[voiserPlayer]
İran’ın kuzeyindeki Reşt kentinde, büyük bir kalabalık ateş yakmış ve etrafında bir çember oluşturmuştu. Alkışlar ve sloganlar… Çemberin ortasında, ateşin yakınlarında beyaz elbiseli bir kadın dans ediyor. Elindeki başörtüsünü dans ederek ateşe atıyor. Bu görüntüler 20 Eylül akşamı Reşt’te çekilmiş ama İran’ın 20 büyük kentinde daha kadınların başörtülerini yaktığını gösteren görüntüler mevcut. İran’da sadece başörtüsü yakılmıyor, bu alevler siyasi düzenin de eteklerine sıçramış durumda.
Mahsa Amini, Bir Cinayetin Anatomisi
Sosyal medyadaki Mahsa Amini etiketi (hashtag) İran’da 14 milyonu ve dünya genelinde de 30 milyonu aşmış durumda. Bu etiket 21 Eylül’de bazı saatlerde Türkiye’de de trend topic’ler arasındaydı. Mahsa Amini 22 yaşında, doğum yeri olan Saggız kentinden Tahran’a bir aile ziyareti için gitmişti. Bir metro istasyonunda kardeşiyle yürürken, İrşâd Devriyesi (ahlak polisi) tarafından durdurulup irşat edilmek (“doğru yola” sokulmak) üzere polis arabasıyla karakola götürülüyor. Karakolda fenalık geçirip hastaneye kaldırılıyor. Hastanenin yayımladığı açıklamada Mahsa hastaneye gelmeden önce hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Tahran polisi komutanı, Mahsa’nın herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadığını bildirse de İran International haber sitesinde paylaşılan Mahsa Amini’nin röntgeni, akciğerlerindeki sıvı birikmesi ve kan lekelerini gösteriyor. Doktorlara göre ciğerlerindeki sıvı birikmesinin nedeni kafasına aldığı ağır bir darbeydi, Mahsa darbenin ardından komaya girmişti. Bu görüntüler daha sonra devlete yakın Fars haber ajansı tarafından da teyit edildi.
Bu bilgilere ek olarak Mahsa’nın ailesinin anlattıkları, ayrıca onunla birlikte ahlak polisinin nezaretinde bekleyen kişilerin ve kardeşinin verdiği bilgiler, polisin Mahsa’yı araca bindirirken şiddet uyguladığına ve bu şiddet sonucunda da hayatını kaybettiğine işaret ediyor. Buna yanıt olarak İran emniyetinin ahlak polisi nezarethanesinden yayımladığı görüntüler, sadece Mahsa’nın düşme anını gösteriyor ve tutuklanma anına dair hiçbir görüntü yok. Çünkü o gün ne araç kamerasının ne de polis üniformalarındaki kameranın çalıştığını beyan ettiler. Bu ifadeler ve var olan deliller, tüm şüphelerin polise odaklanmasına neden oldu.
Savaş Mı İstiyorsunuz? Savaşalım!
17 Eylül’den 22 Eylül’e kadar İran’da 28 bölgede ve en az 70 şehirde hatırı sayılır protestolar düzenlendi. İran’da bugüne kadar görülmemiş protestolara tanık olduk.
Bu protestolar 16 Eylül’de Tahran’da Mahsa Amini’nin kaldığı hastane (Kesrâ) önünden başlasa da bir gün sonraki cenaze töreninin ardından çığ gibi büyüdü. Saggız kentinde toprağa verilen cenazenin ardından Senendec ve İran’ın Kürt nüfus ağırlıklı diğer bölgelerinde başlayan ayaklanma çok hızlı bir şekilde yayıldı ve Tahran’ın farklı üniversitelerinde “İranlılar kan içinde, hocalar sessiz” sloganlarıyla devam etti. Sloganlar hızla radikalleşti :“diktatöre ölüm”, “top, tank, havai fişek, molla kaybolmalı”. Hatta savaş çağrısı içeren sloganlar da yaygınlaştı: “öldürürüm, öldürürüm, kardeşimi öldürenleri” ve “biz hepimiz Mahsa’yız, savaş ki savaşalım”.
Sloganlardaki savaş talebi, sokaklarda da ciddi şekilde hissediliyor. İran’ın farklı şehirlerinden yayımlanan görüntülerde halkın polis ve Besic’e (İran gönüllü milisleri) şiddetli bir şekilde yanıt verdikleri görülüyor. Eldeki görüntülerde polisin şiddete başvurduğunu, protestocuların ise onlara yanıt verdiklerini görüyoruz. Protestocuların tepkisi meşru şiddet çerçevesinde değerlendirilebilir, ancak yaşananlar İranlı aydınları hayret içerisinde bıraktı. Protestocular polislere çoğunlukla bireysel yanıtlar vermekle birlikte, polis kabinlerini de ateşe verdiler.
Ayrıca çok sayıda polis aracı, motosikleti ve 61 ambulans da bu güne kadarki gösterilerde tahrip edildi. Görüntülere göre ambulanslar bu protestolarda polis ve Besic güçlerini nakletmek ve protestocuları tutuklamak için kullanılıyor. Ambulansların polis tarafından kullanılması, siyasi iktidarın son yıllarda protestoları bastırmak için başvurduğu yöntemlerden biri; bu yöntemle polisler ayaklanma bölgelerine daha hızlı ve kolay ulaşıyor. Öte yandan ambulansların tahrip edilmesini, protestoculara yönelik şiddetin meşru olduğu propagandası için kullanıyorlar.
Halkın başvurduğu meşru şiddeti, İslami devletin yönetim biçimine karşı birikmiş bir hıncın neticesi olarak yorumlamak mümkün. Birikmiş ve bastırılmış talepler artık ciddi bir şekilde siyasileşti. Atılan sloganlarda mollalar ve diktatörlük, mevcut sorunların kaynağı olarak gösteriliyor. Protestocuların en başta gelen siyasi talebi, siyasi düzenin değiştirilmesi ve dinin siyasetten ayrılması olarak yorumlanabilir.
Olayların genç bir kadının ölümüyle başlaması ve kadınların başörtülerini yakması eyleminin yaygınlaşması nedeniyle ayaklanmalarda kadınların çok ciddi bir ağırlığı var. “Kadın, yaşam, özgürlük” sloganının bu protestolarda sürekli kullanılması, kadınların taleplerinin baskınlığını ve 44 yıldır maruz kaldıkları ayrımcılığı özetlemekle birlikte hayatın ülke genelinde baskı altına alındığını da gösteren bir haykırıştır.
Bütün bu baskılara verilen tepkinin yanı sıra bir kadının ahlak polislerinin uyguladığı şiddet sonucu ölmesi, tüm kadınların bir kurban olma olasılığını da iyice belirginleştirdi. Çoğunluk “ölen ben, kardeşim ya da kızım olabilirdi” endişesiyle sokağa çıktı. Bu cinayet toplumun vicdanını ciddi bir şekilde sarstı. Toplumsal vicdan üzerindeki etkisi nedeniyle ayaklanmalar çığ gibi büyüyor.
Vicdanların sesi bu ayaklanmalarda z kuşağı olarak adlandırılan nesil tarafından en etkili şekilde dile getiriliyor. Z kuşağının kendi isteklerini haykırması ve bunlar için sokaklarda mücadeleye girişmesi, İran’daki çoğu siyasi grubu şaşırtmış durumda. Ancak protestocuları sadece Z kuşağıyla sınırlandırmamak gerekir. Birçok ebeveynin ve her kuşaktan insanın eylemlerde olduğunu görüyoruz.
Birçok yorumcuya göre devlet protestoları bastırmak için henüz çok ciddi bir şiddet uygulamadı. Bu görüşün dayanağı, devrim muhafızlarının Cuma gününe kadar (23 Eylül) sokaklara inmemiş olması. Ancak Cuma günü devlet büyük şehirlerde protestoculara karşı bir yürüyüş düzenledi. Ayrıca asker ve yargı da halkı protestolardan uzak durması için uyardı. Siyasi iktidara yakın gazetelere göre “ünlüler tarafından yönetilen” ve “Batılı ülkelerin kontrolünde” olan protestolar “hüsran” ile sonuçlanmaya mahkûm ve “nafile” eylemler. Buna rağmen devlet yanlısı gazeteler eylemlerin derhal bitirilmesini istiyor. Dolayısıyla Cuma akşamından itibaren bu ayaklanmanın yeni bir boyut kazanacağı düşünülüyor.
Bu güçlerin devreye girmesinden önce İran’ın resmi haber ajanslarına göre hayatını kaybedenlerin sayısı 17. Ancak “İran insan hakları örgütü” 6 günlük protestolarda 31 kişinin öldüğünü açıkladı.
İran’da 17 Eylül’de başlayan eylemler, Mahsa Amini’nin öldürülmesi neticesinde ve toplumsal vicdanın sızlamasıyla başlasa da polisin tepkisi nedeniyle farklı bir boyuta evrildi ve bir bütün olarak mevcut siyasi düzeni hedef almaya başladı. İran’da rejimin tepesinde, yani dini liderlik konumunda yakında bir siyasi değişim gerçekleşecek. Bu değişim sürecinde etkili olacak güçlerin davranış ve istekleri de ayaklanmanın kaderinde etkili olabilir.
Fotoğraf: Jose M