Yedi Yıl Aradan Sonra Demirkubuz, Bu Sefer Kaderi Değil “Hayat”ı Tutuyor
Zeki Demirkubuz 7 yıllık bir aradan sonra “Hayat” ile sinemaya döndü. Ama bu dönüş hayatın karşılaşmaları sevmesinden sebep vizyonda Nuri Bilge Ceylan’ın filmiyle yan yana durmayı da beraberinde getirdi. Acı tesadüfler bunlar.
Gelelim yönetmenin kendisine. Zeki Demirkubuz filmi izlememiş birinin bile Demirkubuz’a dair bildiği birkaç şey vardır. Beşiktaş taraftarıdır, sık sık maça gider (top peşinde koşar), filmlerinde sevdiği kadın tarafından sevilmemiş bir erkek karakter ve onun erkeklik krizleri vardır, son olaraksa Nuri Bilge’yle olan, adına kavga mı çatışma mı diyeceğimizi bilemediğimiz o tuhaf gerilim… Biraz Demirkubuz 101 gibi bir giriş oldu, ama yedi yıllık bir aranın ardından ben de bildiklerimi kontrol ediyorum kendimce.
Sosyal Medyanın Gölgesinde Vizyon Macerası
Hayat, film olarak vizyonda güçlü rakiplerinin olduğu bir dönemde gösterime girdi. Daha gişe kaygılarına gelemeden Zeki Demirkubuz’un her gün Twitter’ı (X demem gerekir ama Twitter diyeceğim yazı boyunca) birbirine katan tweetleri nedeniyle çok da fazla konuşulamadı esasen. Filmi, Demirkubuz’un demeçleri üzerinden tartıştık. Filminin korsan linkini paylaşmasından, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde filmi yarışmadan çekmemesiyle başlayan tartışmalara ve “benim kadın sorununa çözüm bulmak için mi film yaptığımı sanıyorsun” çıkışına kadar Demirkubuz, bütün sözleriyle filmin gösterim yolculuğunu bambaşka bir yöne çekti.
Sinemaya filmi izlemeye gidene dek, aklımızda Demirkubuz’un içine girdiği tartışmalar vardı ki o futbolu takip etmek için açtığını söylediği Twitter hesabında, “Benimle yıllardır uğraşıyorsunuz” diyerek belli bir kesime cephe alıyordu. Filmi ise tüm bu gelişmelerden bağımsız değerlendirmek güç. Ama durabildiğim mesafeden olabildiğince objektif olarak, bazı noktalarda da objektif kalamayarak elbette, filmi değerlendirebilirim.
Kader Değil de “Hayat” Gibi
Demirkubuz’un çektiği filmlerin adına bile bakmak aslında onun bu ülkenin özel çıkışsızlığı ile bir derdi olduğunu gösteriyor bizlere. Örneğin; Yazgı, Kader, Hayat… Hayatım boyunca tanıdığım bütün erkeklerin Zeki Demirkubuz sinemasına karşı büyük bir zaafı vardı. Onun sineması daha gerçek, daha bizden, bizi anlatıyor, işte hayat gibi vb. yanıtlar aldım o kişilerden. Ama doğru cevap bu sanırım, hayat gibi. Ne demek bu hayat gibi?
Demirkubuz’un yarattığı bütün karakterler hayat karşısında yenik düşmüş, kaderlerine razı olmak zorunda kalmış insanlar. Masumiyet filminde Bekir’in de ifade ettiği gibi, “Yolu yok çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin bu” demişlerdir kendilerine belki. Ama eninde sonunda bir razı geliş, kabulleniş ve hiçbir şeyin istediğin gibi gitmediği bir hayat vardır önünde.
Demirkubuz ülkenin bu çekip gidemeyen, kalsa da istediği gibi yaşayamayan, sevdiğine kavuşamayan, bu ülkeye de sevdiğine de mecbur erkeklerin en sevdiği yönetmen olmayı belki de bu toplumsal önseziyle başarmıştır. Hayat filmini hiçbir festivale kabul ettirememesi ve bu durumu filmin ilk gösterimlerinde (Filmekimi gösterimlerinden birinde) dile getirmesi de belki bu yüzden. Demirkubuz bu ülkeye mecbur; tıpkı filmlerindeki karakterlerinin çıkışsızlığı gibi bir çıkışsızlık onunkisi de.
Yalnız ve Güzel Ülkenin İki Kutuplu Sineması
Ama sürekli karşılaştırıldığı (hatta belki bundan haklı olarak öfke duyduğu) Nuri Bilge Ceylan ise filmlerini âdeta uluslararası festivallerin kabul edeceğini bilerek, Avrupalı seyircilerin de filmin anlatısından evrensel bir şeyler yakalamasını sağlayabilecek şekilde kurguluyor ve çekiyor. Birinin anlatısı tamamen taşrayken diğerinin anlatısı, şehirde yaşayan, küçük, sıradan yaşamlardaki aşk, sevgi ve ihanet yüzünden sarpa saran insanların hikâyeleri. Bu açıdan da bakıldığında Türkiye gibi iki kutuplu bir ülkenin iki kutuplu bir sineması olması da kaçınılmaz.
Bu iki kutbun erkeklik krizi anlatıları üretmesi ve bunu da belli kalıp formlar üzerinden yapması can sıkıcı, hele ki bir kadın seyirci için. Ama dediğim gibi, erkek yönetmenlerden zaten kadın filmleri, kadın mücadelesine katkı yapan filmler yapmasını bekleyen kimse yok. Tek beklenilen, kadın karakterlerin çok boyutlu olarak ele alınılması, klişelerden kaçınılması, aynı hatalara düşülmemesi. Bir erkek yönetmen filminde kadın karakteri elbette sessizliği ile ele alabilir ama sessizliğinin nedenlerini seyirciye vermek zorunda.
Demirkubuz’un En İyimser Filmi
Tüm bu konjonktürde Hayat’a gelecek olursak Zeki Demirkubuz’un hem en uzun hem en iyimser filmi diyebiliriz. Yedi yıl ara vermenin etkisiyle olacak ki uzun bir film yapmak istemiş Demirkubuz. Ya da iki devre bir maç gibi düşündüğü bir film. İlk devre erkek karaktere odaklanırken ikinci devre kadın karaktere bakıyor. Hicran, istemediği biriyle evlenmek istemediği için baba evinden, Sinop Boyabat’tan, kaçıp İstanbul’a geliyor. Trajik ve klişe de olsa kötü yola düşüyor. Tek istediği ailesinin istediğini yapmamak sanırım. Çünkü ben, nişanlısını istememesini anlayabiliyorken neden diğer seçimleri yaptığına zaman zaman anlam veremedim.
Hicran yaşı itibariyle mi, yoksa kurgusal olarak öyle yazıldığından mı yumuşak ve sessizdi; yoksa diğer erkek karakterlerin de ona dediği gibi kibriyle, insanlara üstten bakmasıyla zaten konuşmasına gerek kalmıyor muydu? Ama Masumiyet’in ve Kader’in Uğur’u yoktu karşımızda. Uğur yaşadığı şeylerden sonra asla geri dönmeyi seçmedi. Ama Hicran yaşının küçük ve daha çaresiz olmasından dolayı mı döndü terk ettiği yaşamına? Belki de Hicran’ın Uğur gibi peşinden sürüklenecek bir aşkı olmaması onu terk ettiği yere götürdü. Dönmek daha büyük riskti, çünkü bıraktığı hiçbir şey yerli yerinde değildi. Danışmadan seçim yapmış her kadın gibi o da bedel ödemeye mahkûm oldu.
Film, Sinop’ta küçük bir ilçedeki hayatı gösterse de bir taşra filmi değil. Biz tarlada çalışan Hicran’ın öfkeli babasını, rüzgârda uçuşan otları, bomboş patikaları görsek de karşımızda bir taşra yok. Zaten hikâye bir ara İstanbul’a taşınıyor. Demirkubuz yersiz ve zamansız her yerde yaşanabilecek bir olayı bu sefer Sinop’a taşımış.
Ne Hicran Uğur’dur, Ne de Rıza Bekir
Hicran’ın terk ettiği nişanlısı Rıza’ya gelirsek… Rıza, rutin ve sıradan bir esnaf hayatı olan bir genç. Hem babasını hem annesini peş peşe kaybetmiş, dedesi tarafından büyütülmüş birisi. Neticede anne ve aile sevgisini tadamamış ve dedesinin kendisine uygun gördüğü kızı beğenip ona aşık olmuş. Belki de kız onu istemediği için bunu bir erkeklik meselesi haline getirmiş, neden istenmediği sorusunu kafasından atamamıştır.
Ama bu filmi Demirkubuz’un, örneğin Masumiyet ve Kader’inden ayıran nokta da burada saklı. Rıza neden istenmediğine takıyor, bunu düşünmeden hayatına devam edemiyor, kızın peşine de düşüyor. Ama Rıza da Bekir değil. Hikâyenin belli bir akış kaydetmesinden sonra iki karakter bir araya gelip yüzleşiyor. En azından Hicran, yine çok konuşmasa da Rıza’yı dinliyor.
Hayat, Türkiye’nin içinden geçtiği bu soğuk ve karanlık döneme karşı umutlu bir finalle bitiyor. Zeki Demirkubuz da belki, ülkede her yeri saran karanlığın etkisini bu filmle biraz kırmak istemiş. Film çok eğlence vadetmiyor ama çok karanlıkta da bırakmıyor. Karakterlerin yüzüne bir şekilde hep ışık vuruyor. Kadın karakterlerin sessizlikleri, hatta filmde Hicran’ın, annesinin pasif oluşunu eleştirdiği bir sahne olsa da kendi suskunlukları ve kabullenişleri başka türlü de yazılabilirdi. Belki de sadece Hicran’ın bazı sahnelerde konuşmasına izin verilebilirdi ki karşısındaki erkekler durmadan konuşup hesap sorarken o ne anlatabilirdi bilinmez.
Ama başka türlü kadınlar yaratmak da mümkün, suskunlukları kırmak en azından. Yoksa kimse Zeki Demirkubuz’dan kadın filmleri beklemiyor. İki kutuplu sinemamızın hiç bitmek bilmeyen erkek anlatılarında artık kadın karakterlere biraz daha söz vermek, kadın hareketine hak vermek değil, senaryoya emek vermek demek çünkü. Güçlü olanı beslemek, güçlü anlatı çıkmasına olanak vermek bir yandan.
Hata Kimin, Günah Kimin, Suç Kimin?
Demirkubuz; yedi yıl sonra yeni bir filmle, sosyal medya atışmalarıyla, politik tartışmalarla, korsan film linkleriyle daha uzun süre konuşulacak. Hayat’ın onun filmografisinde ona da başka bir kapı açtığı muhakkak. Bu kapı nereye açılır bilinmez ama kendisi de şimdiden filmin birçok şehirde vizyona girebilmesinden dolayı şaşkın. Diğer filmlerinin kaderini “Hayat” yaşamıyor.
Filmde Cem Davran’ın canlandırdığı Orhan karakterinin söylediği bir yerde mırıldandığı “Hata benim, günah benim, suç benim” türküsü âdeta bütün Zeki Demirkubuz filmlerinin de, Hayat’ın da ana fikri olarak karşımıza çıkıyor. Sinemadan çıkarken bu şarkıyı Cem Davran’a söyletmesi aklımda kalıyor. Buna dair ne söylesek boş ve anlamsız olacak. Belki şunu ekleyebiliriz: Hayat aynı zamanda Demirkubuz’un Türkiye’ye dair de bir şeyler söylediği bir film. Ama filmdeki karakterin dediğini anımsarsak yönetmen ne derse desin, ne gösterirse göstersin, hangi şarkı karşımıza çıkarsa çıksın “Burası Türkiye, burada herkes inanmak istediğine inanır.“ Buna Demirkubuz’un kendisi de dahil.