Bir toplumda güven; istikrarın, ilerlemenin ve refahın üzerine inşa edildiği temel taştır. Bu gerçeklik, özellikle finansal kurumların, politika yapıcıların ve ekonominin etkin işleyişinin sağlanmasında güvenin önemli bir rol oynadığı tüm ekonomiler için geçerlidir.
Son yıllarda güven konusu, ekonomi alanında özellikle merkez bankası bağımsızlığı ve kredibilitesini çevreleyen tartışmalarla giderek daha fazla iç içe geçmiş hale gelerek ekonomik yönetişim ile toplumsal güven arasındaki karmaşık etkileşimi yansıtır niteliktedir.
Güvenin Önemi
Güven, toplumsal uyumun ve ekonomik kalkınmanın temel belirleyicileri arasında yer almaktadır. Zira güven, sosyal sermayenin ayrılmaz bir parçasını ve toplulukların gelişip bireylerin gelişeceği temeli teşkil eder. Bir ekonomide güvenin; iş birliğini teşvik etme, işlem maliyetlerini azaltma ve sosyal uyumu geliştirme yeteneği yaratmanın yanında toplumda dayanışma ve dayanıklılığı güçlendiren bağlar kurduğu söylenebilir. Güven, bilgi ve kaynakların paylaşımını kolaylaştırarak karşılıklı öğrenmeyi ve yeniliği mümkün kılar, desteklere, fırsatlara ve kaynaklara erişimi kolaylaştırır, sosyal ağların oluşumunu ve sürdürülmesini destekler.
Güven dolu ortamlarda ekonomik faaliyetler gelişir, demokratik süreçler daha sorunsuz işler ve bireyler daha yüksek düzeyde mutluluk ve tatmin yaşar. Bu nedenle güveni beslemek, sosyal sermayeyi oluşturmak ve sürdürmek, dünya çapındaki toplumların canlılığına ve refahına katkıda bulunmak için gereklidir.
Tüm ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de güven, bireyler arası ilişkilerden ticari işlemlere ve kamu kurumları faaliyetlerine kadar günlük yaşamın çeşitli yönlerine nüfuz etmektedir. Güven, özünde öngörülebilirliği teşvik ederek belirsizliği azaltma ve işbirliğini geliştirme ve böylece yatırıma, yeniliğe ve büyümeye elverişli bir ortam yaratma özelliğine sahiptir.
Bireyler ve firmalar, ekonomik aktörlerin ve kurumların bütünlüğüne ve öngörülebilirliğine güvendiklerinde, üretken faaliyetlerde bulunma, kaynakları verimli bir şekilde tahsis etme ve refaha katkıda bulunma olasılıkları yükselmektedir.
Merkez Bankası Bağımsızlığı ve İtibar
Bir ülkede ekonomiye duyulan güvenin temelinde merkez bankası yer alır. Zira merkez bankası, para politikasının oluşturulması ve uygulanmasında, fiyat istikrarının sağlanması ve finansal sistemin etkinliğinin sağlanmasında kritik bir rol oynar. Siyasi müdahalelerden özerklik ile karakterize edilen merkez bankası bağımsızlığı, para politikasının işlerliği ve ülke parasının istikrarını sağlamak için bir gereklilik olarak görülür.
Merkez bankası bağımsızlığının temel belirleyicileri arasında yasal çerçeve, kurumsal düzenlemeler ve siyasi faktörler yer almaktadır. Yasal çerçeve, para politikasını formüle etme ve uygulama konusunda merkez bankasına tanınan özerkliğin derecesi de dahil olmak üzere, merkez bankası bağımsızlığının yasal temelini oluşturur.
Merkez bankasının yönetişim yapısı ve karar alma süreçleri gibi kurumsal düzenlemeler de bağımsızlığının belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Merkez bankası başkanlarının görev süreleri ve istikrarı, atama ve görevden alma prosedürleri ve karar alma organlarının yapısı gibi faktörler merkez bankası bağımsızlığını etkiler. Ek olarak, merkez bankası bağımsızlığına verilen siyasi desteğin düzeyi ve hükümetin para politikası kararlarına müdahalesinin derecesi de dahil olmak üzere siyasi faktörler önemli belirleyicilerdir.
