Durum ve Almanya’nın Rolü
Geçen hafta Rusya’nın NATO ve Batılı ülkelere ilettiği taleplerin resmi olarak reddedilmesiyle yeni bir aşamaya geçen Ukrayna krizinde bu hafta Kanada ve Almanya gibi aktörlerden daha sağduyulu ve diplomatik yöntemleri ön plana çıkaran açıklamalar geldi. Putin NATO’nun doğuya doğru daha fazla genişlememesi ve Rusya sınırındaki askeri varlığını geri çekmesi gibi talepleri öne sürmüştü. Ancak NATO açık kapı olarak adlandırılan ve gerekli koşulları sağlayan ülkelerin NATO’ya üye olabilmesini öngören pozisyonundan vazgeçmiyor. Bu hafta diğer bir dikkat çeken konu ise Avrupa’nın lider ülkesi konumundaki Almanya’nın Ukrayna krizine dair geliştirdiği aşırı ılımlı söylemler oldu.
Merkel sonrası dönemde Sosyal Demokratlar önderliğinde kurulan koalisyon hükümetinin Avrupa siyasetinde oynayacağı liderlik rolünün ne olacağına dair bir merak söz konusu olmuştu. Ukrayna krizi gibi ciddi bir testten geçen yeni Alman hükümeti ve dış politikası bu krize son derece temkinli şekilde tepki vermeyi seçti. Zira Almanya hem tarihi hem de ekonomik nedenlerle Rusya ve Ukrayna arasında yaşanacak olası bir silahlı çatışmaya müdahil olmaktan çekiniyor. Almanya’nın bu çekingenliği Batılı devletlerin bir blok halinde Rusya’ya karşı caydırıcı bir duruş sergilemesi önünde bir engel teşkil ediyor.
2. Dünya Savaşı sırasında Alman Nazi ordularının Ukrayna’yı işgal etmiş olması diğer birçok dış politika meselesinde olduğu gibi Ukrayna krizinde de Almanya’nın Nazi dönemini akıllara getirecek denli sert ve askeri önlemleri içeren dış politika hamleleri yapmasını engelliyor. Zira Alman müdahalesi Almanya’nın yeni bir Nazi yayılmacılığına başvurduğu türünden bir söylemi uluslararası arenada güçlendirebilir ve Rus dış politikası bu söylemi kendi lehine iyi bir propaganda aracı olarak kullanabilir. Bunların dışında Doğu Almanya döneminden kalma Rusya ile daha yakın bir diplomatik ilişki tesis edilmesi ve Almanya’nın tüm Avrupa’da tarihsel olarak birçok açıdan Rusya ile en özel ilişkilere sahip ülke olması da Almanya’nın Ukrayna krizi konusundaki konumunu daha kırılgan hale getiriyor.
Bu tarihsel yükün yanı sıra Almanya’nın doğal gaz ihtiyacının neredeyse yarısını Rusya’dan karşılıyor oluşu, bu kış koşullarında yaşanacak bir doğal gaz kesintisinden korkmasına neden oluyor. Bu durum da Rusya’ya karşı geliştireceği dış politika açısından kısıtlayıcı bir unsur olarak ön plana çıkıyor. Almanya’nın kömür ve nükleer enerji gibi çevreye zararlı enerji türlerinden vazgeçtiği ve nükleer santral sayısını kademeli olarak azaltmak gibi radikal bir karar aldığı düşünüldüğünde enerji konusunda Rusya’ya artan bağımlılığının gelecek yıllarda da devam edeceği bir sır değil.
Almanya geçtiğimiz dönemde Ukrayna’ya askeri malzeme olarak asker kasketleri sevk edeceğini açıklamış ve bu yardım ciddi görülmeyip alay konusu olmuştu. Almanya’nın bu çekingen tavırları ve Ukrayna’ya silah yardımı yapmaması Batılı ülkeler arasında Almanya’nın yeni dönemde oynayacağı role dair de soru işaretleri oluşturduğu gibi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi halinde ABD ve Avrupa Birliği tarafından uygulanacak yaptırımların sertliği konusunda da caydırıcılığı azaltıcı bir etkide bulunuyor. Alman şansölyesi Olaf Scholz’un görevi devraldıktan sonra Ukrayna krizi gibi önemli bir uluslararası gerginlikle baş başa kalması biraz da talihsizlik. Zira Scholz hükümeti gelecek dönemde de enerji bakımından Rusya’ya olan mecburiyetinin ziyadesiyle farkında ve Ukrayna krizinde sert hamleler yapmaktan geri durmayı tercih etmek durumunda.
31 Ocak Pazartesi günü ABD’nin çağrısı üzerine Ukrayna gündemi ile toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rus ve ABD’li diplomatlar arasında sert tartışmalar yaşandı. İki tarafın da birbirlerini suçlamasıyla herhangi bir somut sonuca ulaşamayan toplantıda ABD, Rusya’nın 100 bin askeri Ukrayna sınırına yığması konusunu gündeme getirirken Rusya, Ukrayna sınırına asker yığdığı suçlamasını reddetti. Çin ise konsey toplantısında Rusya’nın tarafında yer aldı. Rusya ayrıca Amerika’yı megafon diplomasisi yapmakla suçladı. Megafon diplomasisi devletlerarası müzakereler ve diplomatik görüşmelere başvurulmayıp medya üzerinden yapılan açıklamalar yoluyla yapılan diplomasiye deniyor. Ukrayna krizinde ikili müzakereler ve geleneksel diplomasi kanallarının sonuç vermemesi, aktörlerin kriz konusunda demeçler vermelerine ve krizin dünya gündeminde sıcaklığını korumasına sebep oluyor.
Öte yandan Putin ise Ukrayna krizi konusunda temkinli sessizliğini koruyup yapacağı hamlelere dair renk vermeyerek Batılı ülkelerin yaptığı açıklamaları lehine kullanıyor. Putin her fırsatta Ukrayna krizini ABD ve NATO’nun kışkırttığını iddia ediyor. Tabii bunu söylerken Ukrayna sınırına yığdığı 100 bin askerlik güçten hiç söz etmiyor ve Rusya’da sıradan iç politika programını sürdürerek umursamaz bir tavır sergiliyor. Sonuç olarak önümüzdeki dönemde uluslararası kamuoyunun yeni hamleler için Putin’den daha net açıklamalar ya da somut bir eylem beklemek zorunda kalacağı anlaşılıyor.
Putin bu tip bir sessiz kalma diplomasisiyle Ukrayna krizinde hamle şansını ve söylem geliştirme kabiliyetini elinde tutmuş oluyor. Rusya lideri 2014’te Kırım’ın ilhakından kısa bir süre sonra Rusya’nın yeni dış politika anlayışını ve yeni dünya düzenini “New Rules or a Game without Rules?” (Yeni Kurallar ya da Kuralsız Oyun) olarak tanımlamıştı. Bu anlayışa uygun şekilde Rusya’nın özellikle eski Sovyet coğrafyasındaki etkinliğini artırmak ve revizyonist hamlelerden kaçınmamak siyasetini takip eden Putin için Ukrayna, Batı ile olan ilişkileri ve küresel siyasetteki pozisyonu açısından büyük önem taşıyor. Tüm bu bilgiler ışığında önümüzdeki dönemde Ukrayna krizinde belirsizliğin süreceği ve dünya tarafından Putin’in ne yapmaya çalıştığının anlaşılmaya çalışılacağı bir sürecin bizi beklediğini öngörebiliriz.