[voiserPlayer]
Bu yazı 26 Şubat 2021’de Financial Times’da “Yuval Noah Harari: Lessons from a year of Covid” başlığı altında yayınlanmıştır ve büyük oranda aslına sadık kalınarak çevirilmiştir. Yazının orijinal buradan ulaşabilirsiniz.
Covid yılını geniş bir tarihsel perspektiften nasıl özetleyebiliriz? Pek çok insan, koronavirüsün sebep olduğu korkunç kayıpların, insanlığın doğanın kudreti karşısındaki çaresizliğini gösterdiğine inanıyor. Aslında 2020, insanlığın çaresiz olmaktan çok uzak olduğunu gösterdi. Salgınlar artık doğanın kontrol edilemeyen güçleri değil, bilim onları yönetilebilir bir meydan okumaya dönüştürdü.
Öyleyse neden bu kadar çok ölüm ve acı yaşandı? Kötü siyasi kararlar yüzünden!
Önceki dönemlerde insanlar Kara Ölüm gibi bir veba ile karşı karşıya kaldıklarında, buna neyin sebep olduğu veya nasıl durdurulabileceği hakkında hiçbir fikre sahip değildi. 1918 İspanyol grip salgını başladığında, dünyadaki en iyi bilim insanları ölümcül virüsü tanımlayamadılar, benimsenen karşı önlemlerin çoğu işe yaramadı ve etkili bir aşı geliştirme çabaları boşa çıktı.
Potansiyel yeni bir salgınla ilgili ilk alarm zilleri Aralık 2019’un sonunda çalmaya başladı. 10 Ocak 2020’ye kadar, bilim insanları yalnızca sorumlu virüsü izole etmekle kalmayıp, aynı zamanda genomunu sıraladı ve bilgileri çevrimiçi olarak yayınladı. Birkaç ay içinde, hangi önlemlerin enfeksiyon zincirlerini yavaşlatıp durdurabileceği netleşti. Bir yıldan kısa bir süre içinde birkaç etkili aşı seri üretime girdi. İnsanlar ve patojenler arasındaki savaşta, insanlar hiç bu kadar güçlü olmamıştı.
Hayatı çevrimiçine taşımak
Biyoteknolojinin eşi görülmemiş başarılarının yanı sıra, Covid yılı bilgi teknolojisinin gücünün de altını çizdi. Önceki dönemlerde insanlık salgınları nadiren durdurabiliyordu çünkü insanlar enfeksiyon zincirlerini gerçek zamanlı olarak izleyemiyorlardı ve uzun süreli karantinaların ekonomik maliyeti oldukça yüksekti. 1918’de İspanyol gribine yakalanan insanları karantinaya alabilirdiniz, ancak semptomatik veya asemptomatik taşıyıcıların hareketlerini izleyemezdiniz. Bir ülkenin tüm nüfusuna birkaç hafta evde kalmasını emrederseniz, bu ekonomik yıkıma, sosyal çöküşe ve kitlesel açlığa neden olurdu.
Buna karşılık, 2020’de dijital gözetim, hastalık vektörlerini izlemeyi ve tespit etmeyi çok daha kolay hale getirdi, bu da karantinanın hem daha seçici hem de daha etkili olabileceği anlamına geliyordu. Daha da önemlisi, otomasyon ve internet, en azından gelişmiş ülkelerde uzun süreli kapanmaları uygulanabilir hale getirdi. Gelişmekte olan dünyanın bazı bölgelerindeki insan deneyimi hala geçmişteki felaketleri anımsatırken, gelişmiş dünyanın çoğunda dijital devrim her şeyi değiştirdi.
Tarımı düşünün. Binlerce yıl boyunca gıda üretimi insan emeğine dayanıyordu ve insanların yaklaşık yüzde 90’ı çiftçilikte çalışıyor, tarımla uğraşıyordu. Bugün gelişmiş ülkelerde durum artık böyle değil. ABD’de insanların yalnızca yüzde 1,5’i çiftliklerde çalışıyor, ancak bu sadece evdeki herkesi beslemek için değil, aynı zamanda ABD’yi önde gelen bir gıda ihracatçısı yapmak için yeterli. Çiftlik işlerinin neredeyse tamamı hastalığa karşı bağışık olan makineler tarafından yapılıyor. Bu nedenle, karantinalar çiftçilik üzerinde sadece oldukça küçük bir negatif etkiye sahip.
