[voiserPlayer]
Napolyon filmine geçmeden önce sinema seyircileri için 2024 yılına dair bir iyi haber vereyim. Senarist ve oyuncuların grevi, projelerdeki karmaşa vb. sebepler yüzünden Marvels fiyaskosu sonrası gösterime girebilecekmiş gibi görünen tek bir Deadpool 3 ve Madame Web var. DC tarafında da sadece Joker: Folie à Deux bekleniyor. 10 yıldır bu kadar çizgi roman uyarlaması işgali altında olmayan bir sinema vizyon takvimi olmamıştır herhalde. İyisi ile kötüsü ile sinemaya yazabiliriz yani gelecek yılı.
Onun haricinde 2023’e sinema açısından görece iyi bir yıldı dememiz mümkün. Tom Cruise’un aksiyon bombası Mission: Impossible Dead Reckoning Part One dahi kötü bir vizyon tarihi tercihi yüzünden Barbie ve Oppenheimer tarafından pembe toza çevrildi. Ki o hâli bile 566 milyon dolar gişe yaptı. 290 milyon dolarlık bütçesine kıyasla tatmin edici olmasa da Flash ve Blue Beetle gibi 2023’ün en büyük batıklarından birisi olarak saymak haksızlık olur. Biz pandemi dönemini dahi yaşamış sinema seyircileriyiz, böyle görece bir bolluk varken şikayet etmek bize yakışmaz.
Tabii tüm bunlar olurken sessiz sedasız şekilde yaklaşan iki filmi yan gözle kesip duruyorduk. Birisi Martin Scorsese üstadın Apple sponsorluğunda çektiği 200 milyon dolar bütçeli Killers of the Flower Moon idi. Beklentileri geçerek 100 milyon dolar üzeri gişe yapsa da bu dokunaklı eser henüz kendi kendisini amorti etmekten uzak gibi görünüyor. Her ne kadar Apple bunu sadece kendi streaming platformunda yayınlasa da bu kadar dahi gişe gelirinden mahrum olması, gelecekteki projeler için bir emsal olacaktır.
Ridley Scott’ın Napoleon filmi de senenin bir diğer Apple destekli büyük bütçeli filmiydi ve görünen o ki o da, yapım bütçesini gişeden çıkartmak konusunda aynı duruma düşecek. Sinema hakkında dahi amatörden hallice olduğum için bunun ileride Apple’ın streaming platformuna üye kazandırma konusunda nasıl bir itici gücü olur kestiremiyorum şu an. Ama bu sonsuza dek sürdürülebilir değil gibi görünüyor. Netflix de bir ara izlemeye ucundan dahi değmeyecek filmler için 100 milyonlarca dolar harcıyordu (bu saydığım 2 film gayet seyir zevki yüksek filmler o ayrı, ama finansal açıdan başarısızlar). O işin de sonu pek mutluya çıkmamıştı.
Neyse, Napoleon filmine dönersek bir süredir, en azından ben, heyecanla yolunu gözlüyordum; yalan olmasın. Ridley Scott ile bir süre devam eden nefret-sevgi ilişkim, sonunda Last Duel ile kırılmıştı. Ama sonra House of Gucci ile yine yerini kafa karışıklığına bırakmıştı. Üstad iyi yönetmen, ona itiraz etmiyorum kesinlikle. Ama bazen bir standart tutturmakta zorlanıyor. Kariyerinde Alien, Black Hawk Down, Kingdom of Heaven ve The Martian olan birisi nasıl aynı anda Prometheus, Robin Hood ve Exodus: Gods and Kings gibi felaketlerin de mimarı olabiliyor? İnanın akıl sır erdirmek kolay değil. Ben özellikle Alien serisinin tekrar sinemalarımıza dönme şeklinden fena halde rahatsız olduğum için uzunca bir süre ona kan davalım gibi davrandım, ama kendisine küs kalmak kolay bir iş değil.
2023 yılı bitmeye yakın, Napoleon gösterim tarihi yaklaştıkça, Ridley üstadın çenesi düşmeye başladı. Daha film çıkmadan Fransızları ve tarihçileri kendisine düşman etmeyi başarmıştı bile. Ben kendisinin zehir zemberek açıklamalarına alışkınım. Ama keşke 2 saat 40 dakikalık bir filmi vizyona sokmadan önce bu kadar çok cephede savaş başlatmasaydı. “Napoleon’un hayatından bu kadar mı etkilendi acaba filmi çekerken?” diye düşünüyor insan ister istemez.
Girişi yine fazla uzattım farkındayım, o yüzden hızlıca filme geçiyorum. Ridley Scott tarihi (veya mitolojik) figürleri beyaz perdeye taşımayı seviyor. Ama önceki filmlerinden alışkın olduğumuz üzere bunları filme alırken ne kadar isabetli bir portre ortaya koyuyor kısmı hep tartışmalıydı. Zaten kalabalık bir girizgâh yaptığım için kendisinin filmografisine dalmayacağım, ama bu durum çoğu filmi için geçerli diyebilirim. Napoleon filmi de kendi içinde tutarlı ve etkileyici bir film olsa bile dönemi, baş karakteri ve etrafında yaşanan olayları anlatmakta ne kadar başarılı diye sorarsanız, o kısım çok parlak değil diyebilirim.
Öncelikle film sanat tasarımı açısından harika. Dekorlar, olayların geçtiği yerler filan gayet güzel tasarlanmış. Ama neden Last Duel filmindeki gibi sürekli yağmurluymuş hissi veren bir görüntü filtresi kullanılmış anlayamadım. Hava açıkken de, karlıyken de, iç mekanlardayken de hep sağanak yağmur yağacakmış gibi hissettim. Filmin çoğu savaş alanlarında geçseydi aslında buna itirazım olmazdı. Ama bu görsel filtre aynı zamanda eserin ruhunu da yer yer ele geçirmiş gibi geldi.
Filmin anlatımı keyifli diyebiliriz. Ortalama üstü bir senaryo ve yönetmenin bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkan bir eser, kimi yerlerde kafa karışıklıklarına sebep olabilir. Mesela, sinemadan çıktıktan sonra üzerine tekrar tekrar düşündükçe Napolyon’un hayatı sanki savaşlar arasına serpiştirilmiş ufak piyesler gibi hissettiriyor. Bunu çok olumsuz bir manada söylemiyorum. Ama büyük Fransız generalin hayatının 28 yıllık bir dönemini 2 saat 40 dakikada ne kadar tutarlı bir şekilde yansıtabilirdi ki? Nitekim yansıtmış diyemeyiz, ama ortada kendi içinde tutarlı sayılabilecek bir iş var denebilir. Dekorlar ve savaş alanları ne kadar tutarlı ve isabetli bilmemin imkânı yok. Ama benim nazarımda ikna edici diyebilirim.
Film, süresi boyunca beni asla sıkmadı. Napolyon’un savaş alanlarında ve özel hayatında yaşanan şeylerin bir araya getirilme şekli, her ne kadar çok ustaca olmasa da, sürükleyici ve eğlendiriciydi benim açımdan. Filme dair çok fazla olumlu şey söyleyebilirim. Ama ona karşılık olarak olumsuz olarak sıralayabileceğim şeylerin çoğunu, filmin anlatmayı hedeflediği uzun zaman aralığı ile ilişkilendirebilirim. Mesela:
- Joaquin Phoenix ruhen sorunlu tiplemelere hayat vermek konusunda çok başarılı bir oyuncu. Bu rolleri o kadar uzun süredir başarılı bir şekilde icra ediyor ki artık kendisini mutlu, hayatla barışık bir karakter canlandırırken düşünemiyorum bile. Ama, 28 yıllık Napoleon’u oynarken her karede aynı gibiydi. Makyaj veya CGI ile gençleştirme çok göremedim veya vardıysa da dikkatimi çekmedi.
- Yine 28 yıl dezavantajı: Özellikle savaşlar konusunu düşününce bu olaylar hep sanki birbirinin peşi sıra, aynı veya yakın yerlerde olmuş gibi hissettiriyor. Olayların akışında veya gerçekleşmesinde bir dönüm noktası varmış gibi gelmiyor. Sanki hep aynı ekipmanlar, aynı figüranlar varmış hissiyatından kurtulamadım bir türlü.
- Bu süre zarfında (harika oyunculuklarla bezenmiş olsa dahi) Napoleon’un askeri kariyerine kıyasla daha özenle işlenmiş olan Josephine ile olan hikayesi bence filmin dengesini biraz bozmuş. Şahsi düşüncem, 2.5 saatlik süre bu iki yan hikayeyi bile bu kadar geniş ölçekte işlemek konusunda yetersiz olurdu. Yani burada sanatsal tercihlerden ziyade planlama, filmin genel tonunu ve kalitesini etkilemiş. Çok harika bir film olabilecekken iyi bir film olmakla yetinmiş gibi görünüyor Napoleon.
Güzel dekorları, etkileyici oyunculukları ve tarihin en çok merak edilen figürlerinden birisi söz konusu. Bunu, yetenekli bir yönetmenin ellerine daha farklı bir şekilde teslim etmek lazımdı bence. Yukarıda saydığım olumsuz noktalar yine de kafanızı karıştırmasın. Tüm handikaplarına rağmen güzel bir seyirlik eser var elimizde. Sonuçta belgesel arıyor olsaydık National Geography TV açardık. Biz drama için, oyunculuk için, anlatım için sinemalardayız ve Ridley Scott, Napolyon ile bize bunları verebiliyor.