Ağaçlar sinemanın içine döşenmiş kutsal simgeler gibi. Konusu ağaç olan her filmin içinde biraz mistisizm, biraz kültürel bağlara dokunuş var. Nuh Tepesi de tam olarak böyle bir hikâye anlatıyor. Bir ağaç var, kimin diktiği belli değil, ama her şey onun etrafında dönüyor. Biri “ben diktim” diyor, diğerleri “bu kutsal” diyor, oğlu ise “bu ağaç neden bu kadar önemli?” diye soruyor.
Cenk Ertürk’ün Nuh Tepesi filmi, baba-oğul ilişkisini, aidiyet hissini ve kültürel inancın bireysel takıntılarla buluştuğu o hassas noktayı kurcalıyor. Baba karakterinin bir saplantıya dönüşen ağaç iddiası, köylüler tarafından ona atfedilen kutsallıkla çatışıyor. Bir insan neden bir ağaç üzerinde bu kadar hak iddia eder? Ve toplum neden bir ağaçtan bir kutsal alan yaratır? İbrahim, köylüler, Ömer… Hepsi, bir ağacın etrafında felsefi bir sobelemece oynuyor. Kimi geçmişini orada bulur, kimi inancını, kimi ise sadece yükünü bırakmak ister.
Bu sorular ve düşünceler sadece Nuh Tepesi filmine özgü değil. Ağaç, yüzlerce yıldır sığınma, dönüşüm, kutsallık ya da sorgulama simgesi olmuş. Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminde ağaç, hem ana karakterin kendi köklerini arayışında hem de babasıyla yüzleşmesinde güçlü bir metafor olarak yer alır. Babasının geçmişiyle barışmaya çalışan genç adamın hikâyesi, taşra hayatının içine sıkışmış bir ağacın gölgesinde anlatılır.
Benzer şekilde, Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi‘nde –özellikle Bal filminde– ormanın ve ağacın varlığı, baba figürünün yokluğu ve onun ardından gelen sessiz sorgulamalarla birlikte anılır. Yusuf’un babasını aradığı, onun izlerini doğada, ağaçların arasında sürdüğü anlatı, ağacın bir yüzleşme alanına dönüştüğünü gösterir. Bu iki filmde olduğu gibi, Nuh Tepesi‘nde de ağaç, sadece bir fon değil; duygusal, kültürel ve varoluşsal bir yük taşıyan bir simgedir.
Nuh Tepesi‘nde bu yolculuk, babanın mirasına sahip çıkma meselesine dönüşüyor. Jung’un arketipleriyle düşünürsek, baba, “ata figürü” olarak bilgeliği ve geçmişle kurulan köprü yüzünden yüksek bir anlam taşıyor. Fakat bu bilgelik, oğlu Ömer için bir yüke dönüşüyor. O, bu ağaç meselesinden kurtulmak istiyor, ama ağaç kurtulunacak bir şey değil; kök salan bir gerçeklik.
Baba karakterini Haluk Bilginer’in canlandırdığı filmde, onun karizmatik ve aynı zamanda inatçı doğası, ağacı sahiplenme arzusunu daha da güçlü bir noktaya taşıyor. Onun için bu ağaç, sadece bir bitki değil; geçmişin, kimliğin ve mirasın bir parçası. Köylüler içinse bu ağaç, kutsallık atfedilen bir inanışın taşıyıcısı. Aradaki çatışma, filmin ana gerilim noktalarından birini oluşturuyor.
Ağaçların kutsallığı, kültürel hafızanın en derin yerlerine kazınmış bir inançtan besleniyor. Türk mitolojisinde hayat ağacı, cennetin ve yeryüzünün bağlantısını kuran bir simge olarak görülür. Eski Türklerde, Şamanlar dua ederken kutsal ağaçların etrafında toplanır, ruhlarla iletişim kurmak için onları bir araç olarak kullanırlardı. Günümüzde de dilek ağaçlarına çaput bağlayan insanlar, doğrudan olmasa da benzer bir ruhani ritüelin devamını yaşıyorlar.
Türk mitolojisinde hayat ağacı yalnızca gökyüzü ve yer altı arasındaki bağı simgelemez; aynı zamanda soyun devamını, bilginin aktarımını ve kutsal olanın yeryüzündeki izdüşümünü temsil eder. Bu yüzden kutsal ağaçlar yalnızca bir inanç nesnesi değil, aynı zamanda bir kültürel hafıza taşıyıcısıdır. Nuh Tepesi’nde köylülerin ağaca gösterdiği saygı da, bilinçli ya da sezgisel olarak bu kadim inançtan beslenir.
Ağaç, sinemada sadece bir doğal öğe değildir; o, kimlik, aidiyet ve hafızayla ilgili derin bir metaforun taşıyıcısıdır. Bir insanın geçmişini sahiplendiği, bir başkasının kurtulmak istediği, toplumun ise kutsal saydığı bu köklü varlık, Nuh Tepesi filminde de kendi kaderini yazıyor. Sonunda şu soru zihnimizde kalıyor: İnsanlar mı ağaçlara anlam yükler, yoksa ağaçlar mı insanlara anlamlarını hatırlatır?
Türk sinemasında ağacın bir anlatı unsuru olarak kullanımı, aslında doğa ile insan arasındaki bağın bir yansımasıdır. Kökleri toprağın altına uzanan bir ağaç, insanın geçmişiyle kurduğu bağın bir simgesi olabilir. Aynı zamanda dalları gökyüzüne uzandıkça, geleceğe dair umutları, hayalleri ve bilinmezliği temsil eder.
Nuh Tepesi‘nde bu bağ, baba ile oğul arasındaki çatışmada ve köylülerin inançlarında kendini gösterir. Ağaç, bir hatıra mı, bir kutsal mı, yoksa sadece bir doğa parçası mı? Film boyunca bu soruların yanıtı, karakterlerin değişen bakış açılarıyla şekillenir.
Filmin sonunda ağacın akıbeti, aslında izleyiciye bırakılan bir sorudur. Kutsal olarak kabul edilen bir varlık, insanların ona yüklediği anlamlardan bağımsız olabilir mi? Baba karakterinin ölümüyle birlikte, ağaç onun mirasının bir parçası mı olur, yoksa köylülerin inançlarına göre yaşamaya devam mı eder? Nuh Tepesi, bu tür sorularla seyirciyi düşündüren, semboller üzerinden anlatısını şekillendiren bir film olarak dikkat çeker.
Sonuç olarak, ağaçların kutsallığı sadece mitolojik ya da dini bir kavram değildir; aynı zamanda sinema gibi sanat dalları aracılığıyla da yeniden üretilen, farklı anlamlarla beslenen bir kültürel olgudur.
Nuh Tepesi, bu olguyu modern bir hikâye içinde işlerken, aslında insanın doğayla ve geçmişle olan ilişkisini sorgulatan derin bir anlatı sunar. Belki de bu yüzden, insanlar ağaçlara anlam yüklemeyi hiç bırakmadılar. Çünkü her ağaç, biraz geçmiş, biraz kimlik, biraz da insanın kendine yazdığı bir hikâyedir.
Kimse kimseyi sobelemese de bu oyun hep bir ağacın etrafında oynanıyor.