Ellili yaşlarında, süzgün ve uzun yüzlü, sıska, hayalperest ve sakar bir adam nasıl oldu da Dünya Edebiyatının en unutulmaz kahramanlarından birine dönüştü?
Oysa 1605 ve 1615 yıllarında iki cilt olarak Cervantes’in yayımladığı Mançalı Yaratıcı Asilzade Don Kişot yayımlandığı dönemlerde muhtemelen bugünlerden çok farklı şekilde algılanıyordu.
Roman, ilk başlarda bir hiciv ve parodi olarak algılanırken, zamanla insanlık durumunun derin bir incelemesi, idealizm ve gerçeklik arasındaki çatışmanın sembolü ve modern edebiyatın öncüsü olarak kabul görmüştür.
Don Kişot’un yüzyıllara yayılan okunma ve yorumlanma süreci edebiyat tarihinin en ilginç hikayelerinden biridir. Bunun yanında yazılan metnin zaman karşısında ne kadar dayanıklı olduğunun da çok açık biçimde ispatıdır.
Bir kere Don Kişot ziyadesiyle paranoyak, fazlasıyla saldırgan, duygu durumu sürekli değişen ve devamlı halüsinasyonlar gören bir adam. Don Kişot’un büyüsü Dünyanın gerçekliğinden daha çok, o Dünyayı yapı söküme uğratan metinlerin gerçekliğine inanmasından geliyor.
Ancak 17. yüzyılda sakar asilzademiz, sözde uyanık uşağı Sancho Panza’yla, dişi yerine erkek olan atı Rossinante ve bir türlü kavuşamadığı hayali yavuklusu Dulcinea’yle muhtemelen çok farklı bir niyetle dolanıyordu etrafta.
Don Kişot biçem olarak modern edebiyatın birçok özelliğini daha o yıllarda bünyesinde barındırmaktadır. Her şeyden önce bir üst kurmaca var karşımızda. Bir çeşit kendisini yazan bir kitap. Cervantes oyun içinde oyunla bu romanı Sidi Ahmed Benengeli adlı bir Arap’ın yazdığını söyler metinde. O da hikâyeyi başka birinden duymuştur. Yani elimizde tuttuğumuz kitap, Arapçadan İspanyolcaya çevrilmiş, sözlü edebiyattan yazılı edebiyata aktarılmış bir metindir.
Böylece Cervantes yazarı belirsizleştirerek ve kendisini de bir çevirmen yaparak bir anlamda metnin gerçekliğinde anlatıyı anonim kılar. Don Kişot kendi hikayesi içinde maceralarını yaşarken, diğer taraftan kendi hikayesinin bir yazarı olduğunu ve ününün yavaş yavaş İspanya’ya yayıldığını öğrenir. Yani Don Kişot hem eyleyen hem de yazılan bir kahramandır. Kurmaca böylelikle kendi içinde daha fazla parçaya katlanır. Bu açıdan bakıldığında, günümüz anlatılarında görülen anlatı düzlemlerinin parçalanması, öznenin kimliğinin sabit olmaması, gerçekliğin metinsel inşası gibi teknikler ilk kez Don Kişot’ta sahneye çıkmıştır.
Romandaki diğer karakterler için Don Kişot bir delidir. Çünkü gerçeklikten kopmuştur. Ama onunki özel bir deliliktir. Şövalye romanlarında dile getirilen her şeyin gerçek olduğuna inanmaktan ileri gelen bir delilik. Gezgin şövalye etrafta devler görürken Sancho Panza bunların değirmen olduğunu söyleyecektir. Ancak şövalyemiz kendi gördüğünün, görünenden daha gerçek olduğunu iddia etmeye devam edecektir. Zira o gördüğü şeye değil, kafasında canlandırdığı şeye inanır. Bir yandan da gördüğünü kafasında yeni bir formla baştan yaratır ve ona da inanır. Ta ki inandığı şey bir süre sonra gerçek olana kadar…
Dostoyevski, Don Kişot’u insanın ifade edebileceği en acı ironi olarak tanımlamıştır. Acı ile ironinin kesişimi bir yerden sonra trajediyi de doğuracaktır. İşte Dostoyevski Budala adlı romanını bu trajedi üstüne oturtacaktır. Burada trajik olan kahraman mıdır, ona gülen okur mu yoksa onu yargılayan diğer kahramanlar mı aslında net değildir. Acı ile ironinin birleşimi bir yerden sonra doğru ve yanlış kavramlarının da içini boşaltır. Cervantes’in ironisi tam da bu oyun üstüne kuruludur. Bir şey derken aslında onun tam karşıtını da savunmaktadır. Okuyucunun altındaki zemin sürekli yer değiştirmektedir adeta. Bu özelliğiyle akla Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünü de getirir.
