PKK’nın kendini feshettiğine dair duyuru ikinci çözüm sürecinin kırılma noktalarından biri olarak tarihe geçti. Böylelikle Öcalan’ın çağrısı örgütü tarafından resmen kabul edildi. Silah bırakma ve fesih için her hangi bir ön koşul, aşama veya takvim öngörülmemesi PKK’nın kaçınılmaz sonu kabul ettiği şeklinde yorumlandı. Ancak Suriye jeopolitiğinde yaşananlar bu kararın etkisini ciddi ölçüde azaltmaktadır. Siyasi iktidar, DEM çevreleri ve hükümetin organik aydınları Suriye hakkında konuşmak istemiyor. Onların özenle kaçındıkları gerçek ise şu: PKK’nın silahlı terör varlığının ezici bir çoğunluğu Suriye’de. 26 Nisan Kamışlı kongresinden sonraki manzara bakımından ise Suriye PKK’sının silahsızlanma sürecine girmesi ihtimal dahilinde değil. Hatta aksi yönde gelişmeler daha güçlü.
Suriye’nin Kuzey ve Kuzey Doğusunda fiili PKK devletinin Şam rejimi tarafından özerk bir yapı olarak tanınması, Suriye’deki Kürt aktörlerinin ortak dileği. Bir zamanlar Irak’ta ön plana çıkan konjonktür Suriye için de geçerli olacak. Kürtlerin başkent karşısında özerk bir idareye sahip olduğu, bu durumun hukuk politik bir gerçek olarak anayasa metninde güvence altına alınacağı bir gelecek yaklaşmakta. Suriye’de yaşanan gelişmeler nedeniyle pek çok muhalif PKK’nın silah bırakma sürecini bir kandırmaca olarak görüyor.
Bu genişçe parantezi kapatıp fesih metnine baktığımızda ise iç siyaset bakımından oldukça tedirgin edici bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. PKK kendini feshettiğini açıklarken “PKK ismiyle” sürecin tamamlandığına dikkat çekti. Bu vurgu PKK’yla ilişkili ama doğrudan PKK ismini taşımayan yapıların devam edeceği anlamına geliyor. Ayrıca fesih metni son derece iddialı ideolojik bir söyleme oturtulmuş durumda. Silah bırakan PKK terör örgütü liderleri yaptıkları hiçbir şeyden pişman değil. Toksik dil 1924 Anayasası ve Lozan Anlaşmasını hedef alan içerikte kendi yetkinliğine ulaşıyor. Cumhuriyetin ilk anayasası ve devleti kuran barış anlaşmasının hedef alınması, bu tarihsel belgelerin bir önceki versiyonlarına özlem duyulduğunu göstermekte. PKK zihniyeti kurulduğu zamandan bugüne pek değişmemiş. Lozan yerine Sevr, 1924 yerine 1921 Anayasasını istiyor terör örgütü. Tam da bu noktada Öcalan’ın durduğu yer ile PKK’nın tavrı arasındaki farklılığı yeniden hatırlatmak gerekli. Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısı sadece silah bırakma ve fesih talebini kayıt altına almıyor, aynı zamanda geçmişte yaşananlara yönelik özeleştiri iradesini de ortaya koyuyordu. Öcalan’a göre bağımsız devletten komün örgütlenmesine kadar yasa dışı Kürt hareketinin pek çok yönelim ve akımı tarih tarafından yanlışlanmıştı. Dahası Türkiye ve dünya gerçekleri ile Ortadoğu jeopolitiği bakımından silahlı mücadele sürdürülemez nitelikte bir araçtı. Bu sözler karşısında PKK’nın tavrı ise geçmişi diri tutmaya, ayrılıkları körüklemeye ve yeni tartışmalar açmaya yönelik bir içeriği yansıtmakta. Burada kritik mesele DEM’in yeni çözüm sürecinin yasal ve anayasal çerçevesinin inşasında hangi rotayı izleyeceği hususudur. DEM en baştan beri hukuki adımlar atılmasını talep etmekte. Peki, nasıl bir perspektifle hareket ediyor Kürt siyaseti? PKK gibi Cumhuriyetle ve ulus devletle hesaplaşan bir dil mi, Öcalan gibi ucu açık bir radikal demokrasi pratiği mi siyaset yapma biçimine yön verecek?
PKK tartışmasının Kürt sorunuyla birleştiği düzlemde Bahçeli’den önemli bir çağrı geldi. MHP lideri mecliste temsil edilen tüm partilerin katkı sunacağı 100 kişilik bir komisyon kurulmasını önerdi. Aslında Kürt sorununun TBMM’de, komisyon aracılığıyla tartışılıp karara bağlanması CHP’nin kadim önerilerinden biridir. Ana muhalefet uzun süreden beri meclisi göreve çağırmakta. Bahçeli’nin CHP’ye hiç atıf yapmadan bu söylemi devralıp yeni açılım gündeminin odak noktası haline getirmesi ise birkaç bakımdan ilginç: Öncelikle AKP ile MHP arasında yine bir ritim farklılığı sorunu var. İktidar partisi silahlar tümüyle teslim edilene kadar yasal adım atılmasına karşı. Yani önce alacağı her şeyi alıp sonra adım atmaktan yana. Bu bakış açısına göre komisyon kurulsa bile bir sonraki yasama dönemi, yani 1 Ekim’den önce somut bir gelişme yaşanması imkansız.
İkinci mesele yürütme ile yasama arasındaki farklılaşmayla ilgili. AKP, ikinci çözüm sürecini daha devletçi ve yukarıdan aşağıya emir ve fiili durumlar aracılığıyla yönetmek istiyor. MHP ise artık gelinen nokta itibariyle yasama ve yargının üzerine bazı sorumluluklar düştüğünü söyleyen bir politik hattı takip etmekte. Bu bağlamda MHP’nin komisyon çıkışıyla DEM ve CHP çizgisine yaklaştığını söylemek mümkün. Son olarak ise anayasa hususuna değinmek gerek. MHP’nin kurulmasını talep ettiği milli birlik komisyonu 100 kişiden oluşacak. Bu bir komisyon için oldukça yüksek bir rakam. Bahsi geçen olası komisyon meclis içinde bir alt meclis gibi çalışma kapasitesiyle donatılabilir. Bu siyaset hattının yeni anayasayla birleşmesi ise kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde durmakta. Kurulursa görünüşte Kürt sorunuyla ilgilenecek komisyonun gerçekte ise tek bir gündemi olacak. Meclisin yeni komisyonu anayasa yazarken Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözecek bazı önerileri de gündemine alabilir.
Sonuç olarak şöyle bir yargıda karar kılabiliriz: Seçime kadar geçecek sürede ülke yoğun bir şekilde anayasa ve ideoloji tartışması yapacak. Türk devletinin niteliği, Türk milletinin içeriği ve rejimin biçimi hukuk politik temel meseleleri olarak önümüzde durmakta.