Batı karşıtlığı üzerine inşa edilen Avrasyacı ittifak, İsrail-İran krizinde test edildi ve sınıfta kaldı.
İsrail’in İran’a yönelik başlattığı ve bir noktada Amerika’nın da destek verdiği 12 gün süren çatışmadan bağlayıcı bir sonuç çıkmadı.
İran, İsrail’e yanıt verirken kendi içinde önemli generallerini kaybetti ve hava sahasını savunamadı.
Dünya gündemini işgal eden 12 günlük çatışmadan sonra aktörlerin konumlarını ve küresel dengeyi tekrar konuşmamız gerekiyor. Zira İran bu çatışmada oldukça yalnız kaldı.
Saldırı başladığında gözler Rusya ve Çin’in vereceği tepkiye döndü. Çünkü bu üçlü yakın zamana kadar Batı’ya karşı ittifak kurma konusunda çok istekli adımlar atıyorlardı.
Ancak savaş boyunca hem Rusya hem de Çin pasif kalarak çatışmanın bitmesi yönünde çağrı yaptı. Bu da doğal olarak analistlerin bu ülkelerin ittifakının gücünü ve kapasitesini sorgulamasına neden oldu.
Putin’in İran Hesabı: Destek mi, Denge mi?
Rusya ve İran yakın zamana kadar oldukça yakın işbirliği içindeydiler. Rusya’nın Ukrayna işgaline destek olmak amacıyla İran, Rusya’ya on binleri bulan sayıda Shahed insansız hava aracı tedarik etti. Ayrıca bu yılın başında Rusya ve İran genişletilmiş stratejik ortaklık anlaşması imzaladı.
İran hükümeti ise her ne kadar Moskova’dan Su-35 savaş uçağı, Mi-28 atak helikopteri, S-400 hava savunma sistemleri ve Yak-130 eğitim jetlerini alma konusunda anlaşmaya vardığını açıklasa da sadece eğitim jetlerinden belirli bir sayıda alabildi.
Yani İsrail saldırısına gelindiğinde iki ülke arasında çok yakın askeri stratejik ilişkiler kurulmuş durumdaydı. Ancak savaş başladıktan sonra Rusya, İran’a destek olacak bir hamle yapamadı. Pek çok analist Rusya’nın zaten Ukrayna’da batağa saplanmış olduğunu ve İran’a destek verecek mecali olmadığını söylese de Putin’in Ortadoğu’daki ilişkilerini (İsrail dahil) bozmak istemediği için hamle yapmadığı da konuşulan konular arasında.
İranlı yetkililerin ve kamuoyunun Rusya’ya olan güveninin sarsıldığı pek de şaşırtıcı bir gelişme değil. Bu noktada Rusya’yı bu kadar yumuşak davranmaya iten nedenlerden biri de İran’daki rejimin yıkılması korkusu.
Rusya bölgesindeki müttefikleri tek tek kaybediyor: Esad rejiminin çökmesi ile Suriye’deki askeri üsleri tehlikeye girdi. Kafkaslarda hem Ermenistan hem de Azerbaycan farklı boyutlarda Rusya ekseninden çıkma arayışına girdi. Ukrayna işgali nedeniyle zaten dış dünyadan izole edilen Rusya bir de İran’ı kaybederse altından kalkamayacağı bir yalnızlığa itilmekten çekindi. Putin’in bu yüzden çatışmayı tırmandırmadan bir an önce bitirip rejimi koruma refleksi göstermek istemiş olabileceği de unutulmamalı.
Arabulucu mu Seyirci mi? Çin’in Ortadoğu Stratejisi
İsrail’in saldırısı başladığında Çin çatışmaların bitmesi yönünde açıklamalar yaptı ve İsrail’i suçlasa da İran’a askeri veya politik destek vermekten de kaçındı. Örneğin İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit edince Çin hemen buna karşı bir açıklama yaptı.
Çin’in Ortadoğu’da bir arabulucu olarak kendisini konumlama çabası uzun zamandır biliniyor. Örneğin Hamas ve El Fetih arasındaki görüşmelere arabuluculuk yapmışlardı. Ancak görüldü ki Çin’in bölgede bir şeyleri engelleme ve karşı koyma gücü oldukça sınırlı. Çin’in bölgedeki aktörler ile özellikle enerji alanında önemli işbirlikleri kurduğu unutulmamalı. Kuşak ve Yol girişiminin devamı için İsrail ve bölge ülkeleri ile iyi ilişkilerini korumak zorunda. Tabii akla İran ile ilişkilerini korumasının gerekliliği de geliyor. Ancak Çin-İran ilişkisinde bağımlılık dengesinde ibre İran’ın aleyhinde görünüyor. Örneğin İran petrolünün %90’ını satın alıyor ve bu oran kendisinin ithalatının ancak %13.6’sına denk geliyor. İran’ın yaptırımlar nedeniyle petrolünü satmakta zorlandığı düşünüldüğünde Çin’e bağımlılığı daha kolay anlaşılır.
Avrasyacılık Hayali
İran 2023 yılında Şangay İşbirliği Örgütü’ne katıldı. Pek çok kişi için Rusya, İran ve Çin, Batının hegemonyasında ve liberal demokrasilere karşı çıkan müttefikler olarak konumlanıyordu. Gerçekten de bu üç ülke ilişkilerini geliştiriyor ve pek çok konuda birbirine destek veriyordu.
Ancak İsrail’in saldırısında Rusya ve Çin’in kendi müttefiklerini korumaktan aciz olduğu görüldü. Bu noktada her iki ülkenin de hem yardım kapasitesi hem de diplomatik dengelerinin bunu engellediğini görüyoruz. Rusya, Ukrayna ile savaştayken ve Kuzey Kore’den bile asker ithal ederken İran’a askeri yardım yapması kendisini Ukrayna savaşında güçsüz bir pozisyona itebilirdi. Ayrıca bölgede diplomatik olarak irtifa kaybederken ve müttefiklerini tek tek kaybederken İran rejimini tehlikeye atacak bir çatışmaya giremedi. Çin de keza diplomatik olarak İran’a destek vermenin kendisini ABD ile karşı karşıya getirmesinden çekindiği ve olası bir çatışmada Hürmüz boğazının kapanması ya da enerji fiyatlarının zıplamasından korktuğunu not edebiliriz.
O zaman akla şu soru geliyor: Doğrudan askeri saldırıya uğramış müttefiklerini bile koruyamayan bu “Avrasyacı” ittifak, aslında sanal bir proje mi? Eğer bu durumda bile geri çekileceklerse stratejik ortaklıklardan bahsedilebilir mi? Bu sorular aslında bu ülkelerin güçsüzlüğünün de bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Şu gerçek yüzümüze kapı gibi çarpıyor: Ne Rusya ne de gösterdiği muazzam ekonomik gelişmeye rağmen Çin, dünya siyasetini domine edecek güce sahip değiller.
Her şeyden önce karşı çıktıkları Amerika önderliğindeki Batılı ülkeler, birbirilerine ekonomik olduğundan daha çok değerler bütünü bakımından bağlılar. Her ne kadar son dönemde demokratik kurumların yozlaşmaya başladığı ortada olsa da bireysel özgürlüklerin temel alındığı hukuk devletine dayalı çok partili demokrasiler birbirlerinin değerlerini paylaşıyor. Buna karşın Rusya, Çin ve İran otoriter rejim karakterine sahip ve ideolojik olarak hangi noktada aynı masaya oturabilecekleri meçhul. Bir yanda tek adam rejimi olan Rusya, diğer yandan dini otokrasi olan İran ve diğer yanda da sosyalist Çin’in sadece Batı karşıtlığı ile oluşturmaya çalıştığı zemin son olayda gördüğümüz gibi hiç de sağlam değil.
Soğuk Savaşı bitiren şey Batı’nın yumuşak gücü idi. Batılılar tek bir kurşun atmadan Doğu Bloku’nun çökmesini izlediler. Günümüzde Trump Amerikası, bu yumuşak gücün kendilerince işe yaramadığını düşünüyor ve doktrinlerini hep sert güce, yani askeri ve ticari güçlerine dayandırıyorlar. Yumuşak güç konusunda iddialı olmayan fakat buna karşın sert güçlerini masaya süren Rusya, Çin ve İran eğer sert güç konusunda da başa çıkamıyorsa bu noktada Batılı liberal demokrasilere karşı nasıl mücadele edecekler, merak konusu…
Dünya çatışmanın ve savaşın normalleştiği bir dönemden geçiyor. Şüphesiz bu herkesi tedirgin etmesi gereken zorlu bir süreç. Buna karşı liberal demokrasileri korumak ve köklerine dönmek belki de üzerinde durulması gereken “eski usul” bir seçenek. Zira İsrail İran çatışması bunun dışındaki seçeneklerin de yenilmeye mahkum olduğunu bize tekrar kanıtladı…