[voiserPlayer]
2023 seçimleri Türkiye muhalefeti için Godot’yu beklemeye dönüşmüştür. Ve bekleyiş halen sürmektedir. Önce seçim sonuçları umutla beklenmiş, sonrasındaki büyük yenilginin ardından ise siyasi etiğin gerektirdiği eylem, yani siyasi aktörlerin seçim yenilgisinin sorumluluğunu almaları beklenmeye başlanmıştır. Ancak ufukta henüz Godot görünmemektedir. Arada bir bazıları gelip onun bugün yarın geleceğini söylese de şimdilik ne gelen vardır ne de giden…
Samuel Beckett’in “absürt tiyatro” olarak sınıflandırılan eseri Godot’yu Beklerken, II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı kitlesel bezginlik duygusunu işlemektedir. Amaçtan, anlamdan, geçmiş ve gelecekten kopmuş bir zamanı anlatır. Zaman tuhaf bir hapishaneye dönüşmüştür. Oyun boyunca karakterlerin yaptığı tek eylem, gelmeyecek olan bir kurtarıcıyı beklemektir. Bu kurtarıcı kimdir? Niye ona muhtacızdır? Bu sorulara bir yanıtımız yoktur. Peki gelecek midir?
2023 seçim kampanyasında muhalefet ve özellikle CHP, seçimi bir tür referanduma dönüştürdü. Normal bir seçimle karşı karşıya değildik. Bir çeşit var olma mücadelesiydi önümüze konan sandık. Cehennemin kapılarını ya kapatacaktık ya da bir daha bu cehennemin içinden çıkamayacaktık. Vakayı böyle ortaya koyarsanız elbette kayıp sonrası yaşanan travma çok şiddetli olacaktır.
Pek tabii kampanyanın böyle dizayn edilmesi temelsiz de değildi. Ülkedeki kurumların işlevsizleştirilmesi, hukukun üstünlüğü ve tarafsızlığı ilkesinin sadece bir temenniden ibaret olması, liyakatin içi boşaltılmış bir kavrama dönüşmesi gibi unsurlar ülkenin büyük bir kesimini rahatsız etmekteydi. Üstüne üstlük yönetim kaynaklı ekonomik kriz, deprem sonrası yaşanan organizasyon eksikliği, iktidarın miadını doldurduğu yönündeki görüşleri iyice güçlendiriyordu. Seçim bir kurtuluştu. Bize gerek olan sadece bir Godot’ydu.
Muhalefet bu ahval ve şerait içinde Godot’nun kimliğini uzun bir süre tartışmadı. Kendileri tartışmadığı gibi kamuoyunun da tartışmasını uygun bulmadı. Doğru ya, Godot’yu henüz gelmeden yıpratmanın bir anlamı yoktu… Hikâyenin gerisini herkes biliyor.
Şimdi gelinen noktada muhalif seçmen haklı olarak adaylığı için önündeki her engeli ustalıkla kaldıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanya boyunca yürüttüğü söyleme yakışır bir şekilde sorumluluk alıp istifa etmesini bekliyor. Kampanya boyunca demokrasiden dem vuran, siyasi etik gibi kavramları dilinden düşürmeyen, bütün egolarından arınmış bir bilge gibi davranan Kılıçdaroğlu ise bekleneni yapmayacağını, önce sessiz kalarak ardından ise açıkça söyleyerek ilan etti. Ona göre ortada bir başarısızlık yoktu. Kimi yerlerde eksiklikler olabilirdi ancak yılmadan mücadeleye devam edecekti. Seçimden önce ortaya koyduğu fotoğraf ile seçimden sonra ortaya koyduğu arasındaki farkı hatırlatanlara ise bir anlam veremiyordu. Cehennemin kapılarını kapatamamış olmak bir başarısızlık değildi. Alt tarafı bir seçim kaybedilmişti.
Türkiye’deki siyasi partilerdeki oligarşik yapı ve Kılıçdaroğlu’nun politik kariyeri düşünüldüğünde aslında seçim sonucunda bundan farklı bir tavır alacağını beklemek büyük hayalcilik oluyor. Peki, öyleyse niye önemli bir seçmen kesimi büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta?
Bunun için CHP’nin seçim kampanyasına biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Kabul edelim, kendi saflarına bir hayali satmak konusunda son derece başarılı bir kampanya yürütülmüştür. Muhalif medya bu seçimin zaten kazanıldığını, önemli olanın seçim sonucundaki başarıyı bölüşüm mücadelesi olduğunu ustalıkla ve büyük bir iştahla işlemiştir. Öncelikle adayın kimliği önemsizleştirilmiştir. Erdoğan o kadar arkaik bir liderdir ki karşısına kim çıkarsa çıksın zaten kazanacaktır. Seçim zaten kazanıldığı için, önemli olan seçim sonrası herkese eşit mesafede duracak ve kendi namına hiçbir arzusu olmayan bir profilin Cumhurbaşkanı olmasıdır.
Ne tesadüftür ki elimizde tam da böyle bir aday vardır. Ve ne tesadüftür ki bu aday ana muhalefet partisi liderinden başkası değildir. Bütün egolarından arınmış ve adeta bu iş için doğmuş, tüm siyasi kariyeri boyunca buna hazırlanmış bir kişidir o. Seçimin kazanılacak bir olgu olmaktan çıkarılması Kılıçdaroğlu’nun girdiği bütün seçimleri kaybetmesi gerçeğini taca çıkarmaktadır. Seçim değil, sonrası önemlidir. Bu mantık örüntüsü muhalif medya tarafından ve oraya çıkan yorumcular aracılığıyla devamlı tekrar edilmiştir. Altılı Masa denilen ve tamamen Kemal Kılıçdaroğlu’nun dizayn ettiği, dışarıdan fazlasıyla muğlak görünen ittifak oluşumu da adayı hiç konuşmayarak bu iddiayı siyasi pratiğe taşımıştır.