Kara Ölüm’ün zirvesinde bir buğday tarlası hayal edin. Çiftçilere hasat zamanı evde kalmalarını söylerseniz açlık çekersiniz. Çiftçilere gelip hasat yapmalarını söylerseniz, birbirlerini enfekte edebilirler. Peki ne yapmalı?
2020’de aynı buğday tarlasını hayal edin. Tek bir GPSli biçerdöver, tüm tarlayı çok daha yüksek bir verimlilikle ve sıfır enfeksiyon ihtimali ile hasat edebilir. 1349’da ortalama bir çiftçi günde yaklaşık 5 ölçek (kile) biçerken, 2014’te bir biçerdöver günde 30.000 ölçek (kile) hasat ederek rekor kırdı. Sonuç olarak Covid-19’un buğday, mısır ve pirinç gibi temel mahsullerin küresel üretimi üzerinde önemli bir etkisi olmadı.
İnsanları beslemek için tahıl hasadı yeterli değildir. Ayrıca bazen bu hasadı binlerce kilometre uzağa taşımanız da gerekir. Tarihin büyük bölümünde ticaret, salgın öyküsünün esas kötü adamlarından biriydi. Ölümcül patojenler, ticaret gemileri ve uzun mesafeli karavanlarla dünyanın dört bir yanını dolaştı. Örneğin Kara Ölüm, İpek Yolu boyunca doğu Asya’dan Orta Doğu’ya ulaştı ve daha sonra Ceneviz ticaret gemileriyle Avrupa’ya yayıldı. Ticaret böylesine ölümcül bir tehdit oluşturuyordu çünkü her arabanın bir arabacısı vardı, denizde dolaşan küçük gemileri çalıştırması için düzinelerce denizci gerekiyordu ve kalabalık gemiler ile hanlar hastalığın yuvalarıydı.
2020’de küresel ticaret, çok az çalışan içerdiği için aşağı yukarı sorunsuz işlemeye devam edebilirdi. Günümüzde büyük ölçüde otomasyonlaştırılmış bir konteyner gemisi, tüm erken modern krallığın ticaret filosundan daha fazla ürün taşıyabilir. 1582’de İngiliz ticaret filosu 68.000 ton toplam taşıma kapasitesine sahipti ve yaklaşık 16.000 denizciye ihtiyaç duyuyordu. 2017’de inşa edilen en büyük konteyner gemisi olan OOCL Hong Kong, sadece 22 kişilik bir mürettebata ihtiyaç duyarken yaklaşık 200.000 ton taşıyabilir.
Doğru, yüzlerce turist taşıyan yolcu gemileri ve uçaklar Covid-19’un yayılmasında büyük rol oynadı. Ancak turizm ve seyahat, ticaret için gerekli değildir. Turistler evde kalabilir ve iş adamları Zoom yapabilirken, otomatik hayalet gemiler ve neredeyse insansız trenler küresel ekonominin hareket etmesini sağlar. Uluslararası turizm 2020’de batarken, küresel deniz ticareti hacmi yalnızca yüzde 4 azaldı.
Otomasyon ve dijitalleşmenin hizmetler üzerinde daha da derin bir etkisi oldu. 1918’de ofislerin, okulların, mahkemelerin veya kiliselerin karantina altında işlemeye devam edebileceği düşünülemezdi. Öğrenciler ve öğretmenler evlerine kapanırsa, dersleri nasıl verebilirsiniz? Bugün cevabı biliyoruz. Ancak çevrimiçine geçişin birçok dezavantajı da var.
1918’de insanlık yalnızca fiziksel bir dünyada yaşıyordu ve ölümcül bir virüs bu dünyaya yayıldığında, insanlığın kaçacak bir yeri yoktu. Ancak bugün çoğumuz iki dünyada yaşıyoruz -fiziksel ve sanal. Koronavirüs fiziksel dünyada yayıldığında, birçok insan hayatlarının önemli bir kısmını virüsün takip edemeyeceği sanal dünyaya kaydırdı. Elbette, insanlar hala fiziksel varlıklardır ve her şey dijitalleştirilemez.
