CHP liderliğine göre 18 Mart’ta Ekrem Bey’in diplomasının geri alınmasıyla başlayıp 19 Mart’ta iki ayrı suçtan gözaltına alınmasıyla derinleşen süreç aslında iktidardan muhalefete yönelmiş topyekün bir imha planıydı. Bu sürecin üç nihai hedefi; İmamoğlu’nun tutuklanması, İstanbul’a kayyım atanması ve CHP’ye kayyım atanmasıdır. Tam bir başarı sağlansa ana muhalefet ya kontrollü muhalefet seviyesine inecek ya da iç tartışmalarının tüm politik enerjisini soğutacağı büyük bir türbülansla karşı karşıya kalacaktı.
Ancak işler siyasi iktidarın beklentisiyle uyumsuz bir yere doğru evirildi. Öncelikle Halk Partisi radikal demokrasi araçlarını devreye sokarak Saraçhane’yi bir direniş ve yeniden örgütlenme mekanına çevirdi. Sokak siyaseti ve boykotlar siyasi iktidarı zora soktu ve ölü sanılan toplumsal muhalefetin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Ekonomideki kırılganlığın işleri daha da tehlikeli bir noktaya getirdiğini ise hep beraber gördük. Ekrem Bey’in tutuklandığı haftanın Cuma günü borsa çökmenin eşiğine geldi. Pazartesi piyasaların açılıp açılmayacağı bile net değildi. Sonunda bir ehven-i şer hali ile sönümlendi kriz. İmamoğlu ve ekibi hapiste. Ama İstanbul ile CHP kayyımdan kurtuldu.
Tutuklama kararından bugüne CHP açısından bir “eylem narsizmi”, AKP-CHP ilişkileri bakımından ise “soğuk savaş” ortamı var. Ana muhalefet partisi miting ve imza kampanyalarıyla İmamoğlu’nun mağduriyetini toplumsallaştırmaya çalışıyor. Ayrıca söylem de bir hayli sert. Halk Partisi, siyasi iktidarı emperyalist güç odaklarıyla işbirliği yapmakla ve yargı eliyle demokrasiyi tasfiye etmekle suçlamakta. Hükümete yönelik liyakatsizlik ve yolsuzluk eleştirileri de hiç olmadığı kadar yoğun.
İktidarın planı ise işleri zamana yayıp bekle gör politikasıyla zaman kazanmak üzerine kurulu. Hükümete yakın gazete ve televizyonlar her gün İmamoğlu hakkında yeni bir iddia, kanıt veya belge açıklıyor. Ekrem Bey’in gerçekten de suçlu olduğu savı yoğun bir şekilde işlenmekte. Bu iki çatışan odak, yani iktidar ile ana muhalefetin yarattığı kutuplaşma iklimi karşısında ise süreci dışarıdan izleyen genişçe bir muhalif kesim var. Kürt hareketi, yani DEM ile, İyi Parti, Zafer Partisi ve Yeniden Refah gibi orta büyüklükteki sağ partiler çatışma ikliminin doğrudan tarafı değiller. CHP ülkeyi gerçekten de erken seçime zorlamak ve AKP iktidarına son vermek istiyorsa kendisi dışındaki muhalif unsurlarla anlamlı bir ilişki düzeyini tutturmak ve karşı hegemonya kurma koşulları için kafa yormak zorunda.
Kürt hareketi aslında CHP ile epey süredir olumlu ilişkiler geliştirmiş bir yapı. 2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu karşısında aday çıkarılmaması ve 2024 yerel seçimlerinde kent uzlaşısı adıyla yapılan işbirliği yakın tarihteki kayda değer örnekler. Ancak şu an bambaşka bir konjonktürle karşı karşıyayız. Bahçeli’nin açıklamasıyla başlayan ve Öcalan’ın örgütü silah bırakmaya çağıran tavrıyla derinleşen yeni çözüm süreci DEM’i AKP-MHP’ye yaklaştırdı. Kürt hareketi bakımından henüz kazanılmış bir şey yok. Ancak ivme olumlu.
PKK gerçekten de silah bırakırsa Kürt hareketinin siyaset yapma biçimi ve kapasitesinin tümüyle değişeceği olası bir seçenek olarak önümüzde duruyor. Peki, ne yapabilir DEM? CHP’nin adayının karşısına güçlü bir adayla çıkabilir. Mecliste Cumhur İttifakı bileşenlerine erken seçim hususunda yardımcı olabilir. Ayrıca, özellikle büyük kentlerde CHP’ye kaptırdığı seçmenini geri çağırarak agresif bir büyüme stratejisine yönelebilir. Kürt hareketinin Cumhur İttifakına yaklaşması ve (veya) ana muhalefetten uzaklaşması iktidar-muhalefet ilişkilerini muhalefetin aleyhine olacak şekilde derinden etkileyecektir.
CHP’nin asıl ilgi göstermesi gereken ve gelecek seçimlerin kaderi bakımından tavır, tutum ve konumları hayati derecede önemli olan kesim ise sağ muhalefet. İyi Parti, Zafer Partisi ve Yeniden Refah yaklaşık % 15 oyu kontrol ediyor. Bu üç partideki temel sorun vizyon ve liderlik bakımından yaşadıkları kronik sıkıntılar. İyi Parti Meral Akşener’den sonra tam anlamıyla toparlanamadı. Zafer Partisi liderini kaybetti. Ümit Özdağ hapiste kaldığı müddetçe partinin politik etkinliği sınırlı kalmaya mahkum. Yeniden Refah ise yerel seçimin iki muzaffer galibinden biri olmasına rağmen kitleselleşme yönünde bir hamle yapamadı. 31 Mart sonuçları itibariyle AKP’nin sağdaki en büyük rakibi olarak görülüyordu Yeniden Refah. Ancak beklentilerin aksine yerel seçim sonrasında her şey olumsuz bir içeriğe doğru evirildi.
Tüm bu zorluklara rağmen bahsi geçen bu üç partinin alacağı pozisyon bir sonraki seçimler bakımından kritik önemde olacak. CHP’nin yeni bir 6’lı masaya öncülük etmesi eski kötü anıları canlandırabilir. Ancak yine de bugünkü narsist tutumu bir kenara bırakması ve sağ muhalefetle sürdürülebilir, eşit ve ciddi bir ilişki biçimini tesis etmesi gerek. “İmamoğlu bizim tek gerçek adayımız, diğer tüm muhalif unsurlar İmamoğlu’nu ve CHP’yi desteklemek zorunda, aksi taktirde AKP’ye çalışmış olurlar” söylemi muhalefetin birlikte mücadele etmesini engelleyen bir bakış açısını yansıtıyor. CHP şüphesiz ki muhalefetin en büyük partisi. Ama diğer muhalif partiler CHP’nin aparatı değil. Onların görüş, düşünce ve çıkarlarını gözetmeyen bir seçim stratejisi ise başarısız olmaya mahkum.