Hızla bir reform hamlesine girişmek zorundayız. Hatta bir değil, üç tür reformu aynı anda gerçekleştirmeliyiz. “Üç cisim problemine” benzer bu durumu, 24 Ocak Kararları’nın yıldönümünde konuşalım.
Meselelerini Mesele Etmeyen Ülke
Altı ay önce bu sayfalarda yazmıştım: “En büyük meselemiz, meselelerimizi çözememek. Bir düşünün. Son on yılda neyi hallettik? Kültürel fay hatları gibi karmaşık ve duygusal alanlar bir yana, enflasyon, taksiler, başıboş sokak köpekleri, depreme hazırlık gibi alanlarda ne başardık? Onu da geçtim, rasyonel bir çözüm müzakeresi yaptık mı?”
Bu durum dört büyük sıkıntı yaratıyor. Birincisi, vasatlığı giderek kanıksamak. İkincisi, zaman kaybı sonucunda, hele de teknolojinin dev adımlarla ilerlediği günümüzde, büyük bir fırsat maliyetine katlanmak. Üçüncüsü, halının altına süpürülen problemlerin giderek çetrefilleşmesi neticesinde iyice çözülemez hale gelmesi. Nihayet, dördüncüsü, “gemisini kurtaran kaptan” bencilliği, “bizden adam olmaz” yılgınlığı ve “dünya bizi kıskanıyor” kibri arasında sıkışmak.
Türkiye’yi acilen reform rayına oturtmamız şart. Siyasi yelpazenin her iki kanadının bu işten kazancı olabilir. İktidar açısından, seçimsiz olacağı ifade edilen 3.5 sene var. Üstelik hem yürütmenin hem yasamanın kontrolü iktidar bloğunda. Muhalefet açısından, yerel seçimlerde ana muhalefet tarafından kazanılan/ korunan pek çok önemli belediye var. Üstelik, genel olarak, çeyrek asırlık bir iktidara alternatif olma yolu ciddi bir reform programını sunabilmekten geçiyor. O halde, buyurun reform yarışına!
Üç Cisim Problemi
Bir Netflix dizisiyle meşhur olan üç cisim problemi, bir fizik meselesi. İki cisim (örneğin ay ve dünya) arasındaki ilişkiyi tahmin edebiliyoruz. Ancak üçüncü bir cisim (örneğin güneş) devreye girdiğinde hesaplar çetrefilleşiyor. Bir kütlenin diğerlerine göre çok küçük olması veya yörüngesinin belli bir biçimde olması gibi varsayımlar yapmak gerekiyor. Newton’dan beri tam olarak çözülemeyen bu meseleye şimdi de yapay zeka el attı. Bakalım yeni teknoloji eski problemleri çözebilecek mi?
Peki, bizim her biri birbiriyle ilintili “üç cisim problemimiz” ne?
Üç Reform Problemi
Problemimizi pist, uçak ve benzine benzetebiliriz. Birinde atılan (veya atılmayan) adımlar diğerlerini etkiliyor. Birindeki meseleyi çözmeden diğerlerinin anlamı kalmıyor.
Bir: Pist. Ahmet Cevdet Paşa’nın 150 sene önce vurguladığı devlet-i muntazama, yani düzgün işleyen bir devlet mekanizması konusunu hâlâ çözemedik. Uçağımızı kaldıracağımız pist delik deşik.
Kartalkaya’da yaşanan facia ve sonrasında yaşananlar buna en son örnek. Her gün 35 milyar TL para ödediğimiz devlet ile aramızdaki toplum sözleşmesi hâlâ bir muamma. 2023 İzmir İktisat Kongresi’ndeki Yeninin Yürüyüşü başlıklı konuşmamda ifade etmiştim: (tamamı için: https://benimpencerem.com/yeninin-yuruyusu-vizyon-irade-icraat/)
“İcraatları sorgulanamaz Tanrı devletin 21. yüzyılda yeri yok. Her şeye karışan, bazen seven bazen döven, baba devletin de yeri yok. Ahbap-çavuş ilişkilerinde boğulan, herkese istihdam sunan, girişimciye rakip çıkan işletmeci devletin de yeri yok. Kağıt, mühür, imza ile ayak bağı olan devletin zaten yeri yok. Ama kalkınmayı boş veren, rekabetin kurallarını koymayan, tüketiciyi korumayan devletin de 21. yüzyılda yeri yok. Yeni devlet şeffaf işler ve hesap verir. Kural koyar ve işletir. Hür teşebbüsün önünü açar ve geride kalan vatandaşlarına rasyonel şekilde destek olur. Tek bir kavramla ifade etmem gerekirse, yeni devlet eşittir katalizör devlet.”