Belki de bu yüzden, Don Kişot ironik bir şekilde, Hıristiyan din adamları tarafında da tavsiye edilen bir metindir. Papa XVI. Benedictus Don Kişot’un deliliğinin soylu bir delilik olduğunu söyleyip ondaki Hıristiyan erdemlerini över. Düşüncelerinde iffetli, sözlerinde dürüst, eylemlerinde cesaret olan, merhametli ve sabırlı bir adam vardır karşımızda. Bunlar her Hristiyan’da olması gereken özelliklerdir. Peki Don Kişot gerçekte öyle midir? Cervantes Hıristiyan erdemlerini mi övmektedir? Üstelik bu romanın yazarı bile değilken!
Don Kişot bütün metin boyunca Hıristiyan erdemlerini över. Ama kendisinin eylemleri sanki söyleminden biraz farklıdır! İyi bir Hıristiyan gibi kibirle mücadele ettiğini söyleyen bu kahraman, büyük bir iştahla dünyaca ünlü olmanın peşindedir. Herkes tarafından tanınmak, bilinmek ister. Bütün eylemleri şan ve şöhret içindir.
Öfkeyi hayatından çıkarması gereken kahramanımız, yaşlı atına sürekli zulmetmekte, onu mahmuzlamakta, düşmanlarının böğrünü mızrağıyla delmek, kılıcıyla kafalarını kesmek istemektedir. Cesur olması gereken yerlerde ise süt dökmüş kedidir adeta, sözgelimi efendisini savunduğu için taşlanan Sanço’yu kurtarmak yerine dörtnala oradan kaçmıştır. Don Kişot tüm roman boyunca sürekli dayak yemiş, defalarca aldatılmış, alay edilmiş, kafese kapatılmış, küçük düşürülmüştür. Adeta bu sözde erdemlerin karikatürü haline gelmiştir.
Cervantes burada ironiyi göreve çağırır aslında: Hıristiyan erdemleriyle bezenmiş bir karakterin, bu erdemleri hayata geçirememesi. Aynı anda hem haklı hem haksız, hem kahraman hem trajik figür oluşu, ahlaki okuru rahatsız edici bir ikilemde bırakır. Tam da bu noktada Dostoyevski’nin onu “insanın ifade edebileceği en acı ironi” olarak tanımlaması anlam kazanır. Don Kişot’un deliliği, sistematik bir düşüncesizlik değil, sistemli bir yanılsamadır.
Don Kişot yazıldığı dönemde popüler şövalye romanlarının bir parodisi olarak görülmüş ve eğlenceli bir hikâye olarak okunmuştur. Don Kişot’un komik maceraları ve Sancho Panza’nın pratik zekâsı, okuyucuları güldürmüş ve eğlendirmiştir. Daha sonra ise 18. yüzyılın Aydınlanma Çağı’nda işin rengi değişmiş, rasyonalist bakış açısıyla Don Kişot saf bir deli olarak görülmüş, roman, akıl ve mantık ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle sertçe eleştirilmiştir. Don Kişot’un hayalleri ve idealleri, gerçeklikle bağdaşmayan bir delilik olarak değerlendirilmiştir.
