[voiserPlayer]
Hükümetin güvenli bölge oluşturma planı çerçevesinde başlattığı Barış Pınarı Harekatı iç siyasette pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Özellikle Ağustos ayında kayyum atamaları konusunda aktif muhalefeti ile dikkat çeken CHP’nin bu kez hükümete karşı çıkmaması gündemde yer tuttu. CHP’nin harekattan kısa bir süre önce Suriye ile ilgili düzenlediği konferansta yöneltilen eleştirilere rağmen tezkere için “Evet” oyu kullanması analistleri ikiye böldü.
CHP’nin harekatı desteklemesini savunanlar, PYD’nin ulusal çıkarlara aykırı bir şekilde Fırat’ın doğusunda kalan Türkiye-Suriye sınır hattında yayıldığı ve YPG’nin oluşturulacak güvenli bölge projesi ile sınırdan geri püskürtülmesi gerektiği tezini desteklediler. Ayrıca, Millet İttifakı’nın devamı adına bu hamlenin stratejik olduğunu dile getirdiler.
CHP’yi eleştirenlerin bir kısmı ana muhalefetin prensip olarak askeri seçeneğin karşısında olması ve kayyum olaylarında olduğu gibi HDP’nin yanında durması gerektiğini belirtirken, bir kısmı da ekonomik ve politik açıdan maliyetli olan askeri harekat yerine diplomasi yoluyla söz konusu projenin uygulanabileceğinin altını çizdi. Her iki eleştirel kanat da CHP’nin hükümetin birlik ve beraberlik söylemi altında siyaseti pasifleştiren ve kamusal tartışmanın önüne geçen milliyetçi-otoriter politikasına engel ol(a)amadığı iddiasında birleştiler.
Bu tartışma üzerine, CHP’nin farklı tutumlar sergilediği bu iki önemli siyasi olaya (kayyum atamaları ve Barış Pınarı Harekatı) kamuoyunun bakışını incelemek önem kazanıyor.
İmamoğlu gibi önde gelen CHP’li isimlerin seçilmiş HDP’li belediye başkanlarının yanında durduğu ve hükümeti eleştirdiği kayyum atamaları konusunda kamuoyunun hükümete desteği %45’te kalıyor. Buna karşılık Barış Pınarı Harekatı’nı başarılı bulanlar ise %79 seviyesine ulaşıyor. Kayyum atamalarına olumsuz bakanların oranı %55’i bulurken, harekatı başarısız bulanların oranı sadece %13[1]. Hükümeti eleştiren/başarısız bulanların Ağustos-Ekim arasında ani bir düşüşle 42 puan azalması, ana muhalefet partisi CHP’yi “muhalefetsizlikle” eleştirenleri ilk bakışta tamamen destekler nitelikte gözüküyor.
Fakat bu sonuçlardan dolayı CHP’yi suçlamak pek makul değil. Yazıda bu argümanın dayandığı ilk neden olarak kayyum atamalarına gösterilen tepki ile harekata yönelik değerlendirmelerin birbiriyle kıyaslanamayacak iki farklı siyasi tutum olduğu ve bu nedenle CHP’nin bu iki olayda farklılaşan tavrının bir çelişki yaratmadığını belirteceğim.
İkinci neden olarak, partiler ve seçmenler arası ilişki hususunda öne çıkarılan CHP-HDP ilişkisinin; uzun vadeli, güvene dayalı bir stratejik ilişkiye dayanmadığını ifade edeceğim. Ayrıca bu ilişkinin kısa vadeli seçmen birlikteliği olarak başladığının altını çizeceğim. Bunun yanında Cumhur İttifakı’nın, kurumsal olmayan CHP-HDP ilişkisinden çok, Millet İttifakı çerçevesinde kurumsal bir zemine oturmuş olan CHP-İYİ Parti ilişkisini hedef aldığını ve CHP’nin ittifakın devamı adına ulusal çıkarlar konusunda İYİ Parti ile hareket etmek zorunda olduğunu vurgulayacağım.
Kamuoyu Tutumları ve Türk Siyasi Kültürü: Milliyetçilik ve TSK’ya Güven
Kayyum atanması konusunda gösterilen tepki, tıpkı yenilenen İBB seçimlerinde olduğu gibi, Türkiye’de seçmenlerin seçimleri demokrasinin neredeyse tek kuralı olarak görmesi ile ilişkili. Türkiye’de rejimin niteliğinin yarışmacı otoriterlik mi yoksa kısmi demokrasi mi olduğu tartışmaları sürse de, vatandaşın meşru bir şekilde siyasete katılabildiği tek kanalın seçimler olduğu üzerinde uzmanlar görüş birliği içinde[2],[3]. Bu nedenle muhalif ve ılımlı iktidar seçmenini birleştiren yegane konu seçimlerin sonuçlarının tartışılamaz meşruiyeti. YSK’nın seçilmelerinde mahzur görmediği HDP’li isimlerin yerine seçimden sadece 5 ay sonra kayyum atanması da terör suçlamalarını özellikle muhalif seçmen için inandırıcı kılmıyor. Elbette CHP’nin aktif bir şekilde bu karara muhalefet etmesi sivil toplumun ve vatandaşların bu konuyu açıkça tartışmasının önünü açtı. Ancak esas olarak seçimlerin seçmen gözünde sorgulanamaz meşruiyeti ve devlet kurumlarının birbiriyle çelişen görüntüsü %55’lik çoğunluğun kayyum atamalarına olumsuz bakmasıyla sonuçlanmış görünüyor.
%79’luk kitlenin Barış Pınarı Harekatı’nı başarılı bulması ise hükümete yönelik güven onayı veya oy desteği ile doğrudan ilişkili değil. Bu harekatta halkın en çok güvendiği kurum niteliği taşıyan TSK, terör örgütü PKK’nın kadrolarından beslenen YPG ile mücadele etti. Dolayısıyla kamuoyu çoğunluğunun desteğini milliyetçilik ve orduya güven ile açıklamak daha uygun gözüküyor.
KONDA araştırmasına göre, seçmenin %66’sı kendisini çok milliyetçi görürken, %23’ü orta seviyede milliyetçi olarak tanımlıyor. Milliyetçi olmayanların oranı sadece %11. Ak Partililerin %70’i, CHP’lilerin %72’si, MHP’lilerin %89’u kendini çok milliyetçi olarak görüyor. Kendini milliyetçi görmeyenlerin oranı AK Parti ve CHP’de yüzde 7-8 seviyesindeyken, MHP seçmenlerinde bu oran %3’e kadar geriliyor[4].
Bununla birlikte ordu, jandarma ve emniyetin en çok güvenilen kurumlar olduğu ve kamuoyundaki güven oranının %60’ı aştığı da biliniyor [5]. 2016 başarısız darbe girişimi sonrasında güvenlik güçlerine yönelik destek bir nebze azalsa da, ordu, jandarma ve emniyete duyulan güven TBMM’ye, siyasi partilere, Cumhurbaşkanlığı’na, yargıya, akademiye ve medyaya güvenin halen önünde [6].
Parti seçmenlerinin harekata yönelik tutumları incelendiğinde, Barış Pınarı Harekatı’nı başarılı görme eğiliminin HDP hariç tüm parti seçmenlerinde neredeyse ortak bir tutuma dönüştüğü anlaşılıyor. İYİ Parti seçmenlerinin %90’ı aşan mutlak çoğunluğunun harekatı başarılı bulması dikkat çekiyor. AK Parti ve MHP seçmenlerinde benzer oran görülürken, CHP seçmenleri arasında harekatı başarılı bulanların oranı başarısız bulanların oranını 3’e katlıyor. HDP seçmenleri arasında bile operasyonu başarılı görenler parti seçmenlerinin 6’da birine yaklaşıyor (%17).
Partizan kimlikleri aşan milli aidiyet ve TSK’ya güven ile şekillenen bu tutumlar Türk siyasi kültürünün milliyetçi-otoriter karakterini yansıtıyor. Milliyetçi olanların milliyetçi olmayanları neredeyse 9’a katladığı Türk kamuoyunda ekonomik kriz öncesinde gerçekleşen Afrin Harekatı’nın da benzer oranda destek bulduğunun altını çizmek gerekiyor (%76). Neticede, en az dörtte üçlük bir kesimin ekonomik-siyasi koşullardan ve partili kimlikten bağımsız olarak güçlü milli kimlik ve orduya güvenin getirdiği coşkulu bir hissiyatla operasyonları savunduğu iddiasını güçlendiriyor.
Özetle, seçilmiş HDP’lilerin çelişkili bir şekilde görevden alınarak yerlerine kayyum atanmasına gösterilen tepkinin, TSK’nın YPG’ye karşı yürüttüğü bir operasyona yönelik destek ile karşılaştırılması ve tutumlardaki değişimin CHP’ye mâl edilmesi pek mâkul değil. İlk olayda seçmen tarafından demokrasinin esası olarak görülen seçimlerin işlevsizleştirmesine yönelik bir reaksiyon kendini gösterirken, ikinci olayda Türk siyasi kültürünün ortak fiili ideolojisi olan Türk milliyetçiliğinin ve güvenlik güçlerine duyulan kurumsal güvenin yansımasını görmek mümkün. Nitekim HDP haricinde kalan tüm seçmen gruplarında destek %60’ın üzerinde. Geçmişte Kıbrıs Harekatı ve Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına öncülük yapan siyasi liderlerin yönettiği CHP’nin, milliyetçi politik kültürle şekillenmiş olan siyasi düzende kurucu iradenin mirasçısı olarak YPG’ye karşı düzenlenen bu harekata karşı oy kullanması pek olası değildi.
Partiler Arası İlişkiler: CHP-HDP versus CHP-İYİ Parti
Harekata destek kararıyla birlikte CHP ve HDP arasındaki ilişkilerin zarar gördüğü ve bu gelişmenin HDP seçmenlerin muhalefete olan güvenini sarstığı ifade ediliyor. Bu noktada son yıllarda HDP seçmenleri ve CHP arasında kurulan ilişkinin uzun vadeli bir güven ilişkisi üzerine inşa edilen bir strateji çerçevesinde gerçekleşmediğini hatırlatmak önem kazanıyor. Bu ilişki 2017 referandumu sürecinde kurulan Cumhur İttifakı ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden kısa vadeli taktik hamleleriyle ve karşılıklı jestlerle şekillendi. Bu nedenle CHP’nin HDP’yi ilkesel olarak yalnız bırakmaması gerektiğini söyleyenlerin konuya gerçekçi yaklaşmadıklarını söylemek yanlış olmaz.
Daha da somutlaştırmak gerekirse, CHP’nin milletvekili dokunulmazlığı oylamasındaki HDP karşıtı pozisyonunun, yerel seçimlerde HDP seçmenini büyük ölçüde olumsuz etkilemediğini hatırlamak gerekiyor. Mahalle bazlı ekolojik oy geçişi analizine göre 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde İstanbul’da HDP’ye oy veren 1 milyon 146 bin seçmenin yaklaşık %80’i 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nu desteklemişti [7]. Bu oran 23 Haziran tekrar seçimlerinde %90’a yaklaşmıştı [8].
Çoğunluk esasına dayanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Erdoğan karşıtı muhalif seçmenlerini sonraki seçimlerde yeniden gönüllü veya gönülsüz taktik oylar vermeye zorlayacağını tahmin etmek zor değil. Nitekim HDP Eşbaşkanı Sezai Temelli CHP’nin tezkeredeki tavrını doğru bulmasalar da, seçimlerdeki fiili oy desteğine karşılık bir bedel arayışı içinde olmadıklarını belirtti [9]. Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da muhalefeti sert bir şekilde eleştirse de, CHP’ye yönelik açıktan bir ifade kullanmadı ve HDP’nin ittifak politikasını bitirmesi gerektiğine dair bir söylemde bulunmadı [10].
Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise HDP’nin 6 milyonluk heterojen bir seçmen tabanına sahip olması. Bu nedenle HDP seçmeninin tutumunu PKK veya YPG’nin çıkarıyla eşitlemek gerçekçi değil. Örneğin kamuoyuyla paylaşılmayan bir ankete göre HDP’lilerin %77’si D.Bakır’da HDP binası önünde PKK karşıtı eylem yapan annelere olumlu yaklaşıyor. CHP’nin bu doğrultuda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana HDP’nin siyasi parti kimliğini daha çok savunan ve HDP ile seçmenini kurumsal olarak PKK’dan ayrı gören politikalar izlediği söylenebilir. Muharrem İnce’nin Selahattin Demirtaş’ı Edirne’de, Ekrem İmamoğlu’nun Adnan Selçuk Mızraklı’yı Diyarbakır’da ziyaret etmesi bu tavrı yansıtıyor.
Ayrıca son dönemde CHP’nin HDP ile kurduğu temasın Cumhur İttifakı tarafından PKK terörünü meşrulaştırma girişimi olarak sunulduğu hesaba katıldığında, CHP’nin HDP ile PKK’yı ayrıştırması ve bu doğrultuda bir yandan kayyum atamalarını eleştirirken, diğer yandan PKK kadrolarının dahil olduğu YPG’ye karşı gerçekleştirilen harekata karşı oy kullanmaması iç politika dinamikleri açısından mâkul bir yaklaşım.
Son olarak, ittifaklar ve işbirliği konusunda CHP’nin Millet İttifakı’nın diğer üyesi İYİ Parti ile birlikte hareket etmesi önem arz ediyor. Nitekim AK Parti lideri Erdoğan bu ittifakı “Zillet İttifakı” olarak nitelendiriyor ve Cumhur İttifakı’nın bekâsı adına Millet İttifakı’nın dağılması için çaba gösterilmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor.
Bilindiği üzere 31 Mart yerel seçimlerine Millet İttifakı damgasını vurmuştu. HDP seçmenlerinin de fiili olarak desteklediği bu ittifak çerçevesinde CHP’li ve İYİ Partili siyasiler adeta bir demokrasi bloku oluşturup en kalabalık 6 büyükşehirin 5’inde başarıya ulaşmıştı.
Fakat kayyum atamaları konusunda ayrı konumlarda pozisyon alan iki parti arasındaki ideolojik farklılıklar kamuoyunda ittifakın dağılabileceği yönünde bir beklenti oluşturdu. Kılıçdaroğlu ve Akşener açıklamalarında bu söylentileri yalanlasa da, İYİ Parti seçmenleri ve parti üyeleri arasında CHP’nin HDP’li belediye başkanlarına sahip çıkmasının bir rahatsızlık yarattığı biliniyor. İYİ Parti seçmeninin %97’sinin operasyonu başarılı bulduğu şartlarda CHP’nin harekata karşı çıkması ittifakın geleceğini tehlikeye atabilecek ve Cumhur İttifakı’nı güçlendirecek bir hamle olabilirdi. İttifakın devamı adına CHP ve İYİ Parti’nin aralarında asgari müşterek olan ulusal çıkarlar konusunda ortak hareket etmesi beklenen bir adım.
Sonuç
Milliyetçiliğin ve orduya güvenin siyasi kültürün temel taşları olduğu Türkiye’de devletin kurucu partisi olan CHP’nin Türkiye’nin güney sınırlarını koruma amacı taşıyan bu harekata karşı çıkması çok gerçekçi ve makul bir seçenek olmazdı. Ayrıca HDP seçmeni PKK’dan farklı heterojen bir kitle olduğu için CHP’nin HDP’lilerin oylarıyla seçilmiş isimlerin yanında yer alıp, YPG’ye karşı mücadele eden TSK’ya destek vermesi anlaşılabilir nitelikte. Nitekim kamuoyunda çoğunluğun kayyum atamalarında hükümeti eleştirip, Barış Pınarı Harekatı’nı başarılı bulması da bu hamlelerin yerinde olduğunu gösteriyor. CHP’nin Millet İttifakı’nın devamı adına İYİ Parti ile aynı pozisyonda konumlanması da amaçlara uygun bir strateji.
Fakat ana muhalefet partisi CHP’nin harekatı desteklemekle birlikte, Suriye politikasında yapılan hataları ve gelecekteki riskleri yüksek sesle dile getirmesinin, sivil aktörlerin rahatça katılabileceği kamusal tartışma imkanı için çok elzem olduğu aşikar. Bu noktadan sonra CHP ve İYİ Parti’nin ulusal çıkarların tanımı ve bu çıkarlara uygun doğru politikalar üzerinde daha çok görüş sunması da hem kamusal tartışma hem de dış politika için son derece önem taşıyor.
[1] https://www.turkiyeraporu.com
[2] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. 2016. Rising competitive authoritarianism in Turkey. Third World Quarterly 6597(February): 1–26
[3] Somer, Murat. “Understanding Turkey’s democratic breakdown: old vs. new and indigenous vs. global authoritarianism.” Southeast European and Black Sea Studies 16, no. 4 (2016): 481-503.
[4] https://konda.com.tr/tr/rapor/secmen-kumeleri-ak-parti-secmenleri/
[5] https://t24.com.tr/haber/kuantum-arastirmanin-anketine-gore-erdogana-guvenenlerin-orani-yuzde-kac,578446
[6] http://ctrs.khas.edu.tr/sources/TSSEA-2018-TR.pdf
[7] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-48599311
[8] https://new.daktilo1984.com/2019/07/07/hdp-secmenlerinin-31-mart-23-haziran-tercihleri/
[9] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-50244019
[10] https://www.independentturkish.com/node/86776/haber/demirtaş-kimse-bugünleri-unutmayacak