Yargıtay verilerine göre bugün Türkiye’de faal parti sayısı 180. Bu partilerin yaklaşık üçte ikisi 2017 anayasa değişikliği sonrasında kuruldu. 24 tanesi 2023 seçimlerine katıldı ve ittifak listeleri sayesinde yasama döneminde TBMM’de temsil edilen parti sayısı 15’e kadar çıktı. Bu yüzden 2023 sonrasının Türk siyaseti çoğu gözlemciye “her yerde yeni parti” görüntüsü veriyor. Ancak mesele, sayıca çoğalmaktan ziyade rekabetin hangi blokta biriktiğiyle ilgili.
Parçalanma asimetrik ilerliyor: Sağın içinde çeşitlenme ve rekabet keskinleşirken sol oylar CHP ve DEM’de görece konsolide kalıyor. Bu tabloyu yalnızca kurumsal değişimlerle, örneğin ittifak sistemiyle açıklamak eksik kalır. Zira 2017 sonrasında kurumsal mimari, giriş eşiklerini düşürüp koordinasyon maliyetlerini azaltmış olsa da parçalanmayı kalıcı kılan asıl unsur, sağın tarihsel damarlarının yeniden siyasal örgütlenmeye dönüşmesidir. Başka bir deyişle, kurumsal mühendislik kapıyı araladı; sağ içi ideolojik yeniden diziliş o kapıyı açık tuttu ve içeride yeni odalar kurdu.
1990’larda yüksek parçalanma ve oynaklıkla anılan sistem, 2000’lerde AKP’nin sağı tek çatı altında birleştiren hâkim parti yapısına evrildi. Bu evrede parlamentodaki parti sayısı azaldı, rekabetin ağırlığını AKP belirledi ve sağ içindeki ideolojik çatallanma büyük ölçüde maskelendi. Bu sonucun arkasında, Kirchheimer’in catch-all party mantığına uygun geniş tabanlı bir siyasallaşma; sağ kadro ve teşkilatların kooptasyonu; yerel yönetim performansı ve sosyal yardım ağlarıyla kurulan çapraz sınıf koalisyonu; muhafazakârlık, milliyetçilik ve Millî Görüş damarlarını kapsayan esnek bir söylem; %10 seçim barajının yarattığı yapısal teşvikler ve ekonomik büyüme ivmesi yer aldı. Bu bileşim, sağ seçmeni tek bir taşıyıcı altında toplayarak sistem ölçeğinde parçalanmayı uzun süre düşük tuttu ve bu dönemi Türk siyasal tarihinde istisnai kıldı.
Kırılma, 2015’te çoğunluğun kaybı sonucu birleştiricilik kapasitesinin sarsılmasıyla başladı, 2017’de başkanlık-ittifak mimarisinin yürürlüğe girmesiyle pekişti. Teoride tüm aktörlere açık olan bu düzen, pratikte sağda çok daha güçlü bir yankı buldu çünkü bastırılmış ideolojik fay hatları su yüzüne çıktı. Üstüne ekonomik kriz, kişiselleşen yönetim ve demokratik erozyon eklenince AKP’nin sağı mıknatıs gibi tutan etkisi zayıfladı. Böylece sağ, ılımlı milliyetçilik, liberal-muhafazakârlık, Millî Görüş İslamcılığı ve göçmen karşıtı radikal sağ popülizm gibi çizgileri belirginleştiren bir rekabet düzlemine taşındı. Parti içi fraksiyonlarda emilen ya da marjinalleştirilen bu damarlar geniş sağ havzayı yeniden çok merkezli kıldı. AKP ve MHP’nin beslendiği sağ havzadan çıkan bu partiler, yalnızca elit anlaşmazlıklarının değil ideolojik fay hatlarının yeniden canlanmasının ürünü oldu.
Veriler bu asimetrik kaymayı destekliyor. Parti sistemindeki parçalanmayı ölçen Laakso–Taagepera’nın ENP endeksi, oy oranlarına göre hesaplandığında 2015 Kasım’da yaklaşık 3’ten, 2023’te 4,5 bandına yükselirken parlamentodaki ENP göstergesi de benzer yönde artış gösterdi. Ancak bu artış siyasi yelpazenin geneline eşit dağılmadı. Sağ blok içi ENP 2015’te 1,5 civarından 2023’te 2,6’ya yaklaştı; solda ise kayda değer bir sıçrama gözlenmedi. Seçmen dalgalanmasının bileşimi de bu tabloyu tamamlıyor. 2018 ve 2023’te toplam oy hareketliliğinin önemli bir kısmı –yaklaşık dörtte üçü– bloklar içinde gerçekleşti. Yani seçmen çoğunlukla karşı bloğa geçmek yerine, kendi bloğu içinde yer değiştirdi. Bu, parçalanmanın yalnızca kurumsal koşulların sonucu olmadığını, aynı zamanda seçmen düzeyinde ideolojik taleple de beslendiğini gösteriyor. Sonuç olarak, AKP dışındaki sağ partilere yönelen oyların payı artış eğiliminde: Sağ partilerin (AKP dışı) toplam oy oranı Kasım 2015’te yaklaşık %13 iken 2018’de %23, 2023’te %27 düzeyine çıktı.
Üç örnek üzerinden tabloyu somutlaştıralım. İYİ Parti, MHP içi itirazdan doğdu ve seküler milliyetçi/merkez sağ bir çizgide konumlanarak milliyetçi alanın tek kanallı olmadığını gösterdi. 2018 ve 2023’te yaklaşık %10 bandında seyretti ve 2019 yerel seçimlerinde büyükşehir sonuçlarını etkileyen muhalefet koordinasyonunun kurucu unsurlarından biri oldu. Yeniden Refah Partisi, Millî Görüş mirası ve ağlarını güncelleyerek İslamcı söylemi canlandırdı. 2023’te Cumhur İttifakı içinde yer alarak memnuniyetsiz seçmenin muhalefete geçişini sınırladı. 2024 yerel seçimlerinde ise ülke genelinde üçüncü parti konumuna yükseldi. Zafer Partisi ise göç, güvenlik ve anti-elitist vurgularla radikal sağ popülizmi kurumsallaştırdı. Görece yaygın ve dengeli oy coğrafyasıyla 2023 cumhurbaşkanlığı yarışında ikinci tur denkleminde belirleyici aktör oldu. Ortak sonuç açık: Parçalı sağ ekosistemi geri döndü ve bu çok merkezlilik geçici bir yeni parti modası değil, kalıcı bir ideolojik yeniden dizilişin ürünü.
Rejim açısından denklemi zorlaştıran tam da bu kalıcılık. Rekabetçi otoriter rejimler çoğu zaman parçalanmayı “yönetilebilir çoğulluk” olarak kullanır. Siyasal alanı bütünüyle kapatmadan, kuralları manipüle ederek rekabeti kontrol altında tutar ve iktidar lehine asimetri üretir. Türkiye’de 2017 anayasa değişikliği ve ittifak sistemi de başlangıçta böyle okunabilirdi. Ancak sağ içindeki ideolojik çeşitlenme bugün otonom aktörler doğuruyor. Bu aktörler, iktidarın söylem tekeli üzerinde de baskı yaratıyor. “Milli/gayri-milli” ayrımı, milliyetçi ve İslamcı alternatifler belirginleştikçe eski işlevselliğini yitiriyor; muhalefetin tamamını aynı torbaya atmanın siyasal maliyeti artıyor.
Bu söylemsel aşınma, iktidarın kurumsal taktik arayışlarını da şekillendiriyor. Bu bağlamda AKP, geçmişte Süleyman Soylu, Tuğrul Türkeş gibi isimleri ya da Numan Kurtulmuş üzerinden HAS Parti teşkilatlarını kendi bünyesine kattığı gibi, 2023 sonrasında da Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Yeniden Refah Partisi’nden transferlerle bu partileri zayıflatmayı hedefledi. CHP’ye yönelik yargı baskısının aksine, sağ partiler için (Zafer Partisi dışında) şimdilik öne çıkan çizgi kooptasyon yoluyla içerme, fakat bu yaklaşımın sınırları belirsiz. Üstelik bu yöntem sağdaki parçalanmaya kısa vadeli bir çözüm gibi görünse de yapısal farklılaşmayı ortadan kaldırmıyor, yalnızca meclis aritmetiği ve yerel idare ağları üzerinden geçici üstünlük sağlıyor.
Şimdilik kısa vadede test sahası CHP gibi görünüyor. Parti içi süreçlere ilişkin yargı hamleleri, belediyelere yönelik idarî işlemler ve parti bürokratlarına dönük yaptırımlar, ana muhalefetin koordinasyon kapasitesini sınırlamayı hedefliyor. Bu tercih, sağ içi parçalanmayı doğrudan bastırmaktan çok, ana muhalefeti zayıflatıp 50+1’i sağ içi pazarlıklarla tamamlama stratejisine dayanıyor.
Sonuç itibarıyla, 2018 sonrasının ana olgusu genel bir parçalanma değil, iktidarın tarihsel bloğu olan sağ siyaset içinde derinleşen çok merkezliliktir. Başkanlık sistemi ve seçim öncesi ittifaklar merkezileşmeyi hedeflese de pratikte sağ içi çoğulluğu kalıcılaştıran bir teşvik yapısı kurdu. Bu yeni denge, iktidarın hangi yolu seçeceği sorusunu sürekli gündemde tutuyor.
Rekabeti kabullenip normalleştirmek meşruiyet alanını genişletir ama otoriter mühendislik kapasitesinin sınırlarıyla çelişir, alanı daraltarak yönetmek ise kısa vadede kontrol sağlasa da meşruiyet maliyetlerini ve koalisyon kırılganlığını büyütür. Türkiye’nin siyasal geleceği yalnızca sandık matematiğinde değil, kurumsal serbestlik-kısıtlama dengesi ve iktidarın “çoğulluğu yönetme” kapasitesinin sınırlarında saklıdır.
Fotoğraf: Massimo Virgilio