19. yüzyılda romantizm akımının güçlenmesiyle birlikte Don Kişot, idealizmin ve kahramanlığın sembolü olarak yeniden keşfedilmiştir. Don Kişot’un dünyayı değiştirme çabası, imkansızı başarma arzusu ve yüksek idealleri, romantik kahramanların özellikleriyle örtüşmektedir. 20. yüzyıldan itibaren roman, modern edebiyatın öncüsü olarak kabul edilmiş ve farklı yorumlara açık bir metin olarak değerlendirilmiştir. Don Kişot’un karakteri, postmodernizmin etkisiyle parçalanmış ve belirsiz bir kimlik olarak yorumlanmıştır. Sistem karşısında parçalanan bir öznedir artık. Romanın üstkurmaca tekniği, metnin gerçekliği sorgulaması ve yazarın rolünü belirsizleştirmesi, modern edebiyatın önemli özelliklerinden kabul edilmiştir.
Bu dönüşüm, karakterin kendisinden çok okuyucunun epistemolojik dünyasındaki değişimin göstergesidir elbet. Başka bir deyişle, Don Kişot’un değil, bizim deliliğimiz zamanla değişmiştir. Onun değirmenleri dev görmesi, bizim medyatik illüzyonları gerçek sanmamızdan daha az mı hakikidir? Bugün Don Kişot’un deliliğini başka bir gözle okumak mümkün: O, hazır gerçekliklere değil, kendi inandığı kurgulara bağlı kalmayı seçmiştir. Bu anlamda onun deliliği, günümüz bireyinin otoriter ve manipülatif söylemlere teslim olmuş pasifliğinden daha özgürlükçü bir duruş olarak bile yorumlanabilir. Modern birey, devasa şirketlerin, medya kartellerinin ya da siyasi aygıtların “ürettiği” gerçekliğe maruz kaldığında, bu gerçekliği sorgulamak yerine çoğunlukla kabul ediyor. Don Kişot ise gördüğüne değil, inanmayı seçtiğine bağlı kalır ve bu yönüyle bugünün insanından daha bilinçlidir belki de.
Don Kişot’un bu topraklardaki algılanışıyla, Batı kamusundaki algılanışı da bugün çok farklıdır. Bizde daha çok anlamsız ve hadi adını koyalım lüzumsuz kahramanlıklar gösterenlere, Don Kişot’luk yapma, denir. Burada bir aptallık iması vardır. Ancak bugün Batı kamusu için Don Kişot ismi, soylu bir amaç uğruna kaybedeceğini bile bile bir mücadeleye girmektir. Birtakım değerler için meşru bir kendini fedadır. Bu farklı algı, sadece edebi değil, politik ve kültürel bir fark olarak da okunabilir. Biri neticeye, diğeri sürece odaklanır. Biri başarıya, diğeri niyete. Batı’da Don Kişot, bir tür idealist aziz gibidir, Doğu’da ise eğreti bir palyaçoya indirgenmiştir. Belki de en hakiki Don Kişot, tam bu iki yorumun arasındadır, tıpkı gerçeğin ortada bir yerde olması gibi: Bir gülünç idealist, aynı zamanda trajik bir bilgedir de.
Don Kişot’un maceraları, zamanın aynasında farklı yansımalar üretmeye devam etmektedir. Onun serüveni, yalnızca Cervantes’in kurgusal evreninde değil, bizim zihinsel coğrafyamızda da sürmektedir. Deliliğin, kahramanlığın, inancın ve ironiyle bezeli hikmetin bir araya geldiği bu eşsiz metin, her okunuşta kendini yeniden yazmaktadır. Cervantes belki de bu yüzden romanın yazarı olarak değil, yalnızca bir “çevirmeni” olarak kalmayı seçmiştir. Çünkü Don Kişot yalnızca anlatılan değil, her çağda yeniden yazılan bir metindir.
Bu bağlamda Don Kişot’un yel değirmenleri, aslında zamanın ruhuna göre değişen metaforlar haline gelmiştir: 17. yüzyıl için şövalye romanları; 20. yüzyıl için ideolojik ütopyalar; 21. yüzyıl içinse dijital imgeler ve sanal gündemler… Her çağın Don Kişot’u vardır ve her çağın yel değirmenleri farklıdır. Sorun şudur: Bu yel değirmenlerini görenler mi delidir, yoksa onları hiç görmeyenler mi?