Bu noktada, “devlet aklı” müthiş bir sığınak. Halbuki ihtiyacımız olan şey, her şeyi bilen, kadir-i mutlak ve gizemli bir üst akıl değil; milletimizi 21. yüzyılın fırsatlarına hazırlayabilen, meydan okumalarından koruyabilen, sürekli öğrenen ve kapsayıcı bir kurumsal kapasite. (detaylı görüşlerim için: https://daktilo1984.com/yazilar/devlet-akli-mi-devlet-kapasitesi-mi/)
Ancak devlet ile kamusal hayatı eşleştirmemek gerektiğini de vurgulayayım. Zira, günlük kullanımda “kamu”yu sıklıkla “devlet” ile karıştırıyor, karşı kutbuna da özel sektörü koyuveriyoruz. Halbuki kamu “herkes, bütün” anlamına geliyor. Bir örnekle somutlaştıralım. Vatandaşımızı tekno-otokrasiler, yani teknolojiyi baskı aracı olarak kullanan hükümetler karşısında çaresiz bırakmak istemiyoruz. Ama bunun alternatifi onu big-tech, yani tekelleşen küresel teknoloji devlerine yem etmek de değil.
Bugün karşı karşıya olduğumuz değişimler ve meydan okumalarla, ancak herkesin optimalini gözeten ve devletlerden şirketlere, sivil toplum kuruluşlarından uluslararası organizasyonlara kadar bütün paydaşları seferber eden bir yaklaşımla başa çıkabiliriz. Bunun temelinde tepeden inme katı hiyerarşi değil, aktörlerin birbirleriyle kurdukları gönüllü network var.
İki: Uçak. Elimizde iyi bir uçak olsun istiyoruz. Mevcut uçağımızı esaslı şekilde gözden geçirmek için genel bir fikir birliğimiz de var. Bu konsensüsün şifresi, herkesin diline pelesenk olan, ancak pek kimsenin üzerine üçüncü cümleyi söyleyemediği, tam da bu yüzden artık ciddiyetini kaybeden meşhur bir kavram: “yapısal reformlar.”
Yapısal reformların ne olduğu ısrarla sorulunca genellikle hukuk, eğitim ve demokrasi gibi kimsenin karşı çıkamayacağı kavramlar dile getiriliyor. Spesifik bir şey pek söylenmiyor. Neticede, Türkiye bir türlü bu reformları yapamıyor. Üç temel eksik var.
Birincisi, cesaret. Yapısal reform demek lobilerin ayağına basmak demek. Uluslararası ödeme sistemlerine izin verirken de, şehir içi ulaşımı serbestleştirirken de, kamu bankalarının pazar payını azaltırken de, bölgesel asgari ücrete geçerken de birilerini rahatsız ediyorsunuz (yapısal reformlara birkaç pratik örnek vermiş olduk). Ancak çok daha fazla insanın hayatını kolaylaştırdığınızın bilinciyle bu adımları atabilmek şart.
İkincisi, icraat. Genel geçer ifadelerle veya temennilerle meseleyi savuşturmak kolay, kolları sıvayıp aksiyon almak zor. Yıldönümü vesilesiyle örnek vereyim: “Türkiye dünya ile rekabetçi olmalı” demek kolay, 45 sene önce bugün 24 Ocak Kararları’nı almak zor.
Üçüncüsü, ekip. Pratik hayattan gelen, yaptıkları kadar yapmadıklarıyla da hesap veren ve en önemlisi yeni dünyayı anlayan kişilerin siyasette daha fazla rol almaları kritik önemde. Aksi takdirde boş lafla günlerimiz akıp gider.
Üç: Benzin. Tarihe, “matbaayı almayan nesil” gibi bir sıfatla geçmemizi istemiyorum. Eminim siz de gelecek kuşakların hayatını zorlaştırmak istemezsiniz. Sadece son bir haftada, sadece ABD’den gelen haberler ile ne demek istediğimi açayım. Lütfen bunlar olurken bizim nelerle meşgul olduğumuzu bir düşünün!