Son yıllarda Türkiye’de merkez bankası bağımsızlığının erozyona uğradığına dair endişeler, belki hiç olmadığı kadar merkez bankası karar ve eylemlerinin gündemde kendine yer bulmasına yol açmaktadır. Kuşkusuz bu gündem, ekonomik birimler ve piyasa güvenini zayıflatırken, finansal piyasalarda oynaklığın artması ve Türk lirasının değer kaybetme eğilimini güçlendirmektedir.
Merkez bankasının piyasada ortaya koyacağı güvenilirliğin, piyasa katılımcıları ve kamuoyuyla etkin iletişim kurma becerisine bağlı olması, bu çerçevede şeffaf iletişim kanallarından yararlanılması, açık bir politika rehberliği sağlanması ve tutarlı mesajlar vererek ekonomide güven inşa etmek, enflasyon beklentilerini kontrol altına alabilmek açısından önemlidir.
Kuşkusuz ekonomik birimler merkez bankasını güvenilir bir otorite olarak algıladıklarında davranışlarını para politikası hedefleriyle uyumlu hale getirme olasılıkları artacak ve bu da daha istikrarlı makroekonomik sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır.
Nereye Doğru Gidiyoruz?
Türkiye ekonomisi pandemi sonrası dönemde dünya genelindeki sıra dışı koşullarla heterodoks ekonomi politikalarının birleşmesi neticesinde Türk lirasının döviz karşısında hızla değer kaybettiği, finansal kaynak gereksinimi ve maliyetlerdeki artışlar ile de tüm bunlarla bir araya gelen enflasyonist etkileri yaşamaya başladı.
Ekonomi, enflasyonist eğilimlerin güçlenmesi ve buna uygun müdahalelerde bulunulmaması ve müdahaledeki gecikmelerle birlikte ekonomik birimlerin önce beklentilerinde, sonrasında ise fiyat belirleme ve algılama davranışlarındaki bozulmalarla karşı karşıya kaldı.
Ekonomide bu süreçte yaşananlar, bir uçağın kokpitini gözünün önüne getirenler için şu şekilde tasvir edilebilir: Uçağın otomatik pilotunun devreden çıkarılması, bunun üzerine türbülansa girilmesi ve aynı zamanda motorlardan birinin arıza vermesi.
Burada öncelikle “neye ihtiyaç vardır” diye değil de “neye ihtiyaç yoktur” diye soralım. Kuşkusuz panik yapıp, bütün düğmelere basan bir pilota ihtiyaç yoktur. Zira burada bu tür bir davranış, uçaktakilerin de paniğe kapılmasına sebep olacak, belki oksijen maskelerinin ve çeşitli uyarı sistemlerinin açılmasına ve uçağı daha zor bir pozisyona götürecek aksiyonlara sebep olabilecektir.
Türkiye, halihazırda dünya toplumları arasında güven düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biridir. Oysaki araştırmalar bize, ülkelerde güvenin toplumsal alanda yerine getirdiği fonksiyonun bir tür yapıştırıcı veya dolgu olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla güven düzeyi geriledikçe toplumlarda pek çok alanda işler zorlaşıyor, ekonomik faaliyetlerde verimliliğin azalması, maliyetlerin ise artması en önemli gerçeklerden biri olarak ortaya çıkıyor.
Bunun üzerine para otoritesi ile ekonomik birimler arasındaki güven ilişkisinin kopmasını eklediğiniz zaman karşılaşılacak maliyetlerin büyümesinin yanında, ekonomi politikalarının çalışması ve ekonomiye yön vermesini sağlayacak reflekslerin kaybedilmesi de gündeme geliyor.
Çözüm Arayışları
İşte bu noktada yüksek enflasyonla mücadelede yararlanılması öngörülen, kamuoyunun son dönemdeki temel gündemi haline gelen kredi kartlarına yönelik kısıtlama adımlarından bahsedebiliriz.
Türkiye 2023 yılını, kredi kartları, banka kartları ve ön ödemeli kartların kullanımında bir önceki yılın aynı dönemine göre, yaklaşık yüzde 120 artış ile kapatırken bireyler ve firmalar mal ve hizmet fiyatlarındaki hızlı artışa karşılık, yaşamlarını ve faaliyetlerini kredi kartlarından yararlanarak sürdürür hale geldi. Enflasyonu kontrol altına alabilecek kurumsal mekanizmaların işlevsizleşmiş olması, bu çerçevede gözlerin kredi kartlarına çevrilmesine ve çeşitli kısıtlamaların gündeme gelmesine sebep oldu.
Taksit uygulamasının kaldırılması, limitlerin düşürülmesi, faiz oranlarının yeniden düzenlenmesi, asgari ödeme tutarlarının artırılması gibi önlemlerin bu kapsamda değerlendirildiği öncelikle kamuoyuna yansırken bunların bir kısmının adım adım uygulamaya konduğu ve konmaya devam edecek olduğu gerçeğinin toplumun büyük kesimlerini aniden olumsuz etkileyebilecek sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.
Ekonomide güveni tesis edecek adımların başında öngörülebilirlik ve istikrar gelmektedir. Yüksek enflasyonla mücadele konusunda çözüm arayışı içerisinde olan politika yapıcıların bu seçenekleri değerlendirmesi söz konusu olsa da kamuoyunun şeffaf ve önceden bilgilendirici şekilde yönlendirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Zira ekonomide işler yolunda gitmediğinde ya da kontrolden çıktığında bütün bu seçeneklerin birden gündeme getirilmesi ve öngörülebilirlik olmaksızın adımlar atılması, “kokpitteki bütün düğmelere basmak” gibi bir tutumdur. Böyle bir durumda da düşmeyecek bir uçağın kazara düşürülmesi söz konusu olabilir.
Politika yapıcıların, piyasa mekanizmasının işleyişine ve merkez bankası bağımsızlığına olan inançlarını yeniden teyit etmeleri, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerini desteklemeleri ve kısa vadeli siyasi mülahazalar yerine uzun vadeli ekonomik istikrara öncelik vermeleri, işlerin yeniden yoluna girmesini aşamalı olarak bile olsa sağlayacaktır. Merkez bankasına olan güveni yeniden tesis etmek adına öngörülebilirliği yeniden inşa etmek, iletişim stratejilerini geliştirmek ve dış baskılar karşısında kurumsal dayanıklılığı güçlendirmek için ortak çabalar gerekecek. Ancak tüm bunlar yapılırsa kazanımları da uzun vadeli ve kalıcı olacaktır.
Güven ve Türkiye Ekonomisinin Geleceği
Sonuç olarak, güvenin yeniden tesis edilmesi, finansal piyasaların, politika yapıcı kurumların ve toplumsal etkileşimin işleyişini oluşturan temel bir mekanizma olarak görülmelidir. Merkez bankası bağımsızlığı ve kredibilite, ekonomiye ve kurumlara olan güven algısının şekillenmesinde; yatırım kararlarının, enflasyon dinamiklerinin ve genel ekonomik performansın oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Artan belirsizlik ve değişkenlik ile karakterize edilen mevcut koşullarda; zorluklarla baş etmek, dayanıklılığı artırmak ve sürdürülebilir kalkınmanın temellerini atmak için merkez bankasına olan güveni yeniden oluşturmak ve korumak zorunludur. Güven, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin sürdürülmesi, önümüzdeki yıllarda Türkiye ekonomisinin büyüme ve istikrarını sağlamak ve toplumsal huzur ve birlikteliğin sürdürülmesi açısından vazgeçilmez olacaktır.