İmamoğlu krizi siyasi iktidar-ana muhalefet ilişkilerinde büyük bir kırılmaya yol açtı. CHP sokak siyaseti, mitingler ve boykotu da içinde barından aktif bir eylem stratejisini benimsedi. Ayrıca söylem de hiç olmadığı kadar sert. Özgür Özel başta olmak üzere CHP elitlerine göre AKP, Türk demokrasisine yargı eliyle darbe yaptı. Muhalefet, iktidarın topluma layık gördüğü koşulların darbe dönemini andırdığını düşünmekte. Cunta kavramı bu nedenle yoğun bir şekilde işleniyor. CHP’ye göre muhalefet yasal, ama meşru olmayan bir devlet şiddetinin nesnesi haline geldi. Muhalefetin belediyelerine kayyım atanıyor ve cumhurbaşkanı adayı tutuklanmakta. AKP kaybetmesi muhtemel seçimin yapılma şartlarına müdahale ediyor. Üstelik ana muhalefete göre bu müdahale uluslararası güç odaklarından alınan icazetle mümkün olmakta.
Bu iş nereye evrilir sorusuna kimse tatmin edici bir yanıt veremiyor. Ama iktidar-ana muhalefet ilişkilerinin gerginliğinin tehlikeli bir hukuk politik içinde sonuç doğurduğu açık. Bu karanlık tablo karşısında ise yeni çözüm süreci var. 27 Şubat’ta PKK liderinin yaptığı silah bırakma ve fesih çağrısıyla doruğa ulaşan iyimserlik, takip eden 1.5 ayda bir ölçüde geriledi şüphesiz ki. Çünkü PKK silah bırakmadı. Dahası silah bırakma için bazı hukuki koşulların varlığına dikkat çekti. PYD-YPG’nin silah bırakması ise Şam’la entegrasyona bağlı. Suriye jeopolitiği özelinde PKK terör unsurlarının tasfiyesi zamana yayılmış ve ucu açık bir süreç. Yine de Kürt açılımı bakımından önemli bir fırsat var karşımızda. ABD desteği, bölge dinamikleri, Öcalan’ın karşılıksız ve kolaylaştırıcı tutumu ile DEM liderliğinin çözüm konusundaki ısrarı yeni çözüm sürecindeki başarı şansını arttırıyor.
Bu bağlamda geçen hafta kritik bir görüşme yapıldı. Erdoğan’ın İmralı heyetini kabulü tıkanan sürecin açılması noktasında önemli bir adım. Bu adımı takip eden birkaç gün içerisinde önce DEM’in talep listesi basına sızdı. Öcalan’a yönelik tecrittin kaldırılmasıyla başlayan liste ne ölçüde masayı şekillendirecek bilemiyoruz. Ama Adalet Bakanıyla DEM heyeti görüşme yapacağına göre bir takım yasal hazırlıkların masada olduğu açık. PKK’nın kongresini toplayıp silah bırakmasından önce bazı mevzuat değişikliklerin yapılacağı ve feshi takip eden süreçte yasal adımların hızlanacağını öngörebiliyoruz.
Gelinen noktayı AKP ve CHP açısından ayrıca değerlendirmek lazım. Öncelikle siyasi iktidarın çözüm sürecini hızlandırmak dışında bir seçeneği kalmadı. Çünkü bir süredir siyasal sosyolojik üstünlük CHP liderliğindeki muhalefetin elinde. İmamoğlu’nun tutuklanması halkın çoğunluğu tarafından hoş karşılanmadı. Ekonomi fazlasıyla kırılgan. İnsanlar geçim sıkıntısından bunalmış durumda. AKP liderliğinin vaat ettiği rahatlama bir türlü gelmiyor. Dahası İmamoğlu krizinde ekonomi ciddi bir darbe aldı. Ekonomi, politik bir kaygı alanı olarak sonuç doğurmaya devam ediyor. Tüm bu olumsuz tabloyu değiştirebilecek nitelikte sadece iki olasılık var: Ya dış politikada ciddi bir başarı kazanılacak. Türkiye’nin AB üyeliği gibi olsa ne iyi olur diyebileceğimiz gelişmelere ihtiyacı var siyasi iktidarın. Ya da yeni çözüm sürecinde adım atılacak. PKK’nın kendini feshetmesi büyük bir olay. Böyle bir şey gerçekleşirse DEM, AKP-MHP ittifakını destekleyen bir meclis performansı içine girebilir. Ayrıca PKK’nın silah bıraktığı gün Erdoğan’ın seçim kazanmaya çok yaklaşacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.
Yeni çözüm süreciyle ilgili atılan her adımının CHP’de tedirginlik ve kaygı düzeyini arttırdığı ise açık. Şu aşamada parti liderliği sessiz. Ama CHP’nin organik aydınları duyulan rahatsızlığı ifade etmekten kaçınmıyor. Muhalif yandaş medyada her gün çözüm sürecini ve DEM’i eleştiren yazılar çıkıyor ve konuşmalar yapılıyor. CHP’nin kanaat teknisyenlerine göre manzara şöyle: Başkanlık sistemiyle birlikte Türkiye otoriter bir siyasete mahkum oldu. Artık demokrasinin asgari koşulları, yani adil ve tarafsız seçimler bile tehlikede. İmamoğlu’nun hapse girmesi bir sonraki başkanlık seçimlerine açık bir müdahale. Kürt hareketinin bu koşullar altında hükümetle müzakere yürütmesi ona dolaylı yoldan bir destek. Daha açık söyleyelim. CHP’lilerdeki ortak kaygı şu: PKK gerçekten de kendini feshederse bu olayın bazı büyük sonuçları olacak. İç politikanın terörsüz Türkiye sürecinin pozitif sonuçlarından etkilenmemesi imkansız. PKK’nin silah bırakması Erdoğan’ı bir kez daha başkanlığa taşıyabilir.
Bir an için bu analizin doğru olduğunu varsayalım. Peki, ne yapabilir CHP? İyi Parti ve Zafer Partisi gibi çözüm sürecine tümüyle ve kapsayıcı bir şekilde karşı mı çıkacak? Böyle bir şeyi yapmadığını, daha doğrusu yapamayacağını biliyoruz. CHP tabanı ulusalcı bir Atatürkçülüğe çok yakın. Ama yönetim öyle değil. Dolayısıyla atılacak her sert adım partide kırılmaya yol açar. Geriye tek bir seçenek kalıyor. CHP liderliğinin “sorun mecliste çözülsün” ezberinden çıkıp alternatif bir Kürt politikası belirlemesi. Cumhur İttifakı ne yapacaksa, o gerçekleşmeden ön alması gerek. Ancak İmamoğlu davası CHP’nin ufkunu tümüyle kaplamış durumda. Parti eylem yapmaktan politika geliştirmeye vakit bulamıyor. Oysa eylem ve politika aynı şey demek değil.
Ezcümle, bir cisim yaklaşıyor. Kürt sorununun çözülme ihtimali siyaseti ve iktidar-muhalefet ilişkilerini derinden etkileyecek. CHP’nin kendi adayına ve kendisine yönelmiş narsist bakış açısını, çok yönlü bir analiz çerçevesiyle değiştirmesi gerek.