Şu anki görünüm sanki AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan yok da tüm ekonomiyi Mehmet Şimşek yürütüyormuş gibi…
Kimse Erdoğan’ın ekonomi politikasından bahsetmiyor, varsa yoksa Mehmet Şimşek’in politikaları diye adlandırılıyor. Elbette bu noktaya gelmemiz şaşırtıcı değil.
Erdoğan Ekonomisinin Düşüşü
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi rejimi kurulurken toplumdaki itirazları gidermek adına bir takım ekonomik önlemler alındı. Darbe girişimi arkasından sarsılan ekonomik dengelerin bu ajandayı tehdit etmesinden korkan Erdoğan tabir-i caizse para dağıtmaya başladı.
2017 referandumu öncesinde başlayan ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminin ardına kadar devam eden süreçte Kredi Garanti Fonu ve Nefes Kredisi gibi araçlar kullanılarak çok avantajlı finans imkanları iş dünyasına ve topluma sunuldu.
Amaç ekonomik bir büyüme ve rahatlama yaratıp rejim değişikliğine yönelik toplumun desteğini sağlamaktı. Türkiye 2017 yılında %7,4 gibi rekor bir oranda büyüdü. Bu büyümenin rüzgarıyla Erdoğan hem referandumda yeni sistemi kabul ettirdi hem de baskın bir erken seçim ile 2018’de Cumhurbaşkanlığı’nı kazandı.
Erdoğan’ın kafasındaki model, tam yetkiyi eline alırsa bu güç ile her türlü ekonomik sorunu çözeceği yönündeydi. 19 Haziran 2018’de seçimden az önce yaptığı ünlü konuşmadaki “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” ifadeleri bu modeli anlatıyordu.
Ancak işler beklendiği gibi olmadı. Seçimlerden sadece iki ay sonra Türkiye bir döviz hücumuna uğradı ve o günden beri ülke ekonomik bir krizin pençesinde debeleniyor. Damat Berat Albayrak’ın kendisine açılan alanda gerçekleştirdiği başarısız yönetimin ardından Merkez Bankası Başkanlığı’na Naci Ağbal’ın getirilmesi ile düzelme işaretleri veren ekonomi, Erdoğan’ın yeniden dümen kırması ve Ağbal’ı görevden alması ile yine bozulmaya gitti.
Ekonomik modeller ve siyasi sistemler arasında doğrudan bağlantı vardır. Demokratik hukuk devletlerinin uygulayacağı ekonomik model ile otoriter rejimlerin modeli birbirinden farklıdır. Türkiye de rejim değişikliğinden sonra bunun sancılarını yaşıyor. Şu an Türkiye’nin ekonomik çabası, Erdoğan’ı ve onun çevresini iktidarda tutacak kadar dağıtım mekanizmalarını kurmaktan öteye geçmiyor. Böyle olunca toplumun refahı, ülkenin altyapısı ve geleceği ile insan kaynağı konusunda hiçbir ilerleme yok.
Ancak ekonomi ve piyasalar hayatın gerçekleri dışında hareket edemezler. Erdoğan’ın seçimleri kazanmak için ekonomiyi aşırı ısındırması ve sonucunda gelen enflasyon bilinçli bir tercih olarak önümüze çıkıyor. Türkiye’de seçimlerin belirleyici göstergelerinden biri olan Tüketici Güven Endeksi seçimlerin yapıldığı Mayıs 2023’te 91,1 ile rekor bir noktaya geldi ve Erdoğan dağıttığı kaynaklar sayesinde seçimi kazandı.
Ancak deniz bitmişti ve Türkiye korkunç bir enflasyon, döviz krizi ve dalgalanma ile karşı karşıyaydı. Bu ortamda Mehmet Şimşek ekonominin başına getirildi ama her rasyonel kişinin yapacağı gibi Şimşek de birtakım yetkiler ve tavizler istedi.
Suçlu Şimşek mi?
Enflasyonla mücadele programları sosyal maliyeti olan programlardır. Talebin kısılması, kredi imkanlarının azalması, işsizlik ve yoksulluk gibi birtakım sonuçları vardır. Hükümetler de genelde bu bedeli ödemek istemezler. Merkez Bankası’nın bağımsız olması ilkesi aslında bu gerçeklikten üretilen bir çözümdür.
Erdoğan, sokak hareketlerinin olmadığı, protesto yapmanın terörizm ile eşitlendiği, yargı bağımsızlığının ortadan kalktığı bir ülkede, bu tip can sıkıcı bir programın uygulanabileceğini hesaplayarak Mehmet Şimşek’i görevlendirdi. Para politikası ile başlayan süreç, bir takım kamu kesintileri yanında tüketicinin canını yakacak şeyleri de kapsamaya başladı. Özellikle emeklileri kapsayan bu sürecin siyasi bedeli 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde ödendi ve Erdoğan’ın belediye hakimiyeti ülke genelinde yok oldu.
Yerel seçimin bir çıpa olduğu anlaşılıyor, zira seçim süreci bittiğinde Mehmet Şimşek bir takım ek vergi gibi konularda adımlar atmaya başladı. İşte tam bu noktada bazı reaksiyonları iyi ölçmemiz gerekiyor.
Muhalefet ve iktidar içindeki Şimşek karşıtları, yeni ekonomik modeli tamamen Şimşek’in üzerine etiketliyor. Şimşek; halkı düşünmeyen, zenginlerin gelirine hiç dokunmayıp dar gelirlinin kazancına gözünü diken, aldığı kararlar ile halkı zor duruma sokan bir figür haline geldi.
Tüm yetkinin Erdoğan’da olduğu bir rejimde buna inanmamak gerekir, zira Şimşek aldığı tüm kararları Erdoğan’ın yönlendirmesi ya da ondan aldığı izinle harekete geçiriyor. Ancak belli ki tüm bu nefretin Şimşek’in üzerine çekilmesi başta Erdoğan olmak üzere birilerinin işine geliyor.
Bir İletişim Tekniği Olarak Günah Keçisi Yaratmak
Bilinen bir iletişim taktiği olarak Erdoğan, kötü kararlar açıklanacağı zaman kendisi açıklamıyor; kendisini kötü haberlerin duyurucusu olarak imgelemekten kaçıyor. Dolayısıyla halkın tepkisini çeken ve sosyal bedeli yüksek olan enflasyonla mücadele programının faturasının Mehmet Şimşek’e kesilmesi belirli çevrelerin amaçladığı ve kitleleri yönlendirdiği bir konu.
Enflasyon kabul edilebilir ve yönetilebilir bir seviyeye çekildiğinde, Şimşek’in görevden alınması senaryosunda alkışlar yine “milleti Şimşek’in elinden kurtaran” Erdoğan’a yönelecek. Amaçlanan bu düzeneğin muhalefet tarafından deşifre edilememesi aslında biraz tuhaf.
Uçan kuştan Erdoğan’ı sorumlu tutan muhalif kitle (ki bunda haklılık payları var) iş ekonomi yönetimine gelince Erdoğan’ın lafını ağzına almıyor ve tek suçlu olarak Mehmet Şimşek’i gösteriyor. Erdoğan ve iletişim ekibinin tam da istediği şey!
Türkiye’yi Erdoğan yönetiyor, hem de olmaması gereken kadar yetkiyle yönetiyor. Böyle bir ortamda Mehmet Şimşek’i günah keçisi ilan etmek muhalefetin kaçınması gereken bir yanılsama. Muhalefetin yapması gereken Türkiye’yi bu krize sokan ve bedelini de siyasi olarak ödemesi gereken Recep Tayyip Erdoğan’ı muhatap almaktır.