22 Ekim 2024 tarihinde MHP başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı şaşırtıcı konuşma ile umut hakkı kavramı konuşulmaya başlandı. PKK lideri Öcalan’ın serbest kalabilmesi için “umut hakkı” doğmasından bahsedildi. Peki nedir bu umut hakkı ve neden bunu konuşuyoruz?
Umut hakkı kavramı ilk defa İtalya’da ve Almanya’da Anayasa Mahkemelerinin kararlarında karşımıza çıktı ve kökleri 1970’lere dayanıyor. Yani ülkemizde yeni gündem olsa da kökleri çok eski.
Bu hakkın kökeninde, “bir kişinin ömrünün sonuna kadar hapiste kalacak olmasının idamdan pek de farkı yok” argümanı yer alıyor. Müebbet hapis cezasının mahkumda manevi bir yok oluşa neden olduğu ve umut hakkının bu manevi yok oluşa karşı kişilerin rehabilite edilip topluma kazandırılması gerektiği sonucuna varılıyor.
Bu noktada umut hakkı konusuna devam etmeden önce infaz sistemimizle ilgili nedense pek dile gelmeyen bir husustan da bahsetmek istiyorum. İnfaz sistemimiz nedeniyle, son zamanlarda yaşanan olaylardan da anladığımız üzere, çok fazla suçlu aramızda geziyor. Ancak halihazırda hapiste cezasını çekmekte olanlar için bir de rehabilitasyon sistemi var. bu rehabilitasyon süreci ülkemizde pek uygulanmıyor. 10 yıl hapiste kalan biri dışarı çıktığında, topluma adapte olma ihtimali olmaksızın salıveriliyor.
Umut hakkı da doğrudan doğruya “şu kadar süre doldu, tamam çıkabilirsiniz” demek değil. Bir gün çıkabilme “umududur” sadece. Yani birazdan açıklayacağım üzere umut hakkı, belli süreyi aşan mahkumların salınması, şartlı tahliye edilmesi anlamına gelmiyor.
Umut hakkının ortaya çıkması 1970’lere dayanıyor. Peki normatif olarak biz bu hakkı nerede gördük? Bu hak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) çeşitli kararları ile karşımıza çıktı. Bu konuda Kafkaris v. Kıbrıs kararında mahkemenin yorumlarına bakmakta fayda var.
Bu kararda atıf yapılan Bakanlar Komitesi raporuna göre: “Bir kişinin salınma umudu olmaksızın ömür boyu hapsedilmesi insanlık dışıdır. Topluma zararı/zarar verme riski kalmamış bir kişiyi ömür boyu hapiste tutmayı tercih eden bir suç önleme politikası, mahkumlara muameleye ilişkin modern prensiplerle ve suçluların topluma geri adaptasyonu fikri ile örtüşmemektedir. Hiç kimse salıverilme umudundan mahrum bırakılmamalıdır. Kişinin bu şansa erişip erişemeyeceği ise kişisel incelemelere dayanmalıdır.”
Bu rapor ve tespitlere dayalı olarak AİHM’in pek çok kararında benzer tespitler olduğunu görüyoruz ve hatta doğrudan doğruya Öcalan’a ilişkin 2014 yılında da benzer tespitler ile karşılaşıyoruz. PKK terör örgütünün elebaşı olan ve 1999 yılından beri hükümlü olan Öcalan’ın 2014 yılında başvurusu karşısında alınan kararda, edebi atıflara yer vermek suretiyle (Dante’nin cehennem alogarisinin hapishanelerde gerçekleştirilemeyeceği belirtilmiştir) umut hakkının kendisi için de geçerli olması gerektiği belirtilmiştir.
Öcalan ile ilgili AİHM etkisiyle hukuki bir düzenleme yapılması aslında hukukçular tarafından beklenebilir bir gelişmeydi. Ancak elbette bu hukuki durumun siyasi gündem ile paralel olarak gelmesi gerekiyordu. Umut hakkına ilişkin bir kanuni düzenlemenin nasıl olacağı konusunda da AİHM yol gösterici olabilir, ancak AİHM içtihatlarında bu hususta tam bir tutarlılık da yok.
