Geçtiğimiz yazılarda tarihçi Kemal Karpat’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda 1893 okur oranının %54 veya %66 olduğuna ilişkin iddialarını inceleyip yanlış olduğunu göstermiş, sonra da Osmanlı’da modern eğitimin evrimini ele almıştık. Şimdi meşhur 1927 nüfus sayımına gelelim. Bu sayım okuma bilenlerin oranına dair ne iddia ediyor?
1927’ye dair yaygınca duyduğumuz %8 küsurluk oran aslında tüm yaş gruplarını içeren genel nüfustaki oran.[1] Okur yazarlık istatistiği günümüzde 15 yaş üzeri nüfus için ölçülüp bildirilir, 1927 sayım raporları okur yazarlık oranını okul çağından itibaren yani 7 yaş ve üzeri için erkeklerde %17,42 kadınlarda %4,63, bütünde %10,58 olarak bildiriyor. Biz %11 diye yuvarlayalım. Bunun gerçekçi olup olmadığını analiz etmeden önce bu sayımla ilgili vurgulamamız gereken birkaç nokta var.
Birincisi, 1927 nüfus sayımı, Osmanlı dönemindeki öncüllerinden çok ileride, modern bir sayım. Osmanlı’nın en iyi bilinen 1881-1893 “sayımı,” aslında uzun yıllar süren kayıt ve tahminlere dayanıyordu. 1927 sayımı ise “neticeleri daima şüpheli olan tahmin usulleri yerine bu defa bütün memleket dahilindeki nüfusun birer birer ve bir günde kamilen kayt ve tadadını temin etmek üzere” yapıldı.[2] Sırf bu sayımı yapabilmek için, köyler dahil Türkiye’deki tüm yerleşimlerdeki her bir hane ilk defa resmen numaralandırılarak kayda geçirildi ve sokaklara isim verildi. Bir yıllık bir hazırlık dönemi ve çeşitli yerlerde deneme sayımlarının ardından, tarih önceden duyurulmak üzere sokağa çıkma yasağı da uygulanarak, 28 Ekim 1927 Cuma günü 52.276 görevli ile sayım yapıldı. İstanbul hariç bütün ülkeden sonuçlar üç gün içinde alındı ve verilerin tasnifi de ayda ortalama yetmiş memur eliyle 17 ayda tamamlandı. Bu sayımdan çıkan veriler Osmanlı istatistiklerinden çok daha güvenilir olmalı—arada çelişki kalırsa 1927’yi birincil referans olarak almak gerekir.
İkincisi, harf devrimi gündeme gelmeden önce yapılmış bu sayımın Latin harfleriyle okumayı bilenleri saydığı iddiasının ciddiyeti yok. Sayıma ilişkin raporlar, ölçülenin “Arap harfleriyle okumak bilen nüfus” olduğunu birkaç kere açıkça bildiriyor. Sayım memurlarına verilen talimatlar da açık: “tahrir edilen şahıs matbu bir varakayı meselâ bir kitap veya gazeteyi okuyabiliyorsa «evet» okuyamıyorsa «hayır» yazılır. Okumak bilip bilmediğinde tereddüt edilen kimselere, tahrir cetvelinin bir tarafını göstererek okutmak maksadı temin eder.”[3] O tarihte Latin harfleriyle basılmış yaygın Türkçe evrak bulunmadığına ve tahrir cetvelinin kendisi eski harfli olduğuna göre buradaki durum aşikar. (Bu arada nüfus sayımıyla birlikte dağıtılıp 1929’a kadar kullanılan yeni nüfus cüzdanları da eski harfli). Zaten çoğunluğu kendi köylerini saymak üzere bu sayım için yerel halktan seçilerek görevlendirilmiş on binlerce sayım memurunun Latin harfli Fransızca metin bulup hanelerde bunu soracağını, ve Gayrimüslim azınlıkların bile kendi dilleri için Latin harflerini geleneksel olarak kullanmadığı bir memlekette ezici çoğunluğu köylü olan halkın %11’inin Fransızca okumayı bildiğini hayal etmek abesle iştigal olur.

Üçüncüsü, cumhuriyet rejiminin, bu sayımdan çıkacak okur yazarlık oranını olduğundan düşük göstermek gibi bir motivasyonu bulunduğuna dair bir emare de yok. Rejimin en büyük motivasyonu, Türkiye’nin bir ulus olarak fizibilitesinden şüphe eden Batılı muhataplara, nüfusun zannedildiğinden büyük olduğunu gösterebilmekti. Okurluk gibi bir medeniyet göstergesi için de benzer motivasyon düşünülebilir. Kaldı ki daha iki sene önce Şeyh Sait isyanının gerçekleştiği ülkede yapılan bu ilk sayım, Kürtçe konuşan nüfusu ve bunların hangi vilayetlerde çoğunluğu oluşturduğunu gösteriyor ki bunu biz 1965’ten beri resmen yapamıyoruz. Veri saklamak veya çarpıtmak söz konusu olsaydı, Türkçe dışındaki dillere dair bu detaylı kısma 1927 sayımında ve raporlarında yer verilmezdi. Yani rejimin bu başlangıç noktasında saklamayı değil görmeyi ve bilmeyi arayan bir devlet aklı var. Fakat şöyle bir lojistik kısıt olabilir: Sayım memurlarının 4-5 saatte 250-300 kişiyi sayacağı varsayılmış, yani her 1 kişinin 15 soruluk sayım anketini tamamlaması için 1 dakikadan biraz fazla süre düşüyor. Böyle bir ortamda, okumayı sıbyan mekteplerinde yarım yamalak öğrenmiş bazı kişilerin okuma bildiğini göstermek isteği veya imkanı gerçekleşmemiş olabilir. Bu arada ölçülenin eski harfler ile Türkçe okuma yetisi olduğunu hatırlatalım. Yani okur yazarlığın çok düşük çıktığı Mardin gibi bazı doğu vilayetlerinde, yalnızca Arapça okuyabilen nüfus varsa, bunlar muhtemelen okur sayılmadı.[5] Bu gibi sayım pratikleri genel okur oranında belki mesela 1 puanlık negatif marj yaratmış olabilir.

Dördüncü olarak, sayımdan çıkan rakamlar inandırıcı mı, şimdi ona gelelim. Şehirlere odaklandığımızda konuyu daha iyi anlayacağız. 1927 verileri üzerinde yapılan 1932 tarihli bir çalışma, 7 yaş ve üzeri nüfusta okuma bilenlerin kırılımını köylerde %5,97, şehirlerde %32,04 olarak ayıklıyor.[7] Bu hiç de olması gerekenden düşük görünmüyor. Şehirler için üçte ikisi erkek olan %32’lik bir okur oranı, daha çok İstanbul ve vilayet merkezlerinde örgütlenebilmiş Osmanlı modern eğitim sistemine dair bildiklerimizle genel itibariyle uyumlu.
Nasıl uyumlu? Bu gibi hesapları elde somut rakamlar olmadan kafada canlandırmak kolay değil. Bu yüzden konuyu somutlaştırmak için aşağıda bir simülasyon yaptım. Simülasyon tablosunun I numaralı satırı, yaş gruplarının genel nüfus içindeki oranına dair 1927 sayımı resmi sonuçlarını bildiriyor. II numaralı satır, çocuk sayısının şehirlerde nispeten az olacağını düşünerek bu oranların şehirler için “düzeltilmiş” halini yansıtıyor.[8] III numaralı satır ise, buna dayanarak her yaş grubunda erkekler ve kadınlar için ne kadarlık bir grup okur oranı varsaymalıyız ki toplamda 1927 sayımının 7 yaş ve üzeri şehir nüfusu için tespit ettiği %32’lik okuma oranına yaklaşabilelim, bunu gösteriyor. Çıkan sonuçlardan anlaşılıyor ki 1927 sayımı verileri, 1880’lerin reform programına yetişen kuşaklar için şehirlerdeki erkeklerin en az yarısının, kadınların üçte birine yakınının okur olabileceğini dışlamıyor. 1908 sonrası doğmuş kuşakta tüm ülkedeki şehir nüfusunun belki de yarıya yakını okur. İstanbul’da bu çoğunluk demek olacak. Zaten İstanbul için köylüler, kadınlar ve yaşlılar dahil tüm 7 yaş ve üstü nüfusta okur oranı %45. Demek ki imparatorluk sona ererken İstanbul’daki Osmanlı erkeği tipik olarak okuma bilen bir erkekti.

1927 sayımına kuşkuyla yaklaşanların sanırım anlamadığı şu: Şehirlerdeki bu tabloya rağmen, o sırada nüfusun dörtte üçünden fazlası köylerde yaşadığı için genel ortalama düşüyor ve ülke geneli için %11-12 gibi bir okur oranı ortaya çıkabiliyor. Bu sayılar ile Osmanlı toplumuna dair bilgilerimiz arasında büyük bir çelişki yok.
1927 okur oranıyla ilgili bir ilginç nokta, bu sayımda eski harflerle okuyanlar ölçülmüş olmasına rağmen çıkan oranın yeni harflerle okuma ölçen 1935 sayımı ve sonrasındaki okur oranları ile uyumlu bir artan trend çizgisi oluşturması. Bunun açıklaması şu olabilir: eski yazıyla iyi okuma bilenler, daha çok modern eğitim sistemindeki ve mesleklerdeki insanlar olduğu için, yeni harflerle okumayı da herhalde önce yine bunlar öğrendi. Yani eski ve yeni harfli okur demografileri örtüştü. Şunu biliyoruz ki yeni harflerle okumayı öğrenme işi, spontane olmadı, yeni rejim bunu Millet mektepleri veya Ulus okulları adı verilen bir yetişkin eğitimi kampanyasıyla destekledi. Ulus okullarını bitiren vatandaş sayısı sırf 1928/29’da üçte biri kadın olmak üzere 597.010, 1934 itibariyle toplam 1.288.000 oldu.[9]
Bu yazı dizisini bitirirken şunu vurgulamalıyım. Osmanlı zamanı okurluk oranını bunca düşüren kır nüfusunun geriliğini cumhuriyet rejimi de hemen çözebilmiş değildir. Bunun için gerekli finansman, örgütlenme modeli ve uygun insan kaynağı bir türlü bulunamamıştır. Eğitim kurullarında yerel eşrafın etkisi kırılamamıştır. Köy enstitüleri gibi deneyler uzun soluklu olamamıştır. Sonuç olarak ilerleme yavaş olmuş ve yöneticileri de tatmin etmemiştir. 1950’de köyler dahil ülke genelinde 15 yaş üstü nüfusta okuma bilenlerin oranı hala %32 idi. Türkiye’de nüfusun genelinin eğitimli ve sağlıklı hale gelmesi, maalesef köyün kalkındırılmasıyla değil ancak köylülerin şehre kitlesel göçü ve şehirdeki imkanlardan faydalanabilmesiyle mümkün oldu (bu da şehirleri ve şehir kültürünü darmadağın etti). Mesela bunun son büyük dalgası 2000’lerin başına denk geldiği için AKP hükümetlerinin erken ve orta dönemleri insani kalkınma göstergelerinde esaslı bir ilerleme dönemi olarak ortaya çıkar. Hangi lideri daha çok seviyorsak onun dönemini altın çağ olarak düşünmek yersiz. Bu meseleler en çok uzun vadede şekillenen nüfus hareketleriyle ilgili ve zaten bu dünyada altın bir çağ yok.
Kısacası,
1) Cumhuriyet devrimlerini beğenmedikleri için geç Osmanlı dönemini bir altın çağ olarak hayal etmek isteyenlerin hayalleri temelsiz. Eski harfler ile okumayı ölçen 1927 nüfus sayımına göre 7 üstü nüfusta okur oranı şehirler için %32, çoğunluğu köylerde yaşayan nüfusun tamamı içinse yalnızca %11 idi ve bu Osmanlı eğitim sistemine ilişkin diğer bilgilerimizle büyük ölçüde uyumlu. Kemal Karpat’ın aksi yöndeki iddiası hesap hatalarına dayanıyor ve tamamen unutulsa en iyisi olur. Bu arada Osmanlı’da okurluğu yaygınlaştıran da Kuran kursu niteliğindeki geleneksel sıbyan mektepleri değil, Batı’dan ilhamla başlayan bir modernleşmenin ürünü usul-ü cedid iptidaileriydi ve kırsalda bunlardan çok yoktu.
Fakat,
2) Erken Cumhuriyet dönemini bir altın çağ olarak hayal etmek istediği için kırsal geriliğin cumhuriyetle hemen çözüldüğünü zannedenler varsa onların zannı da temelsiz. Osmanlı’nın çözemediği önemli bazı toplumsal sorunları Cumhuriyet de çözememiştir. Çünkü Osmanlı yöneticileri fazlasıyla aptal ya da umursamaz değildi. Oyun zordu. Sorunların çoğu, cumhuriyetin kurduğu çerçeve içinde ama uzun vadede azalabildi.
Aslında şunu fark etmek, tarihle kavgalarımızı ve tarih üzerinden birbirimizle kavgalarımızı azaltabilir diye düşünüyorum: İstisnai ölçüde saçmalayıp çuvallayan bir Osmanlı yok. Tüm tarım toplumları modern dönemde nispeten geriye düşüyor. Çünkü istisna olan Batı. Onlara farklı bir şeyler oluyor ve herkesten başka bir yön çiziyorlar. Sanayi devrimiyle ve onu mümkün kılan her neyse onunla. Osmanlı mirasçısı cumhuriyet yurttaşları olarak bizim geçmişe dair komplekse girmemiz de hayale kapılmamız da yersiz. Önümüze bakıp geleceği kurtaralım.
Şarkı önerisi: https://open.spotify.com/track/0EdYLCHThvtSmze7iEqlEN?si=4ad5a750088f40fa
[1] Bu arada bunun doğrusu %8,16. Ama 1927 sayımı resmi rapor özetinin bir yerinde galiba daktilo hatasıyla %8,61 yazılmış, bugüne kadarki ikincil kaynaklarda da bu hata tekrarlanıyor.
[2] Sayımın lojistiği ile ilgili bilgiler, 1929 tarihli resmi raporun 3. fasikülünden: 28 Teşrinievvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri Fasikül III, Usuller Kanun ve Talimatnameler, Neticelerin Tahlili. Ankara: Başvekalet Müdevvenat Matbaası, 1929. Alıntı sf. 97’den. Dijital erişim için: https://kutuphane.ttk.gov.tr/resource?itemId=265450&dkymId=1564. (Bu fasikülün bir örneği de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın 2023’te bastığı Cumhuriyetin İlk Sayımı kitabı içinde mevcut).
[3] Adı geçen 3. fasikül, sf. 114.
[4] https://phebusmuzayede.com/171895-turkiye-deki-ilk-genel-nufus-sayimi-olan-1927-um-m-nuf-s-tahr-ri-nde-nufus-memurlarinin-kullandigi-orijinal-zarfi-icinde-ve-doldurulmamis-nufus-sayim-defteri-35×25-cm-.html
[5] O dönemde yaygın Kürtçe yazın bulunmuyordu. Gayrimüslimler ise nüfusun yalnızca %2,4’ü ki bunlar arasında özellikle Ermeni ve Yahudi okurların çoğu muhtemelen Türkçe okumayı da bilecektir.
[6] 1927’de eski yazıyla basılmış bu rapor, muvakkat yani geçici rakamları bildiriyor. Dijital erişim için: https://ia802909.us.archive.org/21/items/umumnfustahriri20004tu/umumnfustahriri20004tu.pdf. Ayrıntılı sonuçlar ise 1929 basımı yeni harfli fasiküllerde.
[7] Sedat Zaim, (1932). “İstatistikler ve Köyde Maarif,” Dönüm Mecmuası sayı 4, s. 23-24. Dijital erişim için: https://kutuphane.tarimorman.gov.tr/pdf_gosterfile=a18900ec1a7f29b49f99572717750ef4#book/129. 1927 sayımı raporları, okuma bilenlerin şehirler ve köyler arasındaki kırılımını, bazı vilayetler için veriyor, bazıları için vermiyor. Bu yüzden Sedat Zaim, kırılımın verilmediği 303 kaza ve (çoğu yoksul) 16 vilayet merkezini mecburen köy nüfusu içine saymış. Yani bu hesaptaki şehir nüfusu; 24 kaza ve 47 vilayet merkezinden oluşuyor.
[8] I numaralı satırdaki yaş gruplarının nüfusa oranı için kaynak: 28 Teşrinievvel 1927 Umumi Nüfus Tahriri Fasikül I, Mufassal Neticeler. İstanbul: Hüsnütabiat Matbaası, 1929. sf. XXXII. Yaşı “meçhul” olan az sayıdaki kişiyi 45 yaş üzeri kabul ettim. II numaralı satırdaki şehirler için düzeltilmiş oranlar benim varsayımım. Bunun gerçeği, aynı fasikülde her vilayet için ayrı ayrı bildirilen köy ve kent yaş grubu tabloları üzerinden hesaplanabilir. Bütünüyle hesaplamadım ama birkaç vilayete bakınca varsayım yönünün doğru olduğunu görüyorum. Mesela Isparta vilayetinde 7 yaş üstü nüfusta 7-19 yaş grubunun oranı şehirde %27 iken köylerde %30. Veri kaynağı fasiküle dijital erişim için: https://kutuphane.ttk.gov.tr/resource?itemId=265164&dkymId=59995
[9] Wilson, Howard ve Başgöz, İlhan. 1968. Türkiye Cumhuriyetinde Milli Eğitim ve Atatürk. Dost Yayınları. sf. 120.

