Ne hissetmem gerek, hangi duyguları barındırmam gerek; hayata nasıl devam etmem gerek? Sorularını sorup cevabını hiç bulamadığım bir yerdeyim. Tüm ruhumla sıkışıp kaldığım o koca enkazların altındayım.
6 Şubat’ta sabaha karşı 7.7 ile uyandık Kahramanmaraş Pazarcık’ta, bir şeylerin farkına varamadan ilk depremden 9 saat sonra 7.6 ile yıkıldık Elbistan’da. Asrın felaketi dedi Sayın Hükümet Yetkilileri; duyamadık seslerinden koca enkazların altında kalan eşimizi, dostumuzu, kardeşimizi. Asrın felaketi diye nitelediler tüm beceriksizlikleri, gördük ki 23 sene boyunca sadece hiçliğe hiçlik eklenmiş; 1999 depreminden bir ders notu dahi çıkarılmamıştı. Kısacası bu önlenebilir felakette canlarımız enkazda, hükümet de sınıfta kalmıştı.
“Vatan haini misin?” dediler. Evet, bir de hain ilan edildik. Yurttaş olarak hem enkaz altında kaldık hem de vatan haini olduk. Uzmanları dinlemeyen onlar, deprem sonrası bizi kurtaramayan onlar ama hain yine biz olduk. İhmalsizlik, tedbirsizlik ve vurdumduymazlık hepimizin o enkazların altında kalmasının üç sebebi bunlar. Deprem ülkesi olduğumuzu sadece depremler olduğunda hatırlıyor sonra keşke uzmanları dinleseydik diyoruz, ama biraz zaman geçip bir yerlerde rant kapısı açılınca hayatın akışında yürüyoruz. Rant ve rantçılık, üç koyup beş alalım düşünceleri hepimizi felakete sürüklemekten başka bir işe yaramıyor doğrusu. Bunu söyleyince dediğim gibi hain ilan ediliyoruz.
Depremin merkez üssü Maraş olarak kayıtlara geçti, tarihiyle beraber yıkılan Hatay’ı ve unutulan Adıyaman’ı da biz hiç aklımızdan çıkarmayacağız. Yaşanan acıları tarif etmek çok zor, hatta imkânsız. Kim nasıl tarif edebilir imkân varken kurtarılamayan canın acısını? İlk andan beri büyük bir koordinesizlikten bahsedildi. Ne arama kurtarma ekipleri ne de hükümet yetkilileri düğümü çözebildi. “Koordine olamadınız, yetişemediniz.” diyenleri ülke cenaze eviyken bir de karakola çağırıp sorguladılar. Koca ülke enkaz altındakilerin yardım çığlıklarını Twitter üzerinden paylaşıp destek ararken BTK tarafından Twitter 8 Şubat akşamı Türkiye’den erişime kapatıldı, bu şeytanın bile yapamayacağı kötülüğü yapanlar da sorgulanacak mı acaba? Telefon şebekeleri çökmüşken, enkaz altında telefonların şarjları biterken, bir de VPN ile uğraşmak zorunda kalındı ve böyle bir durumda hayati önemi artan bir uygulamanın kapatılması, yalnızca enkaz altındaki yurttaşlarımıza ulaşmada ekstra bir zaman kaybı oldu. Deprem alanında AHBAP Derneği ile beraber olan, sosyal medyada içerik üreten Oğuzhan Uğur Habertürk’te katıldığı Fatih Altaylı’nın Teke Tek Deprem Özel yayınında “Arama kurtarma çalışmaları %70 sekteye uğradı.” sözleriyle durumun ne kadar vahim olduğunu aktardı.
Nefret söylemi yaymak dışında pek bir yeteneği olmayan Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Ali Erbaş, enkaz altında kalanlara 6 Şubat yatsı namazından önce hayatını kaybedenler için sela dinletti. Nasıl ve kimden aldı bu aklı oturup kendisiyle konuşmak gerek doğrusu. Enkaz altında canlarımızı kurtarmakla mücadele içinde olduğumuz vakitlerde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun internet sitesinde “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna verilen cevap gündemimize oturdu, “Evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir.” cevabı verildi ve cevap kamuoyu tarafından öğrenilip büyük bir tepki aldıktan sonra sayfadan değiştirilip kaldırıldı. Konu için Diyanet Twitter hesabı üzerinden “Konuyu saygısız bir yaklaşımla bağlamından kopartarak çirkin çağrışımlara kapı aralayacak şekilde yorumlamak, iyi niyetle asla bağdaşmayan bir tutumdur.” diyerek konunun çarpıtıldığı yönünde bir basın açıklamasında bulunuldu. Acımıza acı eklenirken enkaz altında kalanlara sela dinleten Diyanet, enkazdan çıkarılan hayatta kimsesi kalmamış çocukların evlilik meselesini konuştu. İnsanlığımızdan daha nasıl utanç duyabiliriz?
Yanlış politikalar ve yanlış kararlar depremle beraber değişmeden devam etti. 11 Şubat günü Yüksek Öğretim Kurumu tarafından, üniversitelerin bahar dönemini uzaktan eğitim yolu ile devam etmesi kararı açıklandı. Bu açıklamayla beraber Cumhurbaşkanı Erdoğan, depremden etkilenen illerimizden biri olan Diyarbakır’da yaptığı açıklamada depremzede yurttaşların Kredi Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlara yerleştirileceğini söyledi. Depremzede yurttaşlar yurtlara yerleştirileceği için öğrenciler memleketlerine dönmek durumunda kaldılar, hatta bu öyle bir hal aldı ki birçok KYK yurdu, öğrencileri zorla yurtlardan çıkardı; düzensizlik ve koordine olamamaları yine burada da büyük bir sorun yarattı.
Depremzede yurttaşların kalabilmeleri için oteller, devlet kurumlarının misafirhaneleri ve daha birçok seçenek varken AKP hükümetinin yine vazgeçtiği ilk şey eğitim oldu. Pandemi döneminde uzaktan eğitim kararının ne kadar kötü bir seçenek olduğunu deneyimlemiştik, buna rağmen bu korkunç karar tekrar alındı. Yüz yüze eğitim böyle bir dönemde psikolojik olarak harap durumda olan gençler için altın değerindeydi. Sadece eğitim görmek için değil, sosyalleşmek ve bununla beraber akranlarıyla konuşmak, depremden etkilenen gençler için fazlasıyla önemli olacaktı. Bununla beraber üniversitelerin uzaktan eğitime geçmiş olmasıyla alınan her kararı detaylıca düşünen hükümet yetkililerine sormak gerek, depremde tüm iletişim araçlarını kaybetmiş olan üniversite öğrencileri ne yapacak? İnternet altyapısı ülke genelinde bu kadar kötüyken bir de deprem bölgesindeki rezalet altyapıyla öğrenciler yapılan derslere nasıl katılım sağlayacak? Hayat, AKP hükümetinin düşündüğü kadar asla toz pembe değil. Yurtlardan bir anda çıkarılıp aile evlerine dönmeye zorlanan, ailesinden fiziksel ya da psikolojik şiddet gören gençler olduğunu da sosyal medya sayesinde görebiliyoruz. Ne yazık ki Orta Çağ kafasında kalan politikalarınızın kararttığı başka hayatlar da var, peki onlar için bir şey yapacak mısınız?
Onun emanetiymiş, bunun vatanıymış; neresi neymiş pek önemli değil. Hissettiğimiz acı bir, duygularımız hemen hemen aynı. Hepimiz yasımızı tutamayacak kadar bu beceriksizliklere öfkeliyiz. Ülke olarak ne yazık ki bazı şeyleri çok geçmeden unutma eğilimindeyiz, böyle bir dönemde yapacak pek bir şey kalmadığında unutmamak ve unutturmamak hepimizin görevi olmalı. Ne sarayın ejder meyveli smoothie’den vazgeçemeyen gazetecilerini, ne kendi acımızla yanarken bizi bir de azarlayan politikacıları, ne bu kadar göz göre göre gelen felaketi kader diye yutturmaya çalışanları, ne bu katliamda ölüm güzellemesi yapanları, ne de bu cinayetin katillerini unutmak bize yakışan şey olmayacaktır. “Asrın felaketi” diye yaptılar reklamlarını, sormak gerek “Sizden başka felaket var mı?” diye.