Birinci haber Open AI ile alakalı. Şirketin CEO’su Sam Altman “doktora düzeyinde” süper yapay zekâ ajanlarını tanıtmak için haftaya ABD hükümetiyle bir araya gelecek. Söz konusu yeni araçlar sadece bilgi üretmekle kalmayıp, tıpkı bir doktora sahibinin yapabileceği gibi yaratıcı ve kritik görevleri üstlenebilecek potansiyelde olacak.
İkinci haberde de Open AI’ın izleri var. Başkan Donald Trump, tarihin en büyük yapay zekâ altyapı projesini duyurdu. Stargate adı verilen proje 500 milyar dolar bütçeye sahip (mukayese için: Türkiye’nin senelik milli gelirinin yarısı). OpenAI, Oracle ve Softbank projenin ana ortakları arasında. Abu Dabi’nin devlet fonu MGX de önemli yatırımcılardan biri. İngiliz çip üreticisi Arm, Amerikan Nvidia ve Microsoft da konsorsiyumun parçası. Öte yandan, Tesla ve SpaceX CEO’su ve Trump’ın danışmanı Elon Musk, projeyi “finansal aldatmaca” olarak nitelendirdi.
Son olarak, Biden yönetiminin görevi devretmeden hemen önce yayınladığı bir kararname, gelişmiş çiplere erişim kısıtlamaları getirdi. Buna göre ülkeler üç gruba ayrılmış: (i) müttefikler (18 ülke); (ii) diğer ülkeler (Türkiye burada); ve (iii) silah ambargosu uygulananlar. Güvenilir ülkeler yüksek teknoloji çiplere bir kısıt olmadan erişecek. İkinci gruptaki ülkeler 2027’ye kadar adet kısıtı ile karşılaşacak. Bu, Türkiye’nin stratejik çıkarları ve kalkınma hamlesi için kritik bir mesele. Bu yüzden de Trump yönetimi ile ilk müzakere edilmesi gereken konulardan biri. Zira, daha önce de defalarca belirttiğim gibi, takip ile gelişmiş ülkeleri yakalama şansımız kalmadı. Ancak bazı alanlarda yapacağımız sıçrama ile muasır medeniyet seviyesine ulaşabiliriz. Bunun için de kaybedecek vaktimiz yok!
Bu örneklerin ötesinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu beş büyük tuzak var: demografi, orta gelir, bölgesel kalkınma, yukarıdaki haberlerde örnek verdiğim küresel dönüşümler ve sıkışmışlık hissi. Bunları misyon odaklı bir perspektifle nasıl aşabileceğimizi daha önce anlatmıştım (https://daktilo1984.com/yazilar/bes-tuzak-bes-misyon/)
Nasıl Olacak?
İlkokula başladığımda Türkiye, Güney Kore ile benzer zenginlikte bir ülkeydi. Şimdi onlar bizi üçe katlıyor. ABD’den dönerek Orta ve Doğu Avrupa’ya yönelik bir fon kurduğum dönemde Türkiye, Polonya ile benzer zenginlikte bir ülkeydi. Şimdi onlar bizi ikiye katlıyor. Üç reform problemini çözelim ki bizden sonraki nesiller de benzer örnekler vermek zorunda kalmasın.
Peki bu çözüm nasıl olacak? Birincisi, eş zamanlı olacak. Pistin tadilatı (kurumsal onarım/ restorasyon), uçağın hazırlanması (kalkınma seferberliği/mobilizasyon) ve benzinin konmasıyla havalanma (sıçrama/transformasyon) eş zamanlı olarak gerçekleşmek zorunda. “Önce birini sonra diğerini yapalım” veya “X konusu şimdilik lüks” gibi yaklaşımlara yer yok.
İkincisi, yeni bir solukla olacak. Einstein’dan aldığımız dersleri hatırlayalım. Aynı şeyleri deneyerek farklı sonuçlar elde edemeyiz. Meseleleri onu yaratanlar çözemez.
Üçüncüsü, rasyonel bir performans iddiası ile birlikte başarma coşkusunu buluşturarak olacak. Daha önce bunu “endeks milliyetçiliği” olarak tarif etmiştim. Yani Türkiye’nin uluslararası endekslerde yukarı çıkma iddiasını toplumsal birlik için bir odak haline getiren pozitif bir milliyetçilik. (https://t24.com.tr/haber/endeks-milliyetciligi,954972)
Açık söyleyeyim: Türkiye tüm bunları başaracak imkanlara ve insanlara sahiptir.