[voiserPlayer]
Avrupa Birliği’nin en üst düzey temsilcileri AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 6 Nisan 2021 tarihinde Ankara’ya resmî bir ziyarette bulundu. Görüşmeler medyada ve kamuoyunda daha çok “koltuk krizi” ile gündeme gelse de görüşmelere tarafların uzun zamandır olduğu gibi ilişkileri pragmatik bir şekilde sürdürme iradesi damgasını vurdu.
AB yetkililerinin Türkiye ziyaretinde şüphesiz en önemli başlık mülteci meselesi ve buna ilişkin konulardı. Bunların yanı sıra ekonomik iş birliği, Doğu Akdeniz’de enerji güvenliği ve kamu sağlığı da tartışılan diğer konular arasında yer aldı.
Ziyaretten sonra yapılan açıklamalarda ise AB temsilcileri Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, kamu-özel sektör iş birliği, Doğu Akdeniz’de istikrarın sağlanması konularının yanında, toplantının ana gündem maddelerinden olan mültecilere ilişkin AB yardımlarının devam etmesi konusundaki kararlılıklarını yineledi.[i]
Türk tarafı da benzer konulara değinmekle birlikte, terörle mücadele konusunda iş birliği yapılması gerektiğini ifade etti. Bunun yani sıra, Türkiye’de devam etmekte olan yargı süreçlerine saygı gösterilmesini ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme konusuyla bağlantılı olarak Türkiye’nin şiddetin her türlüsü ile mücadele edeceğini AB’ye ilettiğini açıkladı. [ii]
Görüşmeden sonra yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin üyelik müzakereleri ya da mevcut fasılların durumuna ilişkin iki tarafın da açıklama yapmaması dikkat çekiciydi. Hukuki çerçevenin dışında, siyasi söylemlere bakıldığında da Türkiye’nin aday ülkeden ziyade üçüncü bir taraf gibi ele alındığını söylemek yanlış olmaz.
Bu durum esasında Türkiye-AB ilişkilerinde uzun süredir devam eden bir eğilimin parçası olarak da değerlendirilebilir. 16 Aralık 2013’te imzalanan geri kabul anlaşması ve karşılığında AB’den beklenen mali yardımlar ve vize muafiyeti, ilişkileri pragmatik bir düzeye indirgeyerek, bunların Türkiye’yi üyelik perspektifinden koparacağı yolunda endişelere yol açmıştı. Daha sonra 18 Mart 2016’da varılan mutabakatta da mülteciler konusundaki iş birliğini sürdürülmesi amaçlanmıştı. Bu iş birliği, korkulduğu üzere üyelik sürecinde bir ivmeye dönüşmeden, pragmatik düzeyde kalmaya devam etti.
AB, aday ülkelerden beklenen demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi konularda uyum süreci için istenen gelişimi gösteremeyen Türkiye için zaman zaman “endişeli” olduğunu dile getiren açıklamalar yapsa da bu şimdiye kadar herhangi bir yaptırımla sonuçlanmadı. Avrupa Parlamentosu’nun sonuncusu 2019’da olmak ürere birden fazla kez tartışmaya açtığı müzakereleri askıya alma çağrısı, Avrupa Birliği Konseyi tarafından kabul edilmedi ve dolayısıyla uygulanmadı. Ancak Türkiye’nin lehine olan bu durum, ne yazık ki, ülkenin uyum sürecini ilerletmek için gerekli adımları atma yönünde bir eyleme de dönüştürülemedi.
Son durumda ise iki taraf da Türkiye’nin AB norm ve standartları ile uyumlu hale geleceği aday ülke statüsünden uzaklaştığını açıkça dile getirmeksizin ilişkileri pragmatik düzlemde devam ettirmekten memnun görünüyor.
Adı Konulmamış bir İmtiyazlı Ortaklık mı?
2000’li yılların başında Angela Merkel tarafından dile getirilen ve o dönemde Türkiye tarafından şiddetle karşı çıkılan “imtiyazlı ortaklık” statüsü, Türkiye’ye üyelik perspektifi vermeden ilişkileri ve iş birliğini güçlendirmeyi amaçlayan bir ilişki öngörüyordu. İmtiyazlı ortaklık, hem dönemin Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy hem de Angela Merkel için Türkiye’nin uzun yıllardır devam eden AB sürecine “gerçekçi” bir bakış açısı olarak ileri sürülmüştü.
Buna karşın Türkiye’nin 10-11 Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi’nde “aday ülke” statüsünü kazanması, 2005’te başlayan müzakereler ve sonrasındaki hızlı reformlar üyelik için hayli umut vericiydi. Dolayısıyla “imtiyazlı ortaklık” tartışmaları bir süreliğine rafa kalktı, ancak bu uzun sürmedi. Yavaşlayan üyelik sureci, bunun dışındaki alternatif “ortaklık” ilişkilerini yeniden gündeme getirdi[iii]. Dolayısıyla tarafların bugünkü tavırları ve ortaklık tartışması uzun süredir devam eden bir eğilimin parçası olarak yorumlanabilir. Gerçekten de Türkiye, pratikte bir “imtiyazlı ortak” gibi düşünülüyor ve bu şekilde hareket ediyor olabilir. Ancak bunun kalıcı ya da uzun soluklu bir duruma dönüşüp dönüşeceği konusunda net bir çıkarım yapmak zordur.
Her ne kadar Türkiye-AB ilişkilerinin bugünkü seyri üyelik sürecinden ziyade sorunlar üzerine zorunlu ortaklık şeklinde inşa edilse de ilişkilerin şimdiye kadar pek de stabil ilerlemediği gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye, AB ile olan uzun macerasında inişli çıkışlı bir süreç yaşamıştır. Şu anki de facto “imtiyazlı ortaklık” durumu da bu inişlerden biri olarak değerlendirilebilir. Bu bakımdan gelecekte ilişkilerin nasıl seyredeceği ve bu “ortaklık” durumunun ne kadar süreceği hem Türkiye’nin hem de AB’nin kendi içlerinde yaşayacağı siyasi, ekonomik ve toplumsal süreçlerle yakından ilgilidir.
Fotoğraf: Guillaume Périgois
[i] “AB Başkanlarından Türkiye Mesajı” Hürriyet. 6 Nisan 2021 https://www.hurriyet.com.tr/dunya/son-dakika-abden-turkiye-aciklamasi-41781472
[ii] “Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’dan AB ile Önemli Görüşme Sonrası Açıklama” Hürriyet. 6 Nisan 2021. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-haberi-cumhurbaskanligi-sozcusu-kalindan-ab-ile-onemli-gorusme-sonrasi-aciklama-41781538
[iii] Aydıntaşbaş, Aslı. “Avrupa’la İmtiyazlı Ortaklık” Cumhuriyet. 7 Ocak 2018 https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/asli-aydintasbas/avrupayla-imtiyazli-ortaklik-900147
Karakülhancı, Ayşegül. “Türkiye, AB’ye üye olmaktan ziyade imtiyazlı ortaklığa doğru yol alıyor” Duvar. 6 Ekim 2020 https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye-abye-uye-olmaktan-ziyade-imtiyazli-ortakliga-dogru-yol-aliyor-haber-1500834