Covid yılı aynı zamanda birçok düşük ücretli mesleğin insan uygarlığını sürdürmede oynadığı hayati rolü vurguladı: hemşireler, temizlik işçileri, kamyon şoförleri, kasiyerler, teslimat görevlileri. Her medeniyetin barbarlığa sadece üç öğün uzaklıkta olduğu sık sık söylenir. 2020’de teslimat yapanlar, medeniyeti bir arada tutan ince kırmızı çizgiydi ve fiziksel dünya için can damarlarımız haline geldiler.
İnternet ayakta kaldı
İnsanlık, faaliyetlerini otomasyonlaştırır, dijitalleştirir ve çevrimiçi ortama taşırken, bizi yeni tehlikelere maruz bıraktı. Covid yılıyla ilgili en dikkat çekici şeylerden biri internetin kopmamasıdır. Fiziksel bir köprüden geçen trafik miktarını aniden arttırırsak, trafik sıkışıklığını ve hatta köprünün çökmesini bekleyebiliriz. 2020’de okullar, ofisler ve kiliseler neredeyse bir gecede çevrimiçine geçti, ancak internet kilitlenmedi.
2020’den sonra, bir ülke fiziksel olarak tamamen kapandığında bile hayatın devam edebileceğini biliyoruz. Şimdi, dijital altyapımız çökerse ne olacağını hayal etmeye çalışın.
Bilgi teknolojisi bizi organik virüsler karşısında daha dirençli hale getirirken, aynı zamanda kötü amaçlı yazılımlara ve siber savaşa karşı çok daha savunmasız hale getirdi. İnsanlar sık sık “Bir sonraki Covid ne olacak?” diye soruyor. Dijital altyapımıza yönelik bir saldırı, en önde gelen adaydır. Koronavirüsün dünyaya yayılması ve milyonlarca insanı etkilemesi birkaç ay sürdü. Dijital altyapımız ise bir günde çökebilir. Okullar ve ofisler çevrimiçi olarak hızla değişebilse de e-postadan mektuplara geri dönmenizin ne kadar zaman alacağını düşünüyorsunuz?
Neyi sayıyoruz?
Covid yılı, bilimsel ve teknolojik gücümüzün daha da önemli bir sınırlamasını ortaya çıkardı. Bilim, siyasetin yerini alamaz. Politika yaparken pek çok çıkar ve değeri dikkate almak durumundayız. Ancak hangi çıkarların ve değerlerin daha önemli olduğunu belirlemenin bilimsel bir yolu olmadığından, ne yapmamız gerektiğine karar vermenin de bilimsel bir yolu yoktur.
Örneğin, bir karantina uygulamaya karar verirken, “karantina uygulamazsak kaç kişi Covid-19’dan dolayı hastalanacak?” diye sormak yeterli değildir. Ayrıca şunu da sormalıyız: “Karantina uygularsak kaç kişi depresyon yaşayacak? Kaç kişi kötü beslenmeye maruz kalacak? Kaç kişi derslerini kaçıracak veya işini kaybedecek? Kaç kişi eşleri tarafından dövülecek veya öldürülecek?
Tüm verilerimiz doğru ve güvenilir olsa bile her zaman şunu sormalıyız: “Neyi sayıyoruz? Neyi sayacağımıza kim karar veriyor? Sayıları birbirine göre nasıl değerlendiriyoruz?” Bu, bilimsel olmaktan çok politik bir görevdir. Tıbbi, ekonomik ve sosyal konuları dengelemesi ve kapsamlı bir politika ortaya koyması gerekenler politikacılardır.
Benzer şekilde, mühendisler karantina altında çalışmamıza yardımcı olan yeni dijital platformlar ve enfeksiyon zincirlerini kırmamıza yardımcı olan yeni gözetim araçları yaratıyorlar. Ancak dijitalleşme ve gözetleme, mahremiyetimizi tehlikeye atıyor ve benzeri görülmemiş totaliter rejimlerin ortaya çıkmasının önünü açıyor. 2020’de kitlesel gözetleme hem daha meşru hem de daha yaygın hale geldi. Salgınla mücadele önemlidir, ancak bu süreçte özgürlüğümüzü yok etmeye değer mi? Yararlı gözetleme ve distopik kabuslar arasındaki doğru dengeyi bulmak mühendislerden çok politikacıların işidir.
Üç temel kural, bir salgın zamanında bile bizi dijital diktatörlüklerden korumada faydalı olabilir. Birincisi, insanlar hakkında -özellikle de kendi bedenlerinde olup bitenler hakkında- veri topladığınızda, bu veriler onları manipüle etmek, kontrol etmek veya onlara zarar vermek yerine bu insanlara yardım etmek için kullanılmalıdır. Kişisel doktorum hakkımda çok özel şeyler biliyor. Bunda bir sıkıntı yok, çünkü doktorumun bu verileri benim yararıma kullanacağı konusunda ona güveniyorum. Doktorum bu verileri herhangi bir şirkete veya siyasi partiye satmamalıdır.
İkincisi, gözetim her zaman iki yönlü olmalıdır. Gözetim yalnızca yukarıdan aşağıya olursa bu diktatörlüğe giden yola işaret eder. Dolayısıyla, bireylerin gözetimini artırdığınızda, eş zamanlı olarak hükümetin ve büyük şirketlerin gözetimini de artırmalısınız. Örneğin, mevcut krizde hükümetler muazzam miktarlarda para dağıtıyorlar. Fon tahsis süreci daha şeffaf hale getirilmelidir. Bir vatandaş olarak kimin neyi alacağını ve paranın nereye gittiğine kimin karar verdiğini kolayca görmek isterim. Paranın, sahipleri bir bakanla arkadaş olan büyük bir şirkete değil, gerçekten ihtiyacı olan yerlere gittiğinden emin olmak isterim. Hükümet, bir pandeminin ortasında böyle bir denetim/izleme sistemi kurmanın çok karmaşık olduğunu söylüyorsa, buna inanmayın.
Üçüncüsü, çok fazla verinin herhangi tek bir yerde toplanmasına asla izin vermeyin. Ne salgın sırasında ne de bittiğinde… Veri tekeli, diktatörlüğün reçetesidir. Dolayısıyla, pandemiyi durdurmak için insanlar hakkında biyometrik veri toplarsak, bu polis yerine bağımsız bir sağlık otoritesi tarafından yapılmalıdır. Ve ortaya çıkan veriler, bakanlıkların ve büyük şirketlerin diğer veri ambarlarından ayrı tutulmalıdır. Elbette, bu bazı verimsizlikler yaratacaktır. Ancak verimsizlik bir özelliktir, hata değil. Dijital diktatörlüğün yükselişini önlemek mi istiyorsunuz? İşleri en azından biraz verimsiz tutun.
Politikacılar üzerine
2020’nin benzeri görülmemiş bilimsel ve teknolojik başarıları Covid-19 krizini çözmedi ancak salgını doğal bir felaketten siyasi bir ikileme dönüştürdüler. Kara Ölüm milyonları öldürdüğünde, kimse krallardan ve imparatorlardan pek bir şey beklemiyordu. Kara Ölüm’ün ilk dalgasında tüm İngilizlerin yaklaşık üçte biri öldü, ancak bu İngiltere Kralı III. Edward’ın tahtını kaybetmesine neden olmadı. Zira salgını durdurmak açıkça yöneticilerin gücünün ötesindeydi, bu yüzden kimse onları başarısızlıkla suçlamadı.
Ama bugün insanlık Covid-19’u durduracak bilimsel araçlara sahip. Vietnam’dan Avustralya’ya birçok ülke, mevcut araçların bir aşı olmadan bile salgını durdurabileceğini kanıtladı. Bununla birlikte, bu araçların yüksek bir ekonomik ve sosyal değeri vardır. Virüsü yenebiliriz -ancak zaferin bedelini ödemeye istekli olduğumuzdan emin değiliz. Bu nedenle bu bilimsel başarılar politikacıların omuzlarına büyük bir sorumluluk yükledi.
Maalesef pek çok politikacı bu sorumluluğu yerine getirmekte başarısız oldu. Örneğin, ABD ve Brezilya’nın popülist başkanları tehlikeyi küçümsediler, uzmanları dikkate almayı reddettiler ve bunun yerine komplo teorileri sattılar. Sağlam bir federal eylem planı yapmadıkları gibi salgını durdurmak için çaba harcayan eyalet ve belediye yetkililerinin girişimlerini sabote ettiler. Trump ve Bolsonaro yönetimlerinin ihmali ve sorumsuzluğu yüzbinlerce önlenebilir ölümle sonuçlandı.
Birleşik Krallık’ta hükümet Covid-19’dan çok Brexit ile meşgul görünüyordu. Johnson yönetimi, tüm izolasyonist politikalarına rağmen, İngiltere’yi gerçekten önemli olan tek şeyden, virüsten izole edemedi. Ülkem İsrail de benzer bir siyasi kötü yönetimden muzdarip. Tayvan, Yeni Zelanda ve Kıbrıs’ta olduğu gibi, İsrail de kapalı sınırları ve ülkeye tek giriş kapısı olan Ben Gurion Havaalanı ile adeta bir “ada ülkesidir”. Bununla birlikte, pandeminin zirvesinde, Netanyahu hükümeti gelen yolcuların karantina ve uygun bir tarama olmaksızın havaalanından geçmelerine izin verdi ve tecrit politikaları uygulamayı ihmal etti.
Hem İsrail hem de Birleşik Krallık daha sonra aşıların yaygınlaştırılmasında ön saflarda yer aldı, ancak baştaki yanlış kararları onlara pahalıya mal oldu. Britanya’da salgın 120.000 kişinin hayatına mal oldu ve ortalama ölüm oranlarında dünyada altıncı sırada yer aldı. Bu arada İsrail, yedinci en yüksek ortalama teyit edilmiş vaka oranına sahip ülke ve felaketle mücadele etmek için Amerikan şirketi Pfizer ile “veri karşılığı aşı” anlaşmasına başvurdu. Pfizer, büyük miktarda değerli veri karşılığında İsrail’e tüm nüfus için yeterli aşı sağlamayı kabul etti. Bu durum, mahremiyet ve veri tekeli ile ilgili endişeleri artırdı ve vatandaşların verilerinin artık devletlerin en değerli varlıklarından biri olduğunu gösterdi.
Bazı ülkeler çok daha iyi performans gösterirken, insanlık şimdiye kadar bir bütün olarak pandemiyi kontrol altına almakta veya virüsü yenmek için küresel bir plan yapmakta başarısız oldu. 2020’nin ilk ayları, ağır çekimde bir kazayı izlemek gibiydi. Modern iletişim, dünyanın her yerinden insanların önce Wuhan’dan, sonra İtalya’dan ve daha sonra da giderek daha fazla ülkeden gelen görüntüleri gerçek zamanlı olarak görmesini mümkün kıldı ancak felaketin dünyayı yutmasını engelleyecek hiçbir küresel liderlik ortaya çıkmadı. Araçlar oradaydı, ancak çoğu zaman siyasi bilgelik eksikti.
Yabancılar kurtarmaya gelirse…
Bilimsel başarı ile siyasi başarısızlık arasındaki uçurumun bir nedeni, bilim insanlarının küresel olarak iş birliği yaparken, politikacıların çatışma eğiliminde olmalarıdır. Çok fazla stres ve belirsizlik altında çalışan bilim insanları, dünyanın her yerinden özgürce bilgi paylaştılar ve birbirlerinin bulgularına ve içgörülerine güvendiler. Uluslararası ekipler tarafından birçok önemli araştırma projesi yürütüldü. Örneğin, karantina önlemlerinin etkinliğini gösteren önemli bir çalışma, biri İngiltere’de, üçü Çin’de ve beşi ABD’de olmak üzere dokuz kurumdan araştırmacılar tarafından ortaklaşa yürütüldü.
Buna karşılık, politikacılar virüse karşı uluslararası bir ittifak kuramadılar ve küresel bir plan üzerinde anlaşamadılar. Dünyanın önde gelen iki süper gücü ABD ve Çin, birbirlerini hayati bilgileri saklamakla, dezenformasyon ve komplo teorileri yaymakla ve hatta virüsü kasıtlı olarak yaymakla suçladılar. Pek çok başka ülke de pandeminin ilerleyişi hakkındaki verileri manipüle etti veya sakladı.
Küresel iş birliği eksikliği, kendisini yalnızca bu bilgi savaşlarında değil, daha çok tıbbi ekipman eksikliği ile ilgili çatışmalarda da gösterdi. Pek çok iş birliği ve cömertlik örneği olsa da, mevcut tüm kaynakları bir araya getirmek, küresel üretimi düzene koymak ve tıbbi kaynakların adil dağıtımını sağlamak için ciddi bir girişimde bulunulmadı. Özellikle “aşı milliyetçiliği“, nüfuslarını aşılayabilen ülkeler ile aşılayamayan ülkeler arasında yeni bir tür küresel eşitsizlik yarattı.
Pek çok kimsenin bu salgınla ilgili basit bir gerçeği anlamadığını görmek üzücü: Virüs herhangi bir yere yayılmaya devam ettiği sürece, hiçbir ülke gerçekten güvende hissedemez. İsrail veya İngiltere’nin virüsü kendi sınırları içinde ortadan kaldırmayı başardığını, ancak virüsün Hindistan, Brezilya veya Güney Afrika’da yüz milyonlarca insana yayılmaya devam ettiğini varsayalım. Brezilya’nın uzak bir kasabasındaki yeni bir mutasyon, aşıyı etkisiz hale getirebilir ve yeni bir enfeksiyon dalgasına neden olabilir.
Mevcut durumda, küresel bir iş birliği ulusal çıkarları geçersiz kılmayacaktır. Bununla birlikte küresel bir iş birliğine varmak bir fedakârlık da değildir ancak, ulusal çıkarların sağlanması için elzemdir.
Dünya için anti-virüs
2020’de yaşananlarla ilgili tartışmalar yıllarca sürecektir. Ancak tüm siyasi kamplardan insanlar en az üç ana ders üzerinde uzlaşmalıdır.
Öncelikle dijital altyapımızı korumamız gerekiyor. Bu salgın sırasında kurtuluşumuz oldu, ancak yakında daha da kötü bir felaketin kaynağı olabilir.
İkincisi, her ülke kendi halk sağlığı sistemine daha fazla yatırım yapmalıdır. Bu apaçık ortada, ancak politikacılar ve seçmenler bazen bir şekilde en bariz dersi görmezden gelmeyi başarıyorlar.
Üçüncüsü, salgınları izlemek ve önlemek için güçlü bir küresel sistem kurmalıyız. İnsanlar ve patojenler arasındaki asırlık savaşta, cephe hattı her bir insanın vücudundan geçer. Bu hat gezegenin herhangi bir yerinde ihlal edilirse, hepimizi tehlikeye atar. En gelişmiş ülkelerdeki en zengin insanların bile, en az gelişmiş ülkelerdeki en fakir insanları korumakta kişisel çıkarları vardır. Yeni bir virüs, ücra bir ormandaki yoksul bir köyde yarasadan bir insana geçerse, bu virüs birkaç gün içinde Wall Street’te yürüyebilir.
Böylesine küresel bir sistemin iskeleti, Dünya Sağlık Örgütü ve diğer bazı kurumların yapısında zaten mevcuttur. Ancak bu sistemi destekleyen bütçeler yetersiz ve neredeyse hiç politik becerileri yok. Bu sisteme biraz siyasi nüfuz ve çok daha fazla para vermemiz gerekiyor, böylece tamamen kendi kendine hizmet eden politikacıların kaprislerine bağlı kalmasın. Ancak, bu tür bağımsız bir küresel sağlık otoritesi; tıbbi verileri derlemek, potansiyel tehlikeleri izlemek, gerekli uyarıları yapmak ve araştırma-geliştirmeyi yönetmek için ideal bir platform olabilir.
Pek çok insan Covid-19’un yeni bir salgın dalgasının başlangıcı olduğundan korkuyor. Ancak yukarıdaki dersler uygulanırsa, Covid-19’un yaşattığı şok pandemilerin yayılmasında azalmaya neden olabilir. İnsanlık yeni patojenlerin ortaya çıkmasını engelleyemez. Bu, milyarlarca yıldır devam eden doğal bir evrim sürecidir ve gelecekte de devam edecek. Ancak bugün insanlık, yeni bir patojenin yayılmasını ve bir salgın haline gelmesini önlemek için gerekli bilgi ve araçlara sahiptir.
Yine de Covid-19 2021’de yayılmaya ve milyonları öldürmeye devam ederse ya da daha ölümcül bir salgın 2030’da insanlığı yeniden vurursa, bu ne kontrol edilemez bir doğal felaket ne de Tanrı’nın cezası olacaktır. İnsani bir başarısızlık, daha doğrusu siyasi bir başarısızlık olacaktır.
Fotoğraf: Mick Haupt