[voiserPlayer]
İngiliz yerleşimciler “başkalarının varlıklarını haksız yere gaspetme günahı” içindeydi. Sadece yerlilerin kendi rızaları ile sattıkları veya hibe ettikleri topraklara yerleşebilirlerdi. Bunun haricinde her yol gayri meşruydu ve Hristiyanlıkta yeri yoktu. Yerlilerin topraklarının zor kullanılarak gasp edilmesinin Hristiyanlık adına yapılıyor oluşu da kabul edilemezdi. Zira yerliler sadece sevgi ve ikna ile dine çağrılmalıydı, güç ve şiddet kullanılarak değil. Bu ruhun hürriyetine saygının gereğiydi. Ve bu hürriyet Tanrı tarafından bahşedilmişti. Sadece Protestanlara değil, bütün insanlara, Hristiyanlara, Yahudilere, Müslümanlara, Hristiyanlık karşıtlarına, hatta Paganlara.
Hayatın sadece dini ilgilendiren bir alanı vardı ve bu alanda devletin hiçbir rolü olmamalıydı. Devlet insanları din değişikliğine zorlamamalıydı. Dini görevleri güç kullanarak hayata geçirmemeliydi, kimseyi kiliseye gitmeye veya herhangi bir dini ritüele zorlamamalıydı. Hristiyanlık erkeklerin ve kadınların kalplerinde ve ruhlarında ikamet eden bir hakikatti. Krallıklar hidayete ermezdi, Tanrı’nın lütfuna mazhar olamazdı, cennete giremezdi. Devletin Kilise’ye yapabileceği tek katkı toplumda barış ve düzeni sağlamaktı. Kilisenin devlete yapabileceği tek katkı ise vatandaşlarının medeni niteliklerini ve ahlaklarını düzeltmek.
Roger Williams bu ve benzeri fikirleri on yedinci yüzyılın ilk yarısı gibi çok erken bir tarihte dinin içinden savunan bir din adamıydı. Gaustad’ın Roger Williams’ı çağının çok ötesinde bir kalp ve kafa taşıyan bu adamın hayatını ve fikirlerini ele alıyor. Williams on yedinci yüzyılın başlarında Londra’da dünyaya geldi. Doğup büyüdüğü İngiltere halen daha bir önceki asırda Kral 8. Henry’nin başlattığı dini ıslahat ile çalkalanıyordu. Bir tarafta devletin resmi mezhebi ve taraftarları, diğer tarafta Katoliklik ve taraftarları. Bu ikiliye ilerleyen zamanda katılan devletin dini ıslahatını yetersiz bulan ve daha radikal ıslahat talep eden Püritenlik ve taraftarları. Püritenler de kendi aralarında iki ana gruba ayrılmıştı. Bir tarafta bütün eksikliklerine karşın devletin kilisesi içinde kalıp içeriden ıslahat yapmayı savunanlar. Diğer tarafta devletin kilisesinin içeriden ıslahatla iyileştirilemeyeceğini ve Kilise yapısının tamamen dışında kalmayı savunanlar.
Devletin resmi mezhebini reddeden ve devletin baskısından bunalan bir grup Püriten ilk önce Hollanda’ya göç etti, daha sonra ise 1620 yılında yeni kıta Amerika’ya. Amerikan tarihinde Hacılar (Pilgrims) olarak anılan bu ilk Püriten grup yeni kıtadaki bugün Massachusetts eyaletindeki Plymouth kasabasını kurdu (bu kasaba bugün Virginia eyaletindeki Jamestown’dan sonraki ikinci İngiliz kasaba-kolonisiydi). Takip eden yıllarda Püritenlerin bölgeye göçü devam etti ve Boston, Salem gibi yeni koloni-kasabaları ve her kasabada kiliseler kuruldu.
Williams bu dini ortamda ilahiyat okudu ve rahip oldu. Püritenliği benimsedi. 1629 yılında başka bir püriten din adamının kızı Mary ile evlendi. İkili evlendikten bir yıl sonra Amerika’ya göç etti. Williams Püritenlerin kurduğu ve hakim olduğu Boston kentinde yeni kurulan kilisede rahiplik teklifi aldı. Ancak bu teklifi reddetti zira söz konusu kilise halen daha İngiliz devlet kilisesi ile ilişkiliydi. Boston’ın 20 küsur km. kuzeyindeki Salem kasabasındaki tam ayrılıkçı (separatist) kilisenin teklifi üzerine bu kasabaya yerleşti. Ancak Williams’ın fikirlerinden rahatsız olan Boston’ın siyasi baskısı ile Salem kasabası Williams’a yaptıkları teklifi geri çekti. Williams çifti bunun üzerine Boston’ın güneyindeki Plymouth’a yerleşti. İki yıl burada kalan Williams ailesi tekrar Salem’e yerleşti. Roger Williams, gerek Plymouth’da gerekse Salem’de, karşısına çıkan zorluklara ve özellikle Boston’dan gelen siyasi ve dini baskıya rağmen fikirlerini açıktan yaymaya ve savunmaya devam etti. Amerika’ya ayak bastıktan beş yıl sonra, Boston’daki “Genel Mahkeme’ye” çağrıldı ve fikirlerinden vazgeçip, tövbe etmesi istendi. Bu isteği kabul etmeyen Williams’ın, mahkeme tarafından Massachusetts Körfezi Kolonisi’ni terk etmesi emredildi. Plymouth kolonisinin de kendisini kabul etmeyeceğine inanan Williams, arkada karısını ve iki çocuğunu bırakarak, kara kış şartlarında kendini vahşi tabiata bıraktı.
Williams Amerikan yerlilerinin de yardımı ile hayatta kalabildi. Yerlilerle geliştirdiği dostluk sayesinde yerlilerin dilleri ve kültürleri üzerine İngilizcedeki ilk kitabı o yazdı. Ve onlardan satın aldığı bir toprağa yerleşti. Salem’den bir avuç takipçisinin de kendisine katılmasıyla Tanrı’nın lütfu manasında “Providence” isimli kasaba-kolonisini kurdu. Williams gerek İngiltere’de gerekse yeni kıtada aykırı dini düşüncelerinden dolayı baskıya uğrayanlara da, dini inançlarına katılmasa da, yardım eli uzattı. Böylelikle yerlilerden satın alınan topraklarda yeni koloni-kasabalar kuruldu. 1644 yılında İngiltere parlamentosu üç koloni-kasabasına otonomi ve kendi hükümetlerini kurma hakkı verdi. Yaklaşık 20 yıl sonra, 1663 yılında da bu sefer Kral 2. Charles tarafından, bölge “Rhode Island ve Providence Çiftlikleri (Plantations)” adı altında yeni bir eyalet-koloni olarak tescil edildi.
Williams’ın din ve vicdan özgürlüğü ile din-devlet ayrılığına ilişkin fikirleri bu eyalet-koloninin kanun ve uygulamalarını etkiledi. Williams’ın fikirleri sadece Rhode Island’ı değil, Amerika’yı da etkiledi. Eyalet-koloninin tescil belgesinde geçen “din işlerinde tam özgür” ifadesi diğer eyaletlerin kurucu belgelerinde de zamanla yer aldı. Rhode Island’dan bir yıl sonra New Jersey, iki yıl sonra Carolina, yaklaşık 20 yıl sonra Pennsylvania… Amerika’nın ilk eyalet-kolonisi Virginia ise yüz yıl fazla bir süre sonra.
Williams’dan yarım asırdan daha fazla bir süre sonra din ve vicdan özgürlüğü ve din-devlet ayrılığı ilkesini bu kez liberal felsefenin kurucu isimlerinden John Locke dile getirdi. Locke’un fikirleri Amerika’nın kurucu babalarını etkiledi ve din ve vicdan özgürlüğü ile din-devlet ayrılığı fikri Amerika Birleşik Devletleri’nin temel haklar bildirisine girdi. Her ne kadar Amerika’nın kurucu babaları ilhamlarını büyük ölçüde John Locke’dan alsalar da, takip eden yüzyıllarda Amerikan Anayasa Mahkemesi haklar bildirisindeki ifadelerin anlamı üzerinde tartışmalarda Roger Williams’ın fikirlerine başvurdular ve Williams’a göndermeler yaptılar. Belki de en önemlisi gerek anayasanın gerekse halklar bildirisinin on sekizinci yüzyıl Amerikan halkı tarafından kabulünde din ve vicdan özgürlüğü ve din-devlet ayrılığını benimsemiş ve Roger Williams’ın açtığı yolda kendilerine Amerika’da yer bulabilmiş “sapkın/heretik” Hristiyan grupların desteği kritik oldu.
Gaustad’ın Roger Williams’ı bir biyografi çalışması. Williams’ın hayatı, mücadelesi ve fikirlerine ışık tutan bir çalışma. Ancak önemli bazı eksikliklerle malul bir çalışma. Her şeyden önce, kitap Williams’ın nasıl bir din adamı olduğunu net bir şekilde çizse de, onun bu hale nasıl dönüştüğüne dair herhangi bir fikir vermiyor. Kitabın bu eksikliği bir nebze de olsa mazur görülebilir. Zira Williams hakkında var olan bilgiler son derece sınırlı olabilir. Neticede kişilik ve fikirlerinin oluşum sürecinde Williams aslında “hiçkimseydi”. Ancak, yine de, Williams’ın hangi püriten düşünürlerden etkilendiği ve onlardan hangi fikirleri aldığı tespit edilebilirdi. Hangi fikirleri orijinaldi? Hangileri daha önce zaten tartışılmıştı? Kitapta bu sorulara cevap bulamıyoruz. Kitabın ikinci bir eksikliği ise, Williams’ın fikirlerinin Hristiyan teolojisi içinden temelleri üzerine tartışmanın yüzeysel kalması. Kitap, Williams’a verilen bazı cevapları tartışsa da, söz konusu tartışma Williams’ı Hristiyan teolojisi içine yerleştirmemiz için yeterli gelmiyor.
Çağrışımlar
“İsa onlara başka bir benzetme anlattı: ‘Göklerin Egemenliği, tarlasına iyi tohum eken adama benzer’ dedi. Herkes uyurken adamın düşmanı geldi, buğdayın arasına delice ekip gitti. Ekin gelişip başak salınca, deliceler de göründü.
Mal sahibinin köleleri gelip ona şöyle dediler: ‘Efendimiz, sen tarlana iyi tohum ekmedin mi? Bu deliceler nereden çıktı?’
Mal sahibi, ‘Bunu bir düşman yapmıştır’ dedi.
‘Gidip deliceleri toplamamızı ister misiniz?’
‘Hayır’ dedi adam. ‘Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orakçılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun.”
Roger Williams din ve vicdan özgürlüğü ilkesini, İncil’in Matta suresinde (13: 24-30) geçen bu menkıbeden çıkarttı. Günahkarlar ve azizler birlikte yaşayabilirlerdi. Onları birbirinden öte dünyada ayıracak olan Tanrı’ydı, bu dünyada insanlar değil. Salt bireysel özgürlük alanı değil, “kilisenin bahçesi’ni dünyanın vahşilikleri’nden” korumak gerekti. Bu yüzden dini devletten ayırmak zorunluydu.