Ekonomide rasyonalite, karar almanın temeli olarak kabul edilir. Rasyonel bir karar; verilere, analizlere ve uzun vadeli hedeflere ilişkin tutarlı bir anlayışa dayalı olarak verilen bir karardır. Duygusal tepkiler ve kısa vadeli kazanımlar veya yanlış iletişim tarafından yönlendirilen irrasyonellik, ekonomik istikrarı ve toplumsal refahı baltalayan sonuçlara yol açar.
Son yıllarda Türkiye, irrasyonel karar alma eğilimi ve kurumlardan gelen zayıf iletişim performansının bileşkesi ile yol almaya devam ederken, sonuç daha da kötüleşen ekonomik koşullarla karşı karşıya kalmak oluyor. Bu sorunların merkezinde, başarısız iletişim stratejileri ve hatalı veri üretilmesinin yanı sıra ekonomi yönetimine olan güvenin kaybolması yatıyor.
Rasyonele Dönüş
Türkiye ekonomisi faiz deneylerinin yapıldığı bir laboratuvara dönerken ekonomiyi çözüme götüreceği iddiası ile icat edilen tüm enstrümanlar, uzun dönemde ekonominin refah seviyesini daha da kötüleştirecek sonuçlar yaratmaya devam etti.
Siyasetin bu makroekonomik politikalara yönelik mecburi U dönüşü, uluslararası finans çevrelerinin desteklediği ve ana akım ekonomi uygulamalarını yeniden uygulama iddiasında olan bir ekonomi yönetimini karşımıza çıkardı.
Kuşkusuz bu süreçte merkez bankasının misyonunu ortaya koyabilme yetisinin bilerek ve istenerek kaybetmesine neden olan irrasyonel tercihlerin yerini yeniden rasyonel olduğu ifade edilen tercihlerin alması ile merkez bankası, parasal istikrarı sağlama rolünü yeniden kazanmaya başladı. Ancak…
Bir ekonomide merkez bankasının açık, tutarlı ve şeffaf iletişim yürütebilmesi, fiili olarak uyguladığı politikalara güven oluşturmaya yardımcı olmanın yanında, piyasa katılımcılarının geleceğe dair rasyonel beklentiler oluşturmasını sağlaması nedeniyle büyük ölçüde önemlidir.
Yeniden rasyonelliğin sağlanmaya başlandığı dönemde merkez bankasının doğru ve zamanında karar almasının yanı sıra en fazla gereksinim duyulan şey, kuşkusuz doğru ve sorunsuz iletişim sağlanması olmalıdır.
Ancak bu süreçte ortaya konulan kötü iletişim performansı, çoğu zaman kamuoyundaki iletişim boşluklarını merkez bankasının değil, kimi uzmanların ya da eski merkez bankacıların doldurmasına yol açıyor.
Merkez bankası için rasyonel bir iletişim stratejisi, politika kararlarının ardındaki gerekçeleri açıklamayı ve zamanında, doğru yönlendirmeler yapmayı içerir. Konu, ister enflasyonu dizginlemek için faiz oranlarını artırmak, ister büyümeyi teşvik etmek için düşük tutmak olsun, merkez bankaları ayrıntılı gerekçeler sunmalıdır.
Merkez bankası eylemlerine net açıklamalar eşlik etmediğinde, piyasa katılımcıları bankanın hedeflerini tahmin etmeye bırakılmış olur ve bu da oynaklığı artırmanın yanında güvenilirliği zedeler.
İrrasyonelliğin Rasyonellikle Mücadelesinde Yeni Aşama
Rasyonelleşme çabası gösteren ekonomi yönetimi, merkez bankasının misyonunu önceki döneme nazaran daha az aksaklıkla yerine getiriyor hale gelmesi sayesinde olumlu yorumlar alıyor olsa da ekonominin yüksek enflasyon ve büyük bir uçurum haline gelen gelir eşitsizliği sonucunda yaşam koşullarında aşırı kötüleşme ile yüzleşiyor olması nedeniyle ekonomik birimlerin tatminsizliği katlanarak artış gösteriyor.
Bu gelişmeler neticesinde para politikasının gücünün tükendiği yerde gözler maliye politikasına dönerken, ekonomi yönetiminden önce bir tasarruf tedbirleri çalışması, ardından da vergi paketi açıklaması geldi.
İşte irrasyonelliğin rasyonelliğe başkaldırısı da tam bu noktada karşımıza çıktı. Zira ekonomi yönetimi bu olumsuz koşulları hedefleyen adımları atmak şöyle dursun, bu adımların neler olabileceğini gündeme getirdikleri anda büyük bir saldırının altında kaldı, bu da atılacak adımların pek çoğunun en baştan rafa kalkmasına veya adımların küçülmesine yol açtı.
İrrasyonelliğin Zaferi mi?
