[voiserPlayer]
Son birkaç yıldır şehirli ve seküler bir milliyetçilik (ŞESEM) anlayışının siyaset sahnesinde etkin hale geldiğini görüyoruz. Siyasi alanda milliyetçi söylemlerin daha çok yer kaplaması ve toplumda görünürlüğünün artması ŞESEM’in yükselişine delil olarak gösteriliyor. Bir sonraki seçimde bu durumun oy oranlarına nasıl yansıdığına tanıklık edeceğiz.
Milliyetçiliğin tapusuna sahip olan Milliyetçi Hareket Partisi 2018 yılında bölündü. İYİ Parti kendisini milliyetçi olarak tanımlamakta bir çekince görmüyor. İki partinin 2018 yılında aldığı oy oranı toplamda 21,6’yı (MHP: %11,10, İYİ: %9,96) buldu. Şüphesiz ŞESEM’in yükselişi sadece oy oranı ile ölçülemez ancak son seçimlerdeki oy oranı da dikkate alınmalı.
Entelektüel camiada ve siyasi arenada da bu konunun ana parametreleri inceleniyor. Bunun sosyolojik ve siyasi kökenleri araştırılıyor. Çoğu uzman hükümetin politikalarının şehirli ve seküler insanların aleyhine gelişmesinin bunun yanında ülkenin kaynaklarının hoyratça ve haksızca Türkiye dışından aktörlere aktarılmasının bu yükselişte payı olduğu görüşünde. Ancak tüm bu tartışmalar sürerken siyasetin en önemli aktörüne yeterince paye verilmiyor. Bu aktör devlettir.
ŞESEM: Yükselen Mi, Yükseltilen Mi?
Türkiye Cumhuriyeti ceberut bir devlettir.
Osmanlı’dan gelen merkezi devlet geleneği Cumhuriyet döneminde de devam etti. Türkiye’de eğitimden sağlığa, polisten valilere, ekonomik kaynak dağıtımına kadar her şey merkezden, Ankara’dan yönetilir. Devlet hem ekonomik hem psikolojik olarak güçlüdür. Bu toprağın insanı devletten çekinir. Hukuk ve kurallar değil güç ve şiddet kullanma hakkı egemendi bu topraklarda.
İşte bu yüzdendir ki devletin yumruğunu yiyen siyasi akımlar buna karşı koyamaz ve büyük ölçüde dağılır gider. Devletin bir grubu hedef göstermesi onun varlığının sonunun başlangıcıdır. Tam tersi de geçerlidir. Devletin yol verdiği, başını okşadığı, görmezden geldiği, “iyi çocuklar” muamelesi yaptığı siyasi gruplar serpilir, gelişir, rahat rahat hareket ederek güçlenir.
1960’ların atmosferinde mazur görülen solcu gençlik, 70’lerde komünizm tehlikesine karşı desteklenen ülkücü gençlik, 80’lerde önü açılan İslami akımlar hep böyledir. Devletin çözüm sürecinde muhatap kabul ettiği ve uslu çocuk ilan ettiği Kürt siyasi hareketi de 2015’te hiç tahmin edilemeyecek %13 oy oranına başka türlü nasıl ulaşabilirdi?
2015’ten bu yana Türkiye farklı bir atmosfere büründü. Bir yandan demokratik düzen askıya alınırken öte yandan yoğun bir rejim propagandası ülkeyi kara bulutlarla kapladı. Yeni düzenin sloganı “yerli ve milli” idi. Türkiye pek çok koldan dışarıya kapanmaya başladı. Yerli üretim 70’li yıllara benzer bir romantizm ile tüm topluma boca edildi. Eskiden Türkiye ekonomisinin barometresi kabul edilen borsadan yabancı yatırımların çıkmasıyla borsa, kendi içine kapanık bir trende uğradı. Yabancıyla görüşmek, yabancı fonlardan yararlanmak, uluslararası atılan her bir adım ihanetle suçlanır hale geldi.
Elbette bu yeni durum otoriterleşen bir ülkenin kendi içine kapanarak daha kolay yönetilebilmesi ve dış etkilerden azade olabilmesi için bilinçli bir politika idi. Medyanın özgürlüğünü yitirdiği, ifade hürriyetinin ayaklar altına alındığı ve tek bir elden tüm ülkenin yönetildiği bir Türkiye ancak ülke dışarıya kapanarak oluşturulabilirdi. İnsanlar yurt dışına daha az gidiyor, ithal tüketim azalıyor ve milliyetçi/izolasyonist bir dış politika izleniyordu.
Makbul Muhalefet?
Böylesi bir ortamda tüm gücü elinde bulunduran ve kendince yorumladığı bir milliyetçiliğe ve güvenlikçiliğe meşruiyetini bağlayan bir hükümetin kendi savunduğu değerler yumuşak karnı haline geldi. “Yerli ve milli” sloganını ekonomide kullanan bir hükümete neden yabancılara madenler konusunda sınırsız imtiyaz verdiğini sorabilirsiniz. Türkiye göçmen kampı haline gelmişken hükümete “Hudut namustur” diye çıkışabilirsiniz. Türk milliyetçiliği meşalesini elinde tutan bir hükümetin Çin’in Uygurlara baskısına karşı neden sessiz kaldığını sorgulayabilirsiniz. Tüm ülkeyi dolarizasyondan kurtarma iddiasındaki bir hükümetin neden köprü geçiş garantilerini dolarla verdiğini cesurca ortaya atabilirsiniz.
Tüm bu muhalefet manevraları hükümet tarafından kriminalize edilemeyecek ancak savunma psikolojisi ile karşılanabilecektir. Dolayısıyla Şehirli Seküler Milliyetçilik (ŞESEM), Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi döneminde makbul bir muhalefet olarak yükselişe geçmiştir. Kendi propagandasını rahatça yapabilmektedir. Polis baskısına, medya ve sosyal medya linçlerine, siyasi hedef göstermeye en az maruz kalan kesim şehirli seküler milliyetçilerdir.
ŞESEM’in Muhalefeti Dönüştürmesi
Hükümet bileşenlerini kendi silahlarıyla vurmak elbette siyasi olarak etkin bir muhalefeti beraberinde getiriyor. Milliyetçiyim diyene milliyetçi olmadığı yerleri deşifre etmek siyaseten gol atmayı getiriyor. Ancak bunun bir sınırı var ve bu sınırın bir esnekliği var. Örneğin, ŞESEM anlayışının Kürt sorunu konusunda hiçbir açılım getiremediğine tanıklık ediyoruz. Kürt sorunu konusunda ancak hükümet yerel seçim öncesi Öcalan’ın mektubunu okutmak gibi kendi kalesine gol atarsa muhalefet için bir siyaset yapma şansı doğuyor. Onun dışında özellikle HDP ile girilen veya girilmesi gereken ilişki bu sefer hükümet için muhalefeti sindirme şansı doğuruyor.
Diğer bir başlık da uluslararası destek konusunda önümüze çıkıyor. Yurt dışından STK’larla ya da resmi görevlilerle veyahut da medya ile iletişime geçme konusunda muhalefet partilerinin oldukça zorlandığını görüyoruz. Milliyetçi atmosfer içinde bunlarla iletişime geçmenin hükümet tarafından doğrudan suçlanmaya neden olacağı kaygısıyla bu yola girilmiyor. Erdoğan’ın pazarlık masasında anlaşıldığı takdirde her türlü politikayı uygulayabilme esnekliği, gerek Batılıların gerekse Rusya ve Suudi Arabistan gibi diktatörlüklerin işine geliyor ve hükümet dış destek sağlayabiliyor.
ŞESEM bir yandan içeride hükümete baskı yapma aracı olarak uygun bir politika seti sunarken öte yandan kendini dar bir alana sıkıştırması nedeniyle muhalefetin gerçek potansiyelini ortaya koymasına ve gerçekten siyaset yapmasına da engel oluyor.
ŞESEM’in Geleceği
Sloganı “yerli ve milli” olan bir hükümete “Ben senden daha yerli ve milliyim” diyerek karşı çıkmak meşru ve güvenli bir muhalefet alanı sağlıyor. ŞESEM’in yükselişinin temelinde bu var. Elbette dini cemaatlerin ayrıcalıklı ilan edilmesi, şehirli insanların hayatının giderek zorlaşması, genç insanların bir yandan Türk kimliğini koruyup öte yandan dünya ile temas etmek istemesi, mültecilerin yerleşik insanların hayat alanlarını zorlaması gibi nedenler de bu yükselişte pay sahibidir. Ancak devletin çizdiği ideolojik çerçeve anlaşılmadan bu yükseliş de anlaşılmaz.
Milliyetçiliği ortaya çıkaran nedenler ortadan kalktıktan sonra ŞESEM de düşüşe geçecektir. ŞESEM konjonktürel olarak 2015 sonrasında devletin benimsediği milli güvenlikçi ve içe kapanmacı politikaların doğal refleksidir. Devlet kendi hikayesine paralel şeyler savunan akımları destabilize edememektedir. Günümüzde ŞESEM makbul, kullanışlı ve güvenli bir siyaset alanıdır. Bu durum değiştiğinde ŞESEM’in dönüşümüne de tanıklık edeceğiz.
Fotoğraf: AHMED HINDAWI