Altılı Masa bileşenlerinin bu süreçte tek tek ne kadar yıprandıkları ve adeta siyaset üretemeyen örgütsel bir forma dönüştüklerini seçim sonuçlarında açıkça gördük. Özellikle Deva ve Gelecek Partisi ittifak oluşumu içinde adeta eridiler. Ancak Deva, Gelecek ve Demokrat Parti kendilerinin her koşulda kazanan olacaklarını zaten biliyorlardı. Ancak bu gerçeği bilmeyenler vardı. Muhalif seçmen seçimin kaybedilmesi gibi bir seçeneği hiç düşünmediğinden ittifak içinde kazanan partilerin olduğunu görünce haklı olarak büyük bir feverana kapıldı. Aynı gemide yola çıkılmıştı, ancak gemi batarken bazıları kendilerine verilen can yelekleriyle çoktan karaya çıkmışlardı bile. Üstelik gemidekilere mutlulukla el sallıyorlardı. Bu durum masadaki oyun kurucunun gerçek niyetini açığa çıkaran bir fotoğraf koyuyordu ortaya. Bu partilerin masadaki esas varlık nedeni kendilerini oraya davet eden adayın önündeki pürüzleri ortadan kaldırmaktı.
Kanımca Masa’nın en büyük kaybedeni İyi Parti oldu. Oy oranındaki düşmenin yanı sıra, parti yönetimi ve tabanı arasındaki zihni makas da açılmıştı. Meral Akşener gibi deneyimli bir siyasetçinin son ana kadar adayın konuşulmamasına itiraz etmeyip son anda Masa’dan kalkması ve yaptığı bu siyaseten geri dönüşü zor bir açıklamadan sonra yeniden Masa’ya kerhen dönmesi, İyi Parti’nin çok ağır bir yara alması sonucunu doğurdu. Meral Hanım oyuna getirildiğini söylüyordu. Ancak kendisi de Altılı Masa toplantılarında ve Kemal Beyle ikili görüşmelerinde aday konusunu açmayarak buna zemin hazırlamıştı. Elindeki kartları kötü oynamıştı.
Sanırım bundan sonra şöyle bir metafor kullansak yanlış olmaz. Altılı Masa’daki liderler çok lüks bir restoranda hayli pahalı bir akşam yemeği yemiştir, hesap ödeme sırası geldiğinde ise masayı önce Davutoğlu, Babacan ve Uysal terk etmiştir. Argümanları son derece geçerlidir. Biz yemeğe davet edildik. Karnımızı da ziyadesiyle doyurduk çok şükür. Hesabı davet eden ödeyecek. Meral Hanım’ın yemeklere, seçilen restorana ve yemeğe davet edilenlere yaptığı teatral itiraz zaten onu bir hayli yıpratmıştır. Üstelik yemeğin son bir saatinde zaten Masa’da misafir gibi görünmektedir. Dolayısıyla hesap, yemeği organize eden, baş köşeye oturan ve tüm siparişi veren Kemal Beyin önüne gelir. Restorandaki herkes onun hesabı ödemesini beklemektedir.
Seçimden daha çok Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonraki tavrı, demokrasinin yüce gönüllü bir kişinin halkına armağan ettiği bir eşya olmadığı gerçeğini bir kez daha hatırlattı bizlere. Demokrasi, günün sonunda farklı çıkar gruplarının uzlaşmak zorunda kaldıkları bir yönetim biçimidir. Bütün dünyevi duygularından arınmış demokrat dedemiz, koltuğu bırakmam da bırakmam deyince bu kadar şaşırmamızın nedeni, aslında bir yönüyle CHP’nin kampanyasının bize sunduğu resme inanmamızdır.
Ancak olaya bir de şöyle bakılabilir. Muhalif seçmen o resme inandırılmış mıdır, yoksa parti oligarşisi tüm medyasıyla birlikte muhalif seçmenin çaresizliğini mi kullanmıştır? Aslında bu tablo değişim isteyen muhalif kesimin ne kadar çaresiz olduğunu da ortaya koymaktadır. Muhalif seçmen; daha önce tıpış tıpış sandığa gitmekten başka çaremiz olmadığını söyleyen, sonuçlarını bile bile dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay veren, kaybettiği her seçimden sonra oyumuzu yükselttik diye koltuğa sarılan birinin ülkeye demokrasi getirecek yegâne figür olduğuna inanmak dışında bir çıkış yolu bulamamıştır.
Bu ölüm kalım seçiminin maliyeti yine muhalif seçmenin üstüne kalmıştır. Her eylemin ve seçimin bir sonucu, her yenilen yemeğin ödenmesi gereken bir fiyatı vardır. Türkiye’deki kurumsal siyaset öyle bir örüntü oluşturmuştur ki en çok hesap vermesi gereken sınıf yapılan hiçbir eylemin sorumluluğunu almamaktadır. Kemal Kılıçdaroğlu son çıktığı TV Programında kendi seçmeninin bilinçli ve şehirli bir seçmen olduğunu ifade etmiştir. O zaman biz de şunu ifade edelim, bu seçmen artık kendi zekasıyla dalga geçilmesine itiraz etmektedir. Kemal Bey gelişmiş bir ülkedeki her normal siyasetçi gibi sorumluluğu üstlenip istifa etmeli, muhalif seçmen de artık Godot’nun gelmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmelidir…
Fotoğraf: Mathieu Bigard