Güven, işleyen her ekonominin temelini oluşturur. Ekonomik birimler, kurumlara güvendiklerinde, verimli ekonomik faaliyetlerde bulunma, geleceğe yatırım yapma ve ekonomik istikrarı sürdüren kurallara uyma olasılıkları artar. Ancak güven kaybedildiğinde, insanlar daha fazla riskten kaçınır hale gelir ve bu da sermaye kaçışına, yatırımın azalmasına ve ekonomik faaliyetlerde genel bir yavaşlamaya yol açar.
Türkiye’de uzun süredir ekonomi yönetimine olan güven zayıflarken, oluşan güven açığı ekonomide dolarizasyonu besliyor ve ekonomik birimler ABD doları ya da Euro gibi para birimlerine yöneliyor. Bu, bir bütün olarak ekonomi yönetiminin ve özellikle merkez bankasının odak kayması ile karşı karşıya kalmasına yol açıyor.
Bütün bu gelişmeler, ekonomi yönetiminin çözüme yönelik olarak atmak istediği adımları engelliyor. Toplumun geniş kesimleri üzerinde olumsuz yan etkileri zaten oldukça büyük olması beklenen bu adımların atılamaması da ekonomi yönetimini siyaseten de tartışmalı bir noktaya sürüklüyor. Bu durum ülkede irrasyonellikten beslenen kesimlerin adeta bir zaferini yansıtıyor. Bu da akla yeniden Pirus Zaferini getiriyor.
Pirus Zaferini Hatırlamak
Makedonyalı kral Pyrrhus’tan ismini alan bu zafer; Pyrrhus’un Pirus Savaşı sırasında M.Ö. 280’de Heraclea Muharebesi’nde ve M.Ö. 279’da Asculum Muharebesi’nde Romalıları yendiği halde, geri dönüşü zor kayıplar vermesi nedeniyle gerçek anlamda başarı şöyle dursun, uzun vadeli ilerlemeye zarar verdiği bir durumu ifade eder. İşte bu günlerde toplumun sayıca küçük, ancak irrasyonelliğin getirilerinden oldukça büyük boyutta yararlanan kesimlerinin, ekonomi yönetimi karşısında adeta bir Pirus Zaferine doğru koştuğunu görüyoruz.
Bu tür bir olası zafer, bu küçük kesimin büyük kazançlarına karşılık, ülkenin ekonomik refahından, toplumsal barışından, uluslararası ekonomik ve siyasi gücünden büyük kayıplar vermesine yol açacaktır. İşin tuhaf tarafı, ülkenin uzun vadeli bu kayıpları, herhangi bir kesimin kazanarak daha iyi bir pozisyon elde etmesine olanak vermeyecek, toplum hep birlikte kaybedecektir.
O halde, bugün bütün kesimlerin daha önceki irrasyonelliklerin bedelini ödeyip, yeni irrasyonelliklere fırsat vermemesi gerekir. İrrasyonel tercihler yapıldığında uzun dönemde kazanan olmayacaktır.
Geleneksel Soru: Ne Yapmalı?
Ülke ekonomisinin uzun vadeli ve sürdürülebilir politikalar ışığında iyi bir performans ortaya koyması ve önceki dönemde kaybedilenlerin yeniden yerine konması için çok yönlü bir yaklaşım gerektiği aşikârdır.
Bunun için öncelikle zaten bilip unuttuklarımızı yeniden hatırlamalı, sonra da eksik olanları hayata geçirmeliyiz. Kuşkusuz ekonomi teorisinin de açıkça ortaya koyduğu ve önceden başarılı dönemler geçirmemize olanak tanıyan merkez bankası bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi buradaki ilk adımlardan biridir. Buna kamuoyu ve piyasalarla daha açık ve şeffaf bir şekilde iletişim kurulmasını da ekleyebiliriz.
Öte yandan, ekonomi politikalarının genel olarak kısa vadeli siyasi kazanımlar yerine enflasyon kontrolüne ve Türk lirasının istikrarına öncelik verecek şekilde tasarlanması gerekir. Kamuoyu, ekonomik kararların rasyonel ve siyasi etkiden bağımsız olarak alındığını gördüğünde, ekonomik yönetime olan güven yeniden güçlü biçimde kazanılmaya başlayacaktır.
Türkiye ekonomisini çevreleyen koşullar, sadece pür ekonomi konuları olmaktan fazlasıyla çıktığı için hukukun üstünlüğü, çağı yakalayan çevre düzenlemeleri, toplumsal konularda adalet duygusunu yeniden tesis edecek yasa çalışmaları, göçün kontrol altına alınması, yönetim performansını iyileştirecek ve verimliliği artıracak kurumsal düzenlemeler gibi pek çok yapısal reformu da bir kez daha listeye almak ve hızla bunları gerçekleştirmeye başlamak gerekir.
Aslında reçetenin ana esasları bunlar olmakla birlikte ülkenin geçmiş tecrübeleri ve geleceğe yönelik gereksinimlerini göz önünde bulundurarak, kapatılmasına müteakip ekonomik kalkınma yolundan sapılmasına belki de en fazla etki eden Devlet Planlama Teşkilatı gibi kurumsal oluşumları da yeniden değerlendirmeye almak gerekiyor.