[voiserPlayer]
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Başdanışmanlarından birkaçı yeni anayasa çalışmaları ile ilgili Dilovası’nda halka açık bir etkinlik gerçekleştirdi. Bizler de bir akademisyen ile daha evvelden yazdığımız yeni anayasa çalışmalarında sivil toplum aktörlerine ilişkin bir raporu takdim etmek üzere davetliydik. Katılıp raporu takdim ettik ve bu sırada etkinliği gözlemleme şansını da elde etmiş olduk. Sonrasında ise etkinlikte aldığım notları ve bazı düşüncelerimi toparlayıp bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Öncelikle belirtmem gerekir ki Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, hem sembolik hem pratik hem de teorik nedenlerle çok açıktır. Sembolik olarak, askerler eliyle yapılmış bir anayasanın artık değişmesi gerekmektedir ve Cumhuriyetin 100. yılında ülkemizin en önemli ihtiyaçlarından biri budur. Teorik ve pratik nedenleri ise oldukça fazla olmakla birlikte özetleyecek olursak daha özgürlükçü daha teknik ve çağın ihtiyaçlarını daha çok karşılayan, daha az yamalı ve metin dili uyumlu bir anayasaya ihtiyaç vardır. Öte yandan 2017 referandumu ile birlikte geçilen Türk Tipi Başkanlık Sisteminin aksadığı ve önemli problemleri haiz olduğu da ortadadır. Bu sorunların giderilmesi veya belki yeni bir sistem tartışması için yeni bir anayasa çalışmasının gerekliliği ortadadır.
Aslında yazının bu kısmını geniş bir biçimde ele alıp sorunları analiz etmek gerekir. Ancak bu yazının konusu daha ziyade söz konusu etkinliğe yönelik olduğundan bu kısmı başka bir yazıya saklıyorum ve etkinliğe dair notlarıma geçmek istiyorum.
Etkinliğe davet edildiğimde, Ankara’dan İstanbul’a geçerken Dilovası’nda bu tarz bir etkinliğin neden yapıldığını düşünmeden edemedim. Ancak etkinliğe halkın gösterdiği yoğun ilgi açıkçası beni şaşırttı. Genç, yaşlı, erkek ve kadın pek çok dinleyici programa katılmıştı ve aktif şekilde önerilerini sundular. Etkinlikte bu tarz anayasa tartışmalarının devam edeceği de söylendi. Anladığım kadarıyla Ak Parti yönetimi tıpkı muhtarlarla sık sık buluştuğu gibi küçük ilçelerdeki vatandaşlarla da temas edecek. Ankara’nın, Anadolu’nun küçük ilçelerine gitmesi güzel bir şey olsa da “anayasa çalışmalarının” teknik boyutlarda tartışılması gereken bir şey olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Bu yönüyle, bu çalışmaların gerekliliği konusunda şüphelerim olsa da zannediyorum iktidar, ilk etkinliğinde hedefini gerçekleştirdi ve Dilovası halkının gündemine anayasa çalışmalarını almayı başarıp belli oranda destek de elde etti.
Diğer yandan, anlatıldığı kadarıyla yeni anayasa çalışmalarına dair planlananları dinlediğimde derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmem gerekir. Açıkçası ben, sistemdeki problemlerin giderileceği, daha özgürlükçü bir anlayışın yansıtılacağı bir anayasa projeksiyonu bekliyordum. Nitekim, Ankara’da Bakan ile Bakan Yardımcısının yeni tanıştığı, gücünü Cumhurbaşkanlığı’ndan alan komisyonların ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan bürokratların çeşitli konularda hiyerarşik işleyiş ile çatıştığı, genç ve kurumsal hafızaya sahip olmayan kişilerin tepeden inme şekilde makamlara getirildiği, hâlâ ekipleri oluşturulmayan bakanlıkların var olduğu, cumhurbaşkanının saatlerce imza atmaya vakit ayırdığı vs. konuşuluyorken açıkçası bir hukukçu olarak sistem üzerine bir şeyler duymayı öncelikli olarak beklerdim. Ancak duyamadım.
Mealen; Türkiye’nin en özgür ülkelerden biri olduğuna, Filistin meselesinde Batı’nın iki yüzlülüğüne, güvenlik olmadan özgürlük olamayacağına dolayısıyla özgürlük çığırtkanlığı yapılmaması gerektiğine, Kürt sorunu diye bir şey olmadığına değinildi ve halktan sorular ve öneriler alındı. Yeni anayasa projeksiyonunda ayrıca “vekillerin halk tarafından geri çağrılması” (görevi dolmadan vekilliği geri alma) gibi bazı maddelerin de olacağı anlatıldı.
Toplantıda anlatılmayan ancak benim başka yerlerden duyduğum bir diğer konu ise yüksek yargının AB ülkelerinde olduğu gibi birleştirilmesi ve Türkiye Başsavcılığı’nın kurulması fikridir. Bu fikrin onaylanıp onaylanmadığı veya ne derecede olgunlaştığından emin değilim. Ayrıca Ak Parti içerisinde halihazırda farklı anayasa projeksiyonlarının da bulunduğu, özellikle yetkili bazı isimlerin sistemde önemli değişiklikler önerip daha demokratik bir Türkiye arzusu ile çalışmalar yaptığını bildiğimi ise özellikle vurgulamam gerekir. Olması gereken de 100. yılımıza yakışır şekilde, büyük bir konsensüs sağlanarak, özgür, demokratik ve adil bir düzen getirecek bir anayasa yapımıdır.
Halkın öneri ve sorularından bazılarını özellikle aktarmak istediğim bu yazıda, programda anlatılanlardan bir bölüme ise ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Programda yeni anayasa projeksiyonu anlatılırken elektronik sistemler aracılığıyla pek çok konunun halka daha çok sorulacağı fikri övülüp bu husustaki çalışmalara değinildi. Bunun üzerine söz aldım ve “doğrudan demokrasi mekanizmalarının güçlendirileceğini mi ifade etmek istiyorsunuz?” diye sordum ve ekledim “Popper’ın en tehlikeli bulduğu şeylerden biri olan ve Sokrates’i idama götüren doğrudan demokrasinin çağımızda faydalı olduğunu mu düşünüyorsunuz?” Cevap ise doğrudan demokrasi mekanizmalarının yeni anayasa ile artırılacağı yönündeydi. Hatta “halkın adamı” olmak gerekiyor minvalinde ifadeler de kullanıldı.
Benimse aklımda, yeni nesil kitle iletişim araçlarının bu kadar yoğun kullanıldığı ve yönlendirmelerin, manipülasyonların, dezenformasyonların çok açık olduğu günümüzde, sıklıkla yapılan referandumların (?) kime nasıl fayda sağlayacağı sorusu dönüp duruyordu. Hatta daha açık olmak gerekirse ülkemizde halk oylamalarının referandumdan ziyade plebisit olma yatkınlığının daha yüksek olduğu kanısında olduğumdan bu görüş beni endişelendirdi. Bu konuyu ve yeni anayasa çalışmalarına ilişkin diğer bazı hususları, az evvel de bahsettiğim gibi, başka bir yazıya bırakıp bu yazıda Popper’ın konuya ilişkin şu ifadelerini hatırlatmakla yetinelim:
“Geçenlerde her vatandaşın yalnızca bir düğmeye basarak kendi temsilcisinin televizyonda tartışmakta olduğu her konuda oy vermesini sağlamaya yönelik korkunç bir öneri okudum. Demokrasinin halkın kendi kendini yönetmesi anlamına geldiği görüşünden hareketle ayrıca deniyor ki vatandaşların inisiyatiflerine çok olumlu yaklaşmak gerekir. Demokrasiyi, halkın yönetimi yargılaması olarak düşündüğünüz takdirde durum oldukça farklıdır.” (Karl. R. Popper, Bu yüzyılın Dersi, Serbest Kitaplar, 2020, s. 124)
Yazımı Dilovası halkının sorduğu bazı sorular ile bitirmek istiyorum. Bana göre bu sorular Türk halkının gündemini, endişelerini ve isteklerini yansıtması açısından ilginç olabilir. Elbette istatistik biliminden yararlanarak pek çok kuruluş bu tip araştırmalar yapıyordur. Ancak o an Dilovası gibi bir ilçede sorulan ilk sorunun, kendisinin Saadet Partisi üyesi (veya görevlisi) olduğunu beyan eden bir vatandaş tarafından “Kürt sorunu çözülecek mi? Kürtçe eğitim hakkı gelecek mi?” şeklinde talepkar bir soru olması beni şaşırttı. Vatandaşlardan şeriat talepli sorular ile laiklik gidecek mi endişesi ile sorular da geldi. Bu sorulara cevap ise “ilk üç madde kesinlikle değişmeyecek” şeklinde oldu. Bir vatandaş “imamlar için kürsü dokunulmazlığı” talep etti. Bir vatandaş vergilerin ağırlığından bahsetti ve anayasal bir çözüm talep etti. En çok sorulan soruların ve taleplerin başında ise adaletin sağlanması ve hukuk düzeni çağrısı geliyordu.
Fotoğraf: Chris Lawton