Öncelikle başlık sizi yanıltmasın, bu yazı İsrail’in Vadedilmiş Topraklar klişesini temel alan bir komplo teorisinden bahsetmiyor. Her ne kadar İsrail’in Ortadoğu’daki yayılmacı emelleri yıllardır biliniyor, İsrail kıyametçi teokratik bir rejim elinde böyle hedefler güdüyor olsa da bu yazının temel amacı İsrail’in dijital istihbarat sahasında Ortadoğu’da nasıl orantısız bir güç olma yolunda ilerlediğini irdelemek.
Geçtiğimiz yıl +972 dergisi ve Local Call gazetesinin ortak çabaları sonucunda İsrail ordusunun; ‘The Gospel’, ‘Lavender’ ve ‘Where’s Daddy?’ ismini verdiği yapay zeka temelli sistemleri, Filistin topraklarında yürütülen operasyonda aktif bir şekilde kullandığı ortaya çıkmıştı.
Haberin ortaya çıkmasıyla beraber dünya çapında yapay zeka topluluklarında bu tür algoritmaların uluslararası bir anlaşmayla sınırlandırılması konusu sıkça tartışılmaya başlandı. Özellikle İsrail’in İran’a başlattığı saldırılarda İran’ın üst düzey komutanlarını yüksek doğrulukla tek tek öldürmesi, bu tür sistemlerin son saldırılarda ne derecede kullanıldığını ve Ortadoğu’nun geleceğini belirlemede ne tür bir rol oynayacağını sorgulamamızı gerektiriyor.
The Gospel ve Lavender sistemleri hakkındaki ilk iddialar 7 Ekim sonrası Gazze’ye başlatılan hava harekâtında ortaya çıkmaya başlamıştı. +972 makalesinde İsrail hava kuvvetlerinin vurulacak hedefleri belirlemek için ağırlıklı olarak The Gospel yazılımını kullandığı ifade ediliyor. The Gospel çoğunlukla bina ve askeri yerleşimleri tespit etmek için kullanılırken Lavender daha çok hedef kişileri tespit etmekte kullanılıyor.
Bu sistemleri besleyen veri tabanları ise oldukça geniş. Uydu görüntüleri, drone kayıtları, siber istihbarat, telefon dinlemeleri, beşerî istihbarat, açık kaynaklı bilgiler ve devam eden operasyonlardan gelen raporlar vs. yıllardır Gazze’de uçan kuşu takip etmeye çalışan IDF’nin veri tabanının oldukça zengin olduğunu gösteriyor.
IDF’nin eski şefi Aviv Kochavi, ‘The Gospel’ ve ‘Lavender’ sistemlerinin günde yüz hedef belirlediğini, oysa insan analistlerin bir yılda ancak elli hedef belirleyebildiklerini ifade etmişti. Bu ifade, sistemlerin etkilerini anlamak için oldukça önemli.
Soruşturmayı yürüten İsrailli gazeteci Yuval Abraham, TIME’a verdiği demeçte, “evlerin sistematik bir şekilde bombalanması” kararının Gazze’deki sivil kayıpların “bir numaralı nedeni” olduğuna inandığını söylüyor. Abraham’a konuşan IDF kaynaklarından biri, bilgisayar başında oturan askerlerin ‘The Gospel’ den gelen istihabaratlar için adeta bir noter gibi çalıştıklarını, hatta bazen gelen bombardıman önerilerini 20 saniye içinde onayladıklarını belirtmiş. Her ne kadar bu sistemlerin yüzde on hata payına sahip olduğu kabul edilse de İsrail ordusu için böyle bir hata payı “göz ardı edilebilir” hale gelmiş durumda.
İsrail’in kullandığı sistemler elbette sadece Gazze için değil, tüm Ortadoğu için tehdit oluşturmakta. İran’a yapılan saldırılarda, İsrail istihbaratının İran gibi görece kapalı ve yıllardır mücadele içerisinde olduğu bir rejime dahi ne ölçüde sızabildiğini görmüş olduk. Halihazırda İsrail Güney Asya’da Hindistan’dan, Güney Kafkasya’da Azerbaycan’a, saldırılar karşısında sessiz ve aciz Suriye ve Irak hükümetlerine, İbrahim Anlaşmasıyla stratejik ortaklık kurduğu Körfez emirliklerine ve hatta Etiyopya’ya kadar geniş bir alanda neredeyse rakipsiz durumda. İsrail uçakları ve dronları Irak ve Suriye’de istihbarat çalışmaları yapabiliyor. Hatta Hande Fırat’ın haberine göre İsrail uçakları, İran’a yönelik saldırıların ilk gününde Türkiye hava sahasını bile ihlal etmekten çekinmiyor.
Tüm bunları yan yana koyduğumuzda İsrail’in The Gospel ve Lavender vs. gibi sistemleri daha da geliştirmek için gereken dataları Ortadoğu’nun herhangi bir yerinde toplayamaması için geçerli bir neden gözükmüyor. Bunların yanında elbette ABD’nin ve Amazon, Microsoft gibi özel şirketlerin İsrail’e olan sınırsız desteği de eklenmeli. Korkutucu bir senaryoda 15-20 yıl sonra İsrail’in Ortadoğu’nun ücra bir köşesinde saklanan herhangi bir hedefi yüksek doğrulukla tespit edip imha ettiğini görebiliriz. Bu tür bir felaket senaryosunda elbette ana endişemiz Türkiye’nin böyle bir duruma hazır olup olmadığı.
İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek yaygarasına katılmak istemem. Fakat böyle bir endişeyi öne sürenlerin belli bir seviyeye kadar haklılık payları olduğunu inkâr etmemek gerekir diye düşünüyorum. İsrail’in mutlak hâkim olduğu Ortadoğu projesini Türkiye’nin kabullenip kenara çekileceğini düşünmek en hafif tabirle onulmaz bir hayalciliği çağrıştırıyor. Buna karşın kendisine potansiyel bir rakibi, İsrail’in sadece oturup izleyeceğini düşünmek de aynı derecede hayalci.
Bu bakış açısından Türkiye ile İsrail’in bir çıkar çatışmasına öyle ya da böyle gireceğini kabul etmek, realist politik anlayışın bir gereği. İdeolojik ya da dini nedenlerden önce, jeopolitik nedenlerle karşı karşıya gelen iki aktör var önümüzde. Dini ve ideolojik saikler de zaten her iki ülkede bu jeopolitik gerilimi harlayacak kadar etkiye sahip.
Türkiye’nin veri güvenliği problemi ise böyle bir durumda insanı ürkütecek seviyede büyük. Devlet görevlilerinden üst düzey komutanlara ve ailelerine, hatta ev adreslerine kadar pek çok bilgi bir aramayla kolayca bulunabilir durumda.
Türkiye her ne kadar dijitalleşme konusunda epey yol katetmiş olsa da Avrupa ve dünyanın pek çok ülkesinde evrak işlerinin halen faks gibi bize göre eskide kalmış yollarla yapılıyor olması, esasen veri güvenliğinin de getirdiği mecburiyetlerden biri.
Devlet kurumlarında yapılan işlemlerin dijitalleşmesi her ne kadar işleyişi hızlandırsa da büyük bir veri güvenliği sorununu da maalesef beraberinde getiriyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde İsrailli hackerlar İran merkezli Sepah Bank’a bir siber saldırı düzenleyerek banka müşterilerinin günlerce hesaplarına ulaşamamalarına sebep oldu. Türkiye’nin yüzde seksen beş gibi bir oranla dünyada mobil bankacılığın en fazla kullanıldığı ülke olduğunu düşündüğümüzde, benzer saldırılarla zararın çok daha fazla olacağını öngörmek çok da zor değil.
Türkiye her ne kadar NATO’nun en geniş ikinci ordusuyla Ortadoğu’da belli bir ağırlığa sahip olsa da, söz konusu ABD’nin sınırsız desteğini almış ve adeta varoluş mücadelesine girmişçesine saldırgan bir tavırla Ortadoğu siyasetini şekillendirmeye çalışan İsrail olduğunda kendi zaaflarımızı baştan aşağı gözden geçirmeli ve itidalli bir şekilde aksiyon almalıyız.
2014’te Steve Omohundro tarafından ortaya atılan AI Arms Race yani Yapay Zeka silahlanma yarışı kavramı, esasen ABD ve Çin arasında Soğuk Savaş dönemindeki silahlanma yarışına benzer bir yapay zeka yarışının içerisinde olduğumuzu ve bu savaşın galibinin önümüzdeki yüzyılı domine edeceğini öngörür. Her ne kadar geçtiğimiz yıllarda uluslararası ilişkiler camiasında bu kavram o kadar fazla yer kaplamasa da özellikle Trump hükümetinin yapay zeka şirketlerine açıkladığı 500 trilyon dolarlık fon ve ardından Çin’den gelen Deepseek hamlesi bu kavramın daha fazla gündeme gelmesine yol açtı.
Realist bir bakış açısından, Türkiye’nin bu konuda ABD ve Çin gibi rakiplerin halihazırda gerisinde kaldığını kabul etmek durumundayız. Fakat her ne kadar dünya genelindeki rekabete dahil olamasak da aynı analojinin Ortadoğu genelinde kurulabileceğini düşünüyorum.
Bu bakış açısından Ortadoğu’da bu tür sistemleri en efektif ve inovatif şekilde geliştiren tarafın, önümüzdeki dönemde bölgenin hâkim gücü olmaya en güçlü aday olacağını düşünüyorum. Yine aynı denklemde yeni dünyaya adapte olamayan ülkelerin de bu savaşı en başından kaybetmiş olacaklarını da söylemek gerekir.
Kaynaklar
- https://www.972mag.com/lavender-ai-israeli-army-gaza/
- https://lieber.westpoint.edu/gospel-lavender-law-armed-conflict/
- https://time.com/6255952/ai-impact-chatgpt-microsoft-google/
- https://www.ianhogarth.com/blog/2018/6/13/ai-nationalism
- https://www.reuters.com/world/middle-east/suspected-israeli-hackers-claim-destroy-data-irans-bank-sepah-2025-06-17/
- https://www.verikaynagi.com/grafik/en-cok-mobil-bankacilik-kullanan-ulkeler-2021-2022/
- https://www.diken.com.tr/hande-firat-israil-ucaklarindan-bazilari-ilk-gece-turkiyenin-hava-sahasini-ihlal-etti/
Fotoğraf: Silvan Arnet