[voiserPlayer]
Şimdi aslında daha etraflıca konuşmak isterim bu hususu ama buna başlamadan önce Cem Yılmaz ile alakalı baya uzun bir parantez açmam gerekecek. Öncelikle şunu belirteyim: Cem Yılmaz’ı Leman dergisinde ilk karikatür çizmeye başladığı günlerden beri hatırlıyorum. Karikatürden önce yavaş yavaş sahneye oradan sinemaya geçen kariyerinin erken yıllarının bir kısmı bölük pörçük de olsa hâlâ hafızamda taze.
Aşağıda yazdığım şeyler Cem Yılmaz hakkında gazetelerden ve haber sitelerinden okuduğum aklımda kalmış şeylerdir. Yanlış hatırladığım şeyler veya olaylar olduysa ve eğer fark eden olursa lütfen düzeltsin:
- Cem Yılmaz’ın stand up yapmaya başladığı ilk günlerden beri politik duruş iddiası olmadı. Hatta “İsviçre’de de olsak biz, yine sizi güldürecek bir şey bulurum” mottosu haline gelmişti, yanlış hatırlamıyorsam. Cem Yılmaz; Ferhan Şensoy, Oya Başar, Levent Kırca ve Metin Akpınar vb. oyuncular hala faallerken ve kariyerlerinin görece daha bilinir oldukları bir zamanda yaptı bunu. Yani politika ve ülke gündemi asla seçtiği temalardan birisi olmadı. Bunda bir yanlış yok elbette ama çok ileride kaçınılmaz olarak ülke gündemi ile hayatının kesiştiği kimi anlarda çok sert yalpalanmalar yaşadı.
- Komik olarak parladığı dönemde sektörün eskileri tarafından çok dışlandı. Şimdi doğru- yanlış kısmına hiç girmiyorum. Ama bir karikatürist olarak başladığı şöhret basamaklarını tırmanma serüveninde, çoğunlukla tiyatro kökenli, tecrübeli oyuncular tarafından ötekileştirildi. Ha bunun bir sonucu mudur değil midir bilemem ama çoğu eserinde de Cem Yılmaz stand-up tiplemelerini oyunculuk olarak yedirmeye çalıştı (bu da bir spekülasyon ama misal Zafer Algöz’ü sürekli ekibinde tutma sebeplerinden birisi bu olabilir diye tahmin ediyorum. Veteran bir oyuncunun onayını garantiye almış olma?) ama maalesef, sinema için asla yeterli olamadı. En azından rol yapma hususunda.
- Ne zamandı kaçırdım ama bir noktadan sonra eserlerinde daha fazla nostaljik ögeler kullanmaya başlamıştı. Bu fikri nereden edindi bilmiyorum ama son dönem eserlerinde sanki Türkiye sanat camiasının geçmiş devlerine atıfta bulunursa daha meşru birisi olur gibi mi düşündü acaba?
- Yine yükselme hususundan devam. İnternetin yeni yeni hayatımıza girdiği ayrıca özel televizyonların altın çağını yaşadığı bir dönemde sahne aldı Cem Yılmaz. Hatta kariyerinin geri kalanı boyunca da bu dönemlerin çoğunlukla ekmeğini yemeye devam etti. O dönemin medya patronları ve ünlü kişileri ile çok inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Mesela Star Tv’de Yılmaz Erdoğan ile birlikte güzellik yarışmalarında çıkmışlardı, hemen sonrasında Leman’dan gelen “Kralın Soytarıları” mevzuu gündemi hatırı sayılır derecede meşgul etmişti. Aslında o dönem yaşanan şeyler ileride sektörde nasıl ilerleyeceği yönünde işaretler gösteriyordu. Televizyona her ne kadar kısmen mesafeli olsa da (o alanı daha çok Yılmaz Erdoğan’a bırakmış gibiydi o zamanlar) asla onları karşısına almadı. Bir tek paparazziler onu rahatsız ediyordu ama onlardan da çok büyük bir zarar görmedi.
- Daha diziye gelemedik dikkatinizi çektiyse, madem hazır fırsatını bulmuşuz bari eteklerimizdeki taşları dökelim diyorum. Cem Yılmaz çok hızlı ve istikrarlı yükseldi. Stand up, filmler, reklamlar…. Daha önce de bahsettiğimiz gibi medya alanında çok kritik ortaklıklar kurdu Cem Yılmaz ve bununla birlikte bir baktık ki sinema salonlarını fena halde domine etmeye başlamıştı. Halkımız yüzlerce salonda izlemelere doyamıyordu onu. Hoş onun (ve diğer Mısır Kardeşliği arkadaşlarını da ekleyelim) filmleri gösterime girince tüm salonlar bunlara çalışıyordu. Ama yetmedi. Haksız ve daha haksızın savaşında kankaları saraya çıktı, hökümete dert yandılar ve salonları bitirdiler. Sinema seyircisine cumhuriyet tarihi boyunca atılabilecek en büyük kazıklardan birisini atarak hem de.
- Ve son olarak inanılmaz egosu. Belki özel hayatında daha tevazu sahibi birisidir onu bilemem ama ilk meşhur olduğu günden beri mizahın Pasteur’ü gibi davranmaktan asla vazgeçmedi. Sanki o gelmeden önce gülmek nedir bilmiyorduk da mizahı o icat etmişti. Bir de başkaları zorluklar içinden mizah yaparken onun için bu süreç gayet doğaldı. Bazen laf dalaşına girdi, bazen paye bahşetti, çoğunlukla rakipsiz ve eşsizdi. O sıralar belki biraz komikti de sineye çektik ama yıllar geçtikçe ve bu havaları “industry moghul” tavrıyla birleşince biraz tahammülümüz yıprandı, yalan olmasın.
Ok, şimdiye dek uzun uzadıya salladık da durduk. Köşe sahibi olmuş bir havuz medyası yazarı kadar ahkâm kestik, yalan olmasın. Peki tüm bu yazdıklarımın Erşan Kuneri dizisi ile alakası ne? Şimdi, dizi Cem Yılmaz’ın karakteristik özelliklerinin hepsinden bir parça taşıyor. Sektör devi olmanın getirdiği avantaj sağ olsun tüm kaynaklar önüne serilmiş. Dizinin muhteşem bir dekoru ve kostüm ekibi var. Her sahnede bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Dönem ile uyum gösteren, kendi içinde bütünlüklü ve kesinlikle göz okşayan bir iş çıkarmış yapım ekibi. Haklarını sonuna dek teslim etmek lazım.
Ama işte önüne para atılınca bir işin garanti olmayacağı alanlardan birisidir eğlence sektörü. Misal iyi bir dekor ve kostüm tasarımı ekibini projene dahil edebilirsin ama senaryo konusunda da aynısını yapman lazım. Ama pek tabii senaryo yazma kısmını kimselere bırakmamış Cem Yılmaz. İlk olarak Gora filminde karşımıza çıkan Erşan Kuneri ve silah arkadaşlarının hikayesini baştan sona yazmış. Ama bazı sıkıntılar var…
Şimdi, dizi genel olarak Türk sinema tarihine dair bir özet ve saygı duruşu gibi görünüyor. 1981 yılında neden hapse girmiş olduğunu “tahmin ettiğimiz” Erşan Kuneri özgürlüğüne kavuşunca önceki kariyerine tövbe edip o dönem ne modaysa ona odağını çeviren bir sinema devi olarak karşımıza çıkıyor. Ama tabii ki Cem Yılmaz’ın son zamanlarda artık merkeze almayı en sevdiği şeylerden birisi kurnaz ama sevimli esnaf tiplemesinin bir tezahürü olarak cisimleşiyor. O döneme ve eserlerine dair fikir verecek kadar donelerden bizi mahrum ediyor ama sanki benim anladığım Cem Yılmaz, Erşan Kuneri özelinde “Türkiye sineması benim” iddiasını ortaya sürüyor, ki bu kesinlikle doğru değil.
Dizinin gerçekten eğlenceli anları gayet fazla. Hatta son dönemlerdeki işleri ile kıyaslamak gerekirse Cem Yılmaz bu dizi ile biraz ibreyi yukarı çevirmiş bile diyebilirim. Ama dizinin mükemmel sanat tasarımına rağmen bir atmosfer sorunu var öncelikle. Zaten bir komedi dizisinden her zaman sağlam bir dönem tasviri beklemek haksızlık olur ama Erşan Kuneri sık sık Yeşilçam’ın eski yıldızlarına referans verip duruyor ve bunların çoğunun yeni dönem seyircisi nezdinde karşılığı yok. Hatta 80’ler kuşağı seyirciler için bile çoğu atıfta bulunulan kişi ve olay bir şey ifade etmeyebilir.
Yeşilçam’ın mirasçısı iddiasını pekiştirmek için Erşan Kuneri’yi her sinema modası içine eklemlemeye çalışırken Cem Yılmaz’ın biz seyircilere Erşan’ın sanat sevdalısı bir kurnaz esnaf olduğuna dair oluşturduğu portre de tam olarak bu gibi anlarda boşa çıkıyor. Artık iş o kadar sünüyor ki her filmde defalarca anılan bu isimler, arkada yersiz ve “out of context” çalan şarkılar vb. işlevini çok erken kaybediyor ve bir süre sonra seri “name-dropping” eylemine dönüşüyor. Bir de tabi senaryoyu Cem Yılmaz’ın kaleme almış olmasının getirdiği bir dezavantaj daha var ortada. Çoğu karakter sanki Cem Yılmaz’a (Erşan Kuneri özellikle demedim) gerekli asistleri yapmak için var. Bu gibi anlarda zaten güç bela inandırıcılıkları olan karakterler bir dekora dönüşüyor.
“Bu bir komedi dizisi, sen kahkahadan haber ver bana” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Uzun yazı için tekrar affola ama evet kahkaha var bolca. Yani acı acı gülümsediğim anlar da oldu ama hemen hemen her bölümde güldürmeyi başarabilen bir dizi Erşan Kuneri. Aslında ilk bölümü bitirince zaten sonraki bölümlerde ne olacağını tahmin ettim az çok. Özellikle repliklerin tıkandığı yerde lavabo açıcı olarak Cem Yılmaz’ın repertuarından çeşitli küfürler yerleştirilmiş. Hatta sonraki bölümlerde heyecanla “aha a…. k…. geliyor diye” tahmin ettiğim anlar oldu. Olay küfür düşmanlığı değil. Komedi ile çok uyumludur küfürler ama her tıkanılan yerde kullanılması biraz sakil kaçmış gibi! Komik ama içi boş bir senaryo var anlayacağınız elimizde. Karakterleri de dönemleri de işlenilen sinema tarzlarını da tam olarak anlatamıyor. Ama bir dereceye dek komik.
Oyunculuklara gelirsek… Ezgi Mola’ya ilk defa bu kadar maruz kaldığım için sormak istiyorum normalde de bu kadar kötü mü rol yapıyor yoksa bu diziye özel mi? Zafer Algöz hiç olmasa da olurmuş dedirten bir performans koymuş ortaya. Cem Yılmaz’a gelirsek…. Yılardır aynı karakteri oynuyor aslında. Reklamlarda, filmlerde, dizilerde vs. hep bir karakterin varyasyonlarını çıkartıyor karşımıza. İnsan bir süre sonra alışkanlık kazanıp uzmanlaşmasını filan bekliyor ama devlet onaylı bir eğlence tekelinin sahibi olmanın getirdiği özgüven yüzünden midir nedir Cem Yılmaz pek efor göstermiyor o alanda. Nilperi Şahinkaya ve Merve Dizdar kendilerine çizilen karakterlerde bence gayet iyi iş çıkartıyorlar.
Neyse güldük eğlendik ama içimize de bir ağırlık çöktü şimdi. Yani dizinin kesinlikle eğlenceli anları var ama bu yetmiyor. Bir süredir nostalji soslu self-aware meta mizah denemelerini içimiz sancıyarak izlemeye devam ediyoruz. Cem Yılmaz sahnede seyircilerle kurduğu sempatik bağı bu şekilde devam ettirdiğini sanıyor ama sanatsal iflasın kıyılarında dolaşıyor sık sık. Her karede amacı kendisinin Türk Sinemasının en meşru mirasçısı olduğunu iddia etmek ve izleyicilere, eleştirmenlere ve sinemanın diğer büyük yapımcılarına meydan okumak gibi bir iddiası varmış gibi hissediyorum ister istemez. Bu iddiayı doldurabilecek bir şey henüz ortada görünmese de beklemeye devam ediyoruz. Nasılsa kaynak ve zaman sıkıntısı yok gibi Cem Yılmaz’ın…