Türk siyasi hayatındaki anayasa tartışmaları genelde bir boş gösterendir. Anayasa meselesi çoğu kez bir sonuca bağlanmaz. Çünkü bizde anayasa toplumsal bir uzlaşmanın ürünü değildir. Genelde bir taraf, İTC, Kemalist CHP, Ordu ve AKP rakiplerini tasfiye etmek ve (veya) kendi politik üstünlüğünü yasallaştırmak için anayasayı değiştirir.
Bazen anayasa değişikliklerinin siyasal çoğulculuğa katkı sunduğu doğrudur. Ancak 1961 Anayasası ve 12 Eylül 2010’da kabul edilen anayasa değişikliklerinde olduğu üzere anayasayı topluma dayatan irade kısa sürede çoğulculuğu geri alır. Çoğulculuk hukuk politiğin kalıcı bir enstrümanı değil, anayasal rejimin varlığına geçici bir şekilde göz yumduğu bir iktidar aparatıdır.
Anayasayla ilgili diğer bir önemli husus, Türkiye’nin temel toplumsal meseleleri ve gündelik hayatın siyasal kalitesiyle anayasa metni arasında anlamlı bir ilişki bulunmaması gerçeğinde kristalize olur. Mesela bu aralar AKP yine anayasa yapıyor. Peki, bahsi geçen girişim başarılı olursa ülkede ne değişecek? Ekonomik krizden çıkabilecek mi Türkiye? Yaygın bir şekilde şikayet konusu olan eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin kalitesi yükselecek mi? Gençlik, yaşlılık ve aile gibi toplumsal kesit ve kurumlarda çöküş tersine çevrilebilecek mi?
İyi bir anayasa iyi bir devlet yönetimi anlamına gelmez. Türkiye gibi devlet aklının devleti belirlediği ülkelerde anayasanın devlete etkisi daha da sınırlıdır. Bir anayasaya sahip olmamız gerekir. Çünkü modern siyaset bize bunu dayatır. Ancak devletin işleyişi anayasa metninden farklı dinamiklerce şekillenir. Bu son hatırlatma, anayasanın en azından Türk siyasi hayatı bakımından bir simülasyon evrenine işaret ettiğini gösterir. Gerçekte olanla, yaşadıklarımız tümüyle birbirinden farklıdır. Anayasa metninde temel hak ve özgürlüklerimiz yazar. Ama devlet o haklarının büyük bir kısmının tam anlamıyla kullanımına izin vermez. Kuvvetler ayrılığı da anayasanın emridir. Gerçekte ise kuvvetleri birbirinden ayırmak çok zordur.
Bu aralar yine anayasa konuşuluyor. Yani yaşadıklarımızla görünüşte olan arasındaki fark için yeni bir düzeltme gelmek üzere. Peki, bu sefer ne için anayasa yapacağız? Erdoğan tekrar aday olmak istiyor. Ayrıca yeni çözüm süreci için bazı adımlar atıp olası anayasa taslağını sadece Erdoğan’ın adaylığından ibaret bir tartışmanın dışına çıkarma, genel bir çerçeveye oturtma gayreti var.
Kürt barışıyla anayasa arasındaki ilişkinin sanıldığının aksine çok güçlü olması mümkün değil. Çünkü yasal Kürt hareketinin Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet niteliğine itirazı daha kökten ve kalıcı. Atatürk milliyetçiliği, üniter devlet ve vatandaşlık tanımı gibi ana akım partilerin asla tartışmaya yanaşmayacağı hususlar hakkında DEM’in, Meclis çoğunluğundan farklı düşündüğü sır değil. Bu arada yasa dışı Kürt hareketi (yani PKK’nın) tavrı da fazlasıyla saldırgan ve yeni cepheler yaratmaya dönük. Ancak DEM, Erdoğan ve Bahçeli’yle masaya oturmak istiyor. Öcalan’ın yüksek düzey pragmatizmi DEM’deki aşırılık yanlısı kesimleri dizginleyecek bir içeriğe sahip. Daha düne kadar kayyımlar nedeniyle siyasi iktidarla çatışan bakış açısı bir hayli yumuşamış durumda.
Başında bulunduğu belediyeye kayyım atanan Ahmet Türk’ün İmralı heyeti içinde yer alıp sürece destek veren tavrı, yasal Kürt hareketindeki hakim havanın özeti gibi. Yürüdükleri yolda gerekirse İmamoğlu ve CHP’ye mesafe koyacaklarını ise daha önce gösterdiler. İmamoğlu protestolarına Kürt hareketinden katılım çok zayıftı. “Free İmamoğlu” pankartını elinin tersiyle iten DEM, Türk Siyasi Hayatı masasında nerede durduğunu açık bir şekilde gösterdi. Ancak yeni anayasayla elde edilebilecek kazanımlar yine de sınırlı. Kayyım, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, AYM ve AİHM kararlarının uygulanması ve infaz gibi konularda adım atılabilir. Kolaylıkla fark edileceği üzere bu listenin büyük bir kısmı anayasada değişiklik yapılmadan da bir sonuca bağlanabilecek nitelikte.
Erdoğan’ın yeniden aday olmak istediği ve Cumhur İttifakı bileşenlerinin de bu isteği desteklediği apaçık gerçekler olarak önümüzde durmakta. Yalnız bu noktada epey bir nüanslı analize ihtiyaç var. Çünkü Erdoğan aynı anda birkaç sorunu çözmek zorunda. Öncelikle şu aralar seçimden veya seçimi hatırlatan bir referandumdan kaçınmalı. Seçime istediği zaman gitmek siyasi iktidarın öncelikli amacı. Gelecek iki yıl boyunca ekonominin düzelmesi, CHP’nin kendi içinde ayrışması, hatta mümkünse bölünmesi, İmamoğlu’nun itibarsızlaşması gerek.
Anayasa değişirken muhalefete bir şeyler verme zorunluluğu ikinci önemli başlık. Bu hususta iki hattın takip edileceği görülüyor. Kürt hareketi anayasanın ulus devlet ve üniter devlet esaslarına dokunmadan sürece bağlanmalı. Kuvvetler ayrılığının yokluğundan şikayet eden sağ muhalefeti cezbetmek için ise yarı başkanlığı hatırlatan bazı revizyonlar devreye girebilir. Yeni Yol Grubu ve İyi Partinin başkanlık sisteminde revizyon anlamına gelecek bazı değişiklere olumsuz yanıt vermeyeceği AKP’nin anayasa planının temel kabulleri arasında.
Tüm bu olasılık ve olanaklar dünyasında geriye yanıtını arayan tek bir soru kalıyor: Büyük CHP gerçeği ve sert muhalefet koşullarına rağmen Erdoğan’ın gücü kendisine yeniden adaylık yolunu açmaya yeter mi?