Umut Hakkı konusu Bahçeli’nin konuşmasıyla gündeme geldiğinde, Sedat Ergin’in 2014 yılında Öcalan’ın AİHM kararı sonrası kaleme aldığı bir yazı tekrar gündeme geldi. Yazısında Ergin, yine AİHM’in bir kararına atıf yaparak 2024 yılında Öcalan için umut hakkının gündeme geleceğini yazmıştı.
Bu konuda Ergin’e tam olarak katılmıyorum. Çünkü yazıda bahsi geçen Vinter ve Diğerleri v. Birleşik Krallık Kararı’nda 25 yıl süresi telaffuz edilmiş olsa dahi, bunun her suç ve her suçlu için bir yeniden inceleme süresi olarak doğrudan doğruya kabul edileceği anlamı çıkmaz. Nitekim kararda, 25 yıl süresinden bahsederken farklı ülkelerdeki değerlendirme süreleri ele alınmış ve Türkiye bakımından bu sürenin daha uzun olduğu da belirtilmiştir.
Bu nedenle, bir yasal düzenleme olmaksızın 25 yılı otomatik olarak kabul edemeyiz. Yapılacak yasal düzenlemede de inceleme süresi bu karardaki süre ile kısıtlı olmak zorunda değil. Ayrıca tekrar altını çizmekte fayda var, böyle bir kanun “X” süreyi dolduran mahkumlar için doğrudan şartlı salınma hakkı yaratmaz; yalnızca yeniden değerlendirme imkanı yaratır.
Umut hakkı sonucu salınma için dört koşulun varlığından bahsetmek gerekiyor. Öncelikle cezalandırmanın amaçları gerçekleşmiş olmalıdır; tahliye, kamu güvenliğine yönelik tehlike arz etmemelidir; süre ve karar da dahil usuli koşullar yerine getirilmelidir ve son olarak resosyalizasyon gerçekleşmelidir.
Cezanın amacının gerçekleşmesi için mahkumun resosyalize olması gerekir. Resosyalizasyon ise kriminolojik tehlikelilik halinin, yani yeniden suç işleme olasılığının, tahliye durumunda, hapis kalmaya göre azalması tahminine dayanır. Yani bir tahmin söz konusu. Bu tahminin kriminoloji bilimine dayandığının altını çizmeliyiz. Ülkemizde kriminoloji bilimi yasama aşamalarında bile yeterince kullanılmıyor.
Bu süre sonucunda umut vermemizin koşulu nedir? Topluma adaptasyon koşullarının yerine gelmiş olması. Peki sizce bu mümkün mü? Bizim mahkumlarımızın topluma adaptasyonu için gerçekleştirdiğimiz herhangi bir çalışma var mı? Şahsi kanaatimce yok. Hele ki bu derece büyük suçlardan mahkum olan kişilerin topluma 25 yıl sonra birden salındıkları bir dünyada topluma adapte olmaları mümkün mü? Bence hayır.
Nitekim umut hakkı bakımından 2014 yılında alınan ihlal kararı sonrası bu konuda bir kanuni düzenleme yapılmamasının sebebi Öcalan’ın bundan yararlanması riskiydi. Ama şimdi Öcalan yararlanabilsin diye bir umut hakkından bahsediliyor. Ayrıca doğru şekilde yapılmaz ise pek çok mahkumun otomatik salınması sonucu ile karşılaşabiliriz.
Umut hakkı insan hakları bağlamında teorik olarak mantıklı ve anlaşılabilirdir. Ayrıca AİHM ihlal kararları ışığında yerel hukukumuza uygun hale getirilmesi de ülkemizin faydasına olacaktır. Ancak uygulamadaki olası riskler bambaşka ve tehlikeli sonuçlara yol açabilir. İnfaz sistemimizdeki mevcut sorunlar da göz önüne alındığında ülkemizde ciddi bir suç artışı ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu bilgiler ışığında umut hakkını değerlendirirsek daha sağlıklı sonuçlara varabiliriz diye düşünüyorum.