[voiserPlayer]
Türkiye, enerjide dışa bağımlı bir ülke. Bu durum arz güvenliği ve dış ticaret açığı gibi pek çok konuda kırılganlıklar doğuruyor. Bundan dolayı nükleer enerji, bir çözüm olarak uzun süredir masadaydı. AKP Hükümeti işte bu enerji sorununu aşmak için Rusya’ya Mersin’de bir nükleer santral yaptırıyor.
Türkiye gibi bir ülkenin böyle bir teknolojiyi kendi ülkesine getirmek için yabancı yatırımcıya başvurması ilk bakışta normal gibi gelebilir. Ancak nükleer santralin Rusya gibi bir ülkeye yaptırılması ve Rusya’ya sağlanan imtiyazlar ülkenin yakın geleceğini tehdit eder bir boyutta.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Batı dünyası Rusya’ya karşı mevzi aldı. Aslında Batılı ülkelerin tavrı ne olursa olsun komşu ülkeyi basit bahanelerle işgal etmiş bir ülkenin zaten güvenilirliği sorgulanmalıydı. Ancak NATO üyesi olan Türkiye, Rusya’nın bu hareketine yeterince karşı çıkmadığı gibi nükleer santral gibi stratejik bir konuda yaptığı iş birliğinde bir düzeltmeye gitmedi.
Rusya’ya karşı yeniden örgütlenen Batı savunma mimarisinin yapısal olarak içinde yer alan Türkiye, hiçbir şey olmamış gibi yolunda devam ediyor.
Rusya gibi otoriter, hukuk kurallarının bir kişinin isteğine göre eğilip bükülebildiği, stratejik olarak güvenilmez ve bölge ülkelerine karşı düşmanca tavrı bilinen bir ülke ile böylesine kritik bir konuda iş birliği yapmak zaten Türkiye’nin güvenliği konusunda büyük bir endişe doğuruyor. Bunun yanında Rusya’ya nükleer santral konusunda verilen imtiyazlar ve haklar da soru işaretleri uyandırıyor.
Bu hakların bir kısmı ekonomik ve hatta iki liderin yakınlığı nedeniyle diplomatik olarak açıklansa da bazı verilen imtiyazlar Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ve toprak bütünlüğüne zarar verecek seviyede.
Akkuyu Nükleer Santrali’nin Şartları
Türkiye’nin ilk nükleer santrali olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin ilk adımı 2010 yılında Rusya ile imzalanan anlaşma ile atıldı. Rusya devletine bağlı şirketler ile yap-işlet-sahip ol modeline göre yapılan anlaşmanın parametreleri şunlar:
- Rusya devletine bağlı şirketler toplamda 20 milyar dolar yatırımı üstlenecek.
- Santralin inşaatı, teknolojisi ve işletimi tamamen Rus devletine bağlı Rosatom firmasında olacak. Rosatom devlet kuruluşunun projedeki payı %99.2.
- Rosatom, Türkiye kanunlarına göre kurulmuş olan Akkuyu Nükleer A.Ş. ile operasyonu yürütecek.
- Rusya tarafı en fazla %49 hisseyi Türk firmalarına satma hakkını elinde tutacak.
- Türkiye santralde üretilecek elektriğin yüzde 50’sini 15 yıl boyunca TETAŞ (Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi) eliyle satın alma garantisi veriyor.
- Elektriğin fiyatı, 15 (on beş) yıl boyunca, elektriğin Ünite 1 ve Ünite 2 için yüzde 70’ine (yüzde yetmiş) ve Ünite 3 ve Ünite 4 için yüzde 30’una 12.35 cent/kWh olacak (Sonrasında bu fiyat 12 cent/kWh olarak düzeltildi).
- Rusya tarafı, garanti dışında olan kısmı piyasada satabilecek.
Nükleer santral işletiminde böyle bir model dünyada ilk kez uygulanacak. Uzmanlar alım garantisi verilen fiyatın piyasa fiyatının üzerinde olduğunu söylüyor. Bunun yanında Türkiye’ye bir teknoloji transferi de olmayacak.
Tüm bu parametreleri alt alta koyduğumuzda bu anlaşmanın ekonomik rasyonalite ile açıklanmaktan uzak bir anlaşma olduğunu görüyoruz.
24 Şubat ve Sonrası
Sadece anlaşmanın niteliğinin değil, anlaşma yapılan Rusya devletinin stratejik konumunun ve içinden geçtiğimiz yeni uluslararası sürecin de sorgulanması gerekiyor.
Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya saldırması uluslararası dengelerde yeni bir eşik noktası yarattı. Aynen 11 Eylül saldırısının yarattığı bir etki gibi uluslararası aktörler önceliklerini yeniledi. Bu yeni durum konjonktürel değil uzun vadeli olacak. Dolayısıyla 24 Şubat sonrasında küresel aktörlerin attığı adımlar yeni bir tabloyu önümüze koyuyor.
İsveç ve Finlandiya on yıllardır sürdürdükleri tarafsızlık politikasını bir kenara bırakıp NATO’ya katılım için başvurdu. Bu iki ülkenin dış politika ve güvenlik stratejisinde büyük bir kayma anlamına gelirken NATO’nun güvenlik perspektifine de etki edeceği kesin. İki ülkenin ekonomik gücünün yanında İsveç’in savunma sanayindeki özel konumu da NATO’nun kapasitesini genişletecek bir faktör.
AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için özel bir program başlattı. En az 300 milyar euro ek kaynak harcanacak olan projeye göre 2030 yılına kadar Rusya’yla olan enerji ilişkisi sonlandırılmak isteniyor. Zaten Rusya da gaz akışını yıl içinde durdurdu. Yani AB, Rusya ile doğal gaz ve petrol ilişkisini bitirecek.
Almanya savunma harcamaları için 100 milyar euro’luk özel bir bütçe yarattı. Bu, Almanya’nın savunma doktrininde de ciddi bir değişikliğe işaret ediyor. Almanya’nın dünya güvenlik politikalarındaki pasif konumunun önümüzdeki dönemde değişeceğinin bir sinyali.
Rusya’ya karşı bir diğer önemli dönüşüm de NATO’da yaşandı. Madrid’deki NATO zirvesinde kabul edilen stratejik konseptte Rusya’nın en büyük tehlike olduğu tescil edildi. Bu da demektir ki NATO güvenlik politikaları bundan sonra Rusya’nın etkinliğini azaltma ve olası yeni saldırılara karşı üye ülkelerin yanında müttefik ülkeleri de savunma üzerine yoğunlaşacak.
Dolayısıyla 24 Şubat’ta yeni bir dünyaya uyandığımızı söyleyebiliriz. Buna karşın Türkiye, savunma ve güvenlik politikalarında herhangi bir ciddi değişime gitmedi. Sanki dünyada hiçbir şey olmamış gibi ne Rusya ile ilişkiler yeni bir boyut kazandı ne de son yıllarda gelişen NATO’ya olan çekimser yaklaşım revize edildi.
Türkiye bu süreçte sadece Rusya’nın düştüğü zor durumdan faydalanma, Rus oligarklarının ve yerleşiklerinin dövizlerini ülkeye çekme, Rusya’dan mali kaynak elde etme ve iki ülke arasında arabuluculuk yaparak Erdoğan’ın PR çalışmalarına destek vermek ile yetindi. Rusya’nın bir ülkeye saldırmasının küresel siyasi sistemi nