Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    • Destek Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
      • Kitap Yorum
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • ABD Gündemi
      • Avrupa Gündemi
    • daktilo2
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Yayımla ya da Yok Ol: Sosyal Bilimlerin Anlam Krizi
    daktilo2

    Yayımla ya da Yok Ol: Sosyal Bilimlerin Anlam Krizi

    Umut Dağıstan9 Kasım 20257 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Bilim, hikâyenin en başından beri, insanlığın dünyayı anlama arayışının en tutkulu biçimi olmuştur. Fakat bugün bu arayış, kendisini çoğu zaman bir performans sisteminin, bir yayın endüstrisinin ve bir tür ölçülebilir(?) başarı fetişizminin içinde bulmaktadır. Pek tabii özellikle sosyal bilimler, bu dönüşümden hem en çok etkilenen hem de en çok sorgulanan alandır. Bunun gene sosyal bilimlere içkin çeşitli ve haklı nedenleri elbet var. Zira sosyal bilimler, insanın ve toplumun anlam üretme biçimlerini incelerken, kendisi de o anlam üretim sisteminin bir parçası hâline gelmiştir.

    Bir zamanlar üniversite, insanın bilme arzusunun mabediydi. Bugün ise çoğu zaman bir üretim bandı gibi işliyor: makale, rapor, proje, atıf, endeks… Bilimsel araştırmanın doğasındaki merak yerini mecburiyete, yaratıcılık yerini ölçülebilir verimliliğe bırakmış durumda. Bu dönüşüm, ister istemez, hem üniversitenin anlamını hem de sosyal bilimlerin amacını yeniden tartışmayı zorunlu kılıyor.

    Sosyal bilimlerin tarihsel rolü, insanın kendisini, toplumunu ve kültürünü anlama çabasıdır. Doğa bilimleri dünyanın işleyişini açıklarken, sosyal bilimler ise “insanın dünyadaki yerini” sorgular. Bir fizikçi doğayı modellemeye çalışır, bir sosyolog ise toplumun kendini nasıl modellediğini inceler. Sosyal bilimler bu yönüyle, doğa bilimlerinden çok daha politik, etik ve kültürel bir nitelik taşır. Bu disiplinler, bireylerin yaşamını doğrudan dönüştürmeyebilir, ama toplumların düşünme biçimini değiştirir. Demokrasi, insan hakları, toplumsal cinsiyet, çevre adaleti gibi kavramlar sosyal bilimlerin ürettiği teorik mirasın ürünleridir. Bu anlamda sosyal bilimler, denilebilir ki, yalnızca dünyayı açıklamakla kalmaz, onu yeniden kurma kapasitesini de ortaya koyar.

    Fakat işte tam da burada büyük bir paradoks zuhur eder: Sosyal bilimlerin anlam üretme gücü, modern akademik sistemin yapısal baskıları altında nasıl devam edebilir?

    O zaman bandı biraz geriye saralım. 20. yüzyılın ortalarından itibaren, özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde bilimsel faaliyetler devletlerin ve büyük kurumların stratejik yatırımı hâline geldi. Üniversiteler artık yalnızca bilgi üreten değil, verimlilik, rekabet ve ölçülebilir başarı prensipleriyle yönetilen kuruluşlara dönüştü. Bu dönüşüm, özellikle 1980’lerden sonra “publish or perish” mottosuyla simgeleşti: “Yayımla ya da yok ol.” Akademisyenlerin terfi, fon ve saygınlık kazanması artık ürettikleri fikirlerin derinliğiyle değil, kaç makale yayımladıkları ve kaç atıf aldıklarıyla ölçülür oldu. Bugün Türkiye’de herhangi bir üniversitenin genç akademisyenlerinin aralarındaki sohbetlerine kulak misafiri olursanız, yayın zorunluluğunun ağır yükü altında ezilen bu yeni nesil araştırmacıların, eski kuşak profesörlerin sınırlı sayıda ve görece mütevazı nitelikteki yayınlarıyla nasıl akademik unvanlara erişmiş olduklarından yakınan eleştirilerini işitebilirsiniz.

    Bu durumun sonucu olarak ortaya çıkan tablo düşündürücüdür. Her yıl on binlerce makale, neredeyse kimsenin okumadığı dergilerde yayımlanmakta, aynı konular, aynı teorik çerçeveler, aynı literatür tekrar tekrar üretilmektedir. Sosyolog Pierre Bourdieu’nün “akademik alan” kuramı burada yeniden anlam kazanır. Bourdieu, bilimin kendi içindeki sembolik sermaye oyunlarını tanımlamıştı. Kim daha çok yayın yaparsa, kim daha çok görünürse o “daha bilimsel” kabul ediliyordu. Bugün bu mekanizma, küresel ölçekte işler hale gelmiştir. Bilgi üretimi, bilimsel piyasanın kurallarına tamamen tabidir. Bu da bir yönüyle akademisyeni piyasaya göre yayın yapma noktasında zorlamaktadır.

    Bir de işin ekonomik ayağı var tabii. Bu sistemin ekonomik boyutu da dudak uçuklatan seviyelerdedir. Akademik yayıncılık, bugün milyar dolarlık bir endüstriye dönüşmüş durumda. Elsevier, Springer, Taylor & Francis gibi dev yayınevleri, akademik emeği metalaştırarak kâr eden şirketlerdir. Küresel akademik yayın pazarı büyüklüğü, 2024 verilerine göre yaklaşık 25.6 milyar dolardır. 2033’e kadar 38.2 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.

    Sistem çok basit ve şeffaf işler aslında. Araştırmacı, ücretsiz olarak makalesini yazar, hakemler gönüllü olarak değerlendirme yapar, ancak üniversiteler bu dergilere erişmek için astronomik abonelik ücretleri öder. Bu model, bilginin ticarileştirilmiş biçimini temsil eder. Bilgi bir kamusal değer olmaktan çıkar, bir meta haline gelir. Üstelik buna son yıllarda hızla artan bir biçimde akademik yayınevlerinin açık erişim politikalarına geçmesi eklenince sömürü başka bir seviye çıkmıştır. Bu sistemde, özellikle fon kaynakları sınırlı olan genç araştırmacılar, nitelikli çalışmalarını yayımlatmak için binlerce dolarlık APC’leri karşılamak zorunda kalırken, yayınevleri hiçbir editoryal maliyet üstlenmeksizin kârlarını katlamaktadır.

    Sosyal bilimlerde bu süreç daha da çelişkilidir, çünkü sosyal bilimler tam da bu tür eşitsizlikleri eleştiren disiplinlerdir. Bir yandan kontrol dışı kalmış neoliberal ekonominin eleştirisini yaparken, diğer yandan aynı neoliberal mekanizmanın içinde “yayın yaparak” var olurlar. Bu durum, sosyal bilimcinin kendisiyle sürekli bir etik gerilim yaşamasına da yol açar. Marx’ın özü itibariyle Hegel’e ait olan “yabancılaşma” kavramı, burada neredeyse birebir geçerlidir. Akademisyen, ürettiği bilginin sahibi değildir, çünkü o bilgi artık kişisel merakın değil, kurumsal performansın ürünüdür. Öğretim üyeleri, araştırma yapmaktan çok proje yazma, bütçe yönetme, etki faktörü kovalama gibi görevlerle meşguldür.

    Bu süreçte merak temelli saf bilim ve araştırma giderek imkânsız hale gelir. Çünkü üniversite artık merakın yeri değil, hatta kariyer basamağı da değildir, tamamen bir varolma mücadelesi alanıdır (“publish or perish”). Bilimsel üretim biçimleri bile bu sisteme göre biçimlenir. Araştırma konuları kısa vadeli, sonuçları ölçülebilir, dili standartlaşmış olmak zorundadır. Bilim insanı, sistemin ve kendisinin elbirliğiyle ürettiği dilin mahkûmudur artık. Üstelik bu baskı sadece bireysel düzeyde değil, yapısal olarak da işler. Akademik sistem, orijinal düşünceyi değil, uyumlu düşünceyi ödüllendirir. Risk alan, disiplinler arası düşünen ya da eleştirel yaklaşan araştırmacıların fon bulması, yayın yapması ve ilerlemesi çok daha zordur. Bu durum, bilimin içsel dinamizmini felce uğratır haliyle. Ve tüm akademide büyük oranda vasatın krallığı hüküm sürmeye başlar.

    Üniversite kavramı tarih boyunca farklı anlamlar taşımıştır. Ortaçağ’da bir “bilgelik topluluğu” olarak konumlanmışken, Humboldt modeliyle birlikte araştırma ve öğretimi birleştiren bir kurum haline gelmiştir. Ancak bugün üniversite giderek yönetilen bir organizasyon, hatta bir şirket gibi işlemektedir. Rektör artık entelektüel bir lider değil, salt bir yöneticidir; öğretim üyesi “araştırmacı” değil, “performans üreten çalışan” olarak görülmektedir. Üniversiteler sıralama sistemlerine (QS, THE, ARWU) göre rekabet eder, öğrenci memnuniyeti anketlerine göre ölçülür. Bu süreçte bilgi üretiminin ruhu, yerini ölçülebilir olanın mantığına bırakır.

    Bir başka çelişki de dijitalleşmeyle ilgili elbet. Bilgiye erişim demokratikleşmiş olsa da, üniversite bu değişime tam anlamıyla uyum sağlayabilmiş değil. Öğrenci artık bilgiye ulaşmakta değil, bilgiyi yorumlamakta zorlanıyor. Ancak üniversite hâlâ “ezber” temelli müfredatlara, eski sınav biçimlerine ve kapalı bilgi sistemlerine bağlı kalıyor. Böylece kabul edelim ki hem öğretim hem öğrenim biçimi, 20. yüzyılın zihniyetinde sıkışıp kalıyor.

    Sosyal bilimler bu tablo içinde kendi kimliğini de sorgular hale gelmiştir günümüzde. Artık birçok makale, belirli teorik kalıpları ezberleyip uygulamaktan öteye geçemiyor. “Foucaultcu analiz”, “Bourdieuvari çözümleme”, “Butler yaklaşımı” gibi etiketler, düşünsel yeniliğin yerine geçiyor. Akademisyenler, özgün fikirler üretmek yerine “güvenli teorik çerçeveler” içinde kalmayı tercih ediyor, çünkü bu tür çalışmalar hakem süreçlerinde daha kolay kabul görüyor. Sonuçta ortaya çıkan tabloda, herkes konuşuyor, ama çok az şey söyleniyor; o söylenen az şeyi de ondan da az insan dinliyor. Yayınlar çoğalıyor, ama bilginin toplam niteliği düşüyor. Bilimsel dil, anlaşılabilir olmaktan uzaklaşıyor, akademi kendi jargonuna hapsoluyor. Bunun sonunda da sosyal bilimci, toplumdan koparak kamusal alandaki etkisini yitiriyor.

    Bu sistemin etik boyutu da ciddi bir tartışma konusu. Yayın baskısı, araştırmacıları bazen sahte veri üretmeye, intihal yapmaya, ya da aynı araştırmayı “dilimleyip” birkaç farklı dergide yayımlamaya itmektedir. Böylece bilimin en temel ilkesi olan dürüstlük zedeleniyor. Üstelik akademik emeğin sömürüsü sadece içeride değil, küresel düzeyde de işliyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki araştırmacılar, batılı dergilerin standartlarına uymadıkları için dışlandıklarından, bilgi üretimi “merkez” ülkelerde yoğunlaşıyor. Bilgi böylece evrensel bir değer olmaktan çıkıp, tabir caizse jeopolitik bir sermaye haline geliyor.

    Belki de bugün sosyal bilimlerin en acil yapması gereken, dünyayı değil, bilimin kendisini anlamak, belki de onu yeniden tanımlamak. Çünkü bilimin krizinin merkezinde, adını koyalım lütfen, insanın kendi üretimlerine yabancılaşması yatıyor. Bu yabancılaşmayı aşmak için, akademinin yeniden kendini düşünmesi, “ne için bilim yapıyoruz?” sorusunu cesurca sorması gerekiyor. Sosyal bilimler, doğa bilimlerinin aksine kesinlik peşinde değildir, Weber’den beri anlamın peşindedir. Fakat anlam, piyasalaşmış bir akademik sistemde tozun toprağın altında kolayca kaybolur. Bugünün üniversitesi, bilginin değil, bilgisel performansın üretim merkezi. Ancak hiçbir performans, anlamın yerini dolduramaz.

    Sosyal bilimler, sadece dünyayı anlamak için değil, anlamın kendisini kurtarmak için vardır. Çünkü insanın dünyadaki varlığını anlamlandırma çabası, her şeyin ötesinde, en saf bilimsel eylemdir.

    Fotoğraf: Dom Fou 

    Dünya Ekonomi Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikModernleşmenin Parçalı Doğası: “Kadından Kentler”de Kadın, Kent ve Bireyselleşme
    Sonraki İçerik Osmanlı’da Okuryazarlık, Bölüm 2: Osmanlı Eğitim Sistemine Bakış

    Diğer İçerikler

    daktilo2

    Ömer Taşpınar: Demokrat mavi dalga 2026 yılında Temsilciler Meclisinde çoğunluğun değişmesine neden olacak gibi görünüyor

    9 Kasım 2025 Gökhan Korkmaz
    daktilo2

    Osmanlı’da Okuryazarlık, Bölüm 2: Osmanlı Eğitim Sistemine Bakış

    9 Kasım 2025 Alper Yağcı
    daktilo2

    Modernleşmenin Parçalı Doğası: “Kadından Kentler”de Kadın, Kent ve Bireyselleşme

    9 Kasım 2025 Öznur Akcalı Yılmaz

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Tony Blair: From the Iraq War to the Gaza Plan -The Evolution of a Politician into a Global Network of Power, Money, and Influence

    7 Kasım 2025 D84 INTELLIGENCE Reza Talebi

    Dünya Gündemi: Zohran Mamdani ve Demokratlar Kazandı, Trump ve Cumhuriyetçiler Kaybetti, ABD Halkından Müesses Nizama Mesaj

    5 Kasım 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    Türkiye’de Televizyon Haberciliğinin Geleceği: Ekonomik Daralma, Etik Erozyon ve Yeni İş Modelleri

    4 Kasım 2025 Yazılar Gökhan Korkmaz

    ABD Gündemi: Trump’ın Pasifik Turu, Venezuela Gerilimi, Gazze’de Ateşkes Bitti, Yerel Seçimlere 3 Kala

    3 Kasım 2025 Bültenler Emrullah Özdemir

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Kasım 2025
    • Ekim 2025
    • Eylül 2025
    • Ağustos 2025
    • Temmuz 2025
    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • daktilo2
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}