Şili’de bir yıldan fazladır devam eden anayasa yazım çalışmalarının vardığı menzil, 4 Ağustos’ta yapılan referandum oldu. Halkın %86’sının katıldığı referandumda %38’e karşı %62’yle hayır bloku galip geldi.
Peki, Şili toplumu neye hayır dedi? Ücretsiz sağlık hizmetlerine, kürtaj hakkının yasallaşmasına, en mikro seviyede dahi toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına, devasa maden sektörünün çevreci bir niteliğe bürünmesine… yani Pinochet’in toplumu edilgenleştiren otoriter ve piyasacı anayasasının tam tersine, kamucu ve eşitlikçi bir anayasaya hayır dedi.
Teoride bakınca son derece anlaşılmaz görünen bu reddiyeyi, yine teoride daha anlaşılmaz kılan bir durum da var hatta: Şilililer kısa bir süre önce anayasa yapsın diye yüksek bir oranla rıza gösterdikleri iktidarın anayasasına hayır dediler. Peki bunun pratik bir karşılığı yok muydu? Elbette vardı. Hem de birden fazla…
Her şeyden önce Şili halkı, ülkelerinin üniter yapısının bozulacağıyla ilgili bir endişeye kapıldı. Bu endişenin birkaç nedeni vardı. İlk olarak Araucania bölgesindeki yerli topluluklar ile feodaller arasında yaşanan çatışmalar ve Venezuella’dan gelen göçmenlerin toplumsal huzuru bozduğu iddiasının sonucunda, medya gücünü elinde bulunduran sağın yaptığı karşı propaganda, insanların anayasanın özgürlükçü, sosyal adaletçi ve eşitlikçi ruhunun yerine güvenlik kaygılarından yana irade koymalarına sebep oldu. Bunun yanında anayasada yerli halkların kültürel ve politik haklarının tanınacağının öngörülmesi de yukarıdaki kaygıyla birleşince, toplum hem ülkenin üniter yapısıyla ilgili bir kaygı yaşadı hem de ülkede çoklu bir hukuk düzeninin hüküm süreceğinden çekindi.
Toplumu, desteklediği anayasadan uzaklaştıran bir diğer unsur da zaten iktidarı karikatürize etmek için tetikte bekleyen basına, siyasetçilerin verdiği nokta atışı paslar oldu. Medya gücünü domine etmiş olan aşırıdan merkeze kadar uzanan sağ gruplar, Pikaçu kıyafetiyle meclise gelen bir parlamenter ve duş alırken çevrimiçi oylamaya katılan bir diğer parlamenter gibi bazı kişilerin ciddiyetsiz tavırları sayesinde anayasayı ve iktidarı karikatürize edebilecek kullanışlı alanlar buldular. Bu da sağın anayasayı yapan iradeyi itibarsızlaştırması sonucunu doğurarak, münferit olaylara karşı ortaya çıkan toplumsal rahatsızlığın iktidar ve anayasa karşıtlığına kanalize edilebilmesi için sağın ekmeğine yağ sürdü.
Elbette ‘hayır’ın bir diğer yanı da bu anayasanın çok keskin bir dönüşüm vadetmesiydi. Toplumun yıllarca alıştığı bir düzenden ani bir kopuşa işaret eden ve hemen hemen her alanda ivedi bir dönüşüm vadeden bir anayasa, toplumu endişeye sevk etmişti. Mustafa Kemal Erdemol’un ifadesiyle toplum, “ilerici dedik ama bu kadar ilericisini kastetmedik” demiş oldu.
Son olarak, belki de en önemlisi, toplumun yeni anayasaya yüksek bir rıza gösterdiği dönemde yaşanan %11,7’lik muazzam büyümenin ardından bu tablonun tersine dönerek iktidarın vadettiği dönüşümü ekonomik verilerle destekleyememesiydi. Tüm bunlar, Şili’de büyük bir dönüşüm vaadiyle gelen iktidarın yaşadığı büyük hayal kırıklığının sebepleri arasında sayılabilir. Yani teoride çok makul ve toplumsal desteğe mahzar olmuş görünen yeni anayasa, pratikte yapılan hatalar nedeniyle kapıdan dönmek zorunda kaldı da denebilir.
Sondan, yani ekonomiden başlayarak Türkiye muhalefetinin Şili örneğinden çıkarması gereken dersleri madde madde sıralayacağım:
1- Muhalefet, çok hızlı bir kurumsal dönüşümü soyut ve teorik olarak anlatmaktansa atılacak her adımın iktisadi olarak topluma pratikte ne gibi bir katkı sunacağı konusunda net davranmalı ve tartışmayı iktisadi zemin üzerine inşa edeceği bina zırhının arkasından yürütmeli.
Örneğin Millet İttifakı’nın 100 günün ardından enflasyon hedefi nedir? Faiz politikası ne olacaktır?
Yine bunun yanında örneğin nitelikli barınma sorunu orta ya da uzun vadede ne gibi bir süre içinde ve nasıl çözülecektir?
Muhalefetin Türkiye’ye dönük sektörel vaadi nedir? Türkiye, katma değer üreten mal ve hizmetler üretip nitelikli işgücünün niteliksiz işlerde çalışmasının önüne geçebilecek midir?
Türkiye’nin 1 yıl sonraki döviz kuru hedefleri hangi aralıktadır?
Ve tabii, tüm bunların muhalefetin Türkiye’ye vadettiği kurumsal altyapıyla ilişkisi nedir?
2- Muhalefet, tıpkı Şili’deki gibi karşıtının elinde olan medya hegemonyasının ve İletişim Başkanlığı rejimin bilgi asimetrisi ve dezenformasyon yaratmaktaki maharetinin farkına vararak, bir de bunun üstüne kendi iç çekişmeleriyle onun eline kendisini karikatürize edip itibarsızlaştıracak malzemeler vermemeli. Örneğin HDP’yle ilgili başlayan tartışmanın ardından İYİP ve CHP hattındaki gerilim, Barış Yarkadaş’ın İYİP hakkındaki sözleri tam da iktidar medyasının muhalefeti itibarsızlaştırma çabaları için biçilmiş kaftan. Bunların yaşanmaması için herkes, bir yerlere ahlaki sinyalleme yapmaktan vazgeçip sorumlu davranmalı. Başka bir ifadeyle, herkesin birbirini sorumlu davranmaya davet ettiği bir samimiyetsizlik ortamındansa herkesin gerçekten sorumlu davrandığı bir samimiyete ihtiyaç var.
3- İktidarın, tıpkı Şili’de olduğu gibi, muhalefeti HDP kozuyla güvenlikçi perspektif üzerinden sıkıştıracağı apaçık bir gerçek. Muhalefet, bu tartışmalara girmeden, toplumun asıl kaygısı olan ve iktidarın üretebileceği alternatif kalmayan iktisadi sahada konuşup, iktidarı kendi minderine çekme kabiliyetini gösterebilmeli. Aksi durumda iktidar, 7 Haziran-1 Kasım gibi bir tabloyla da harmanlanmış bir süreçle, Şili’de daha yumuşağının yaşandığı gibi, insanlara, güvenliklerini özgürlük ve demokrasiye tercih ettikleri bir süreç yaşatabilir. İktidarın üzerine giydiği milli güvenlik zırhını o bedenden söküp atıp kral çıplak demenin yegane yolu ekonomi zırhının arkasından konuşmaktır.
4- Muhalefet hiç olmadığı kadar bir arada ve sağlıklı bir görüntü vermek zorunda. Mevcutta seçmenlerin kendisinden yana tercih yaptığı gerçeğini sabit bir durum olarak algılamamalı. Masanın dağılması ihtimalinin Erdoğan ve iktidar basını tarafından nasıl karikatürize edileceğini unutmamalı. Muhalefetin Erdoğan’ın Türk toplumundaki koalisyon nefretine yaslanarak, olası bir dağılma hâlinde kendisinin tekliğini, muhalefetin çokluğuna ve bu çokluk dolayısıyla daha iktidara gelmeden ortaya çıkan krizlere tercih ettirebileceği gerçeğini aklından çıkarmaması gerekir. Aksi durumda veriler, hiç kimsenin öngöremeyeceği kadar kısa bir sürede tersine bir seyir de izleyebilir.
Fotoğraf: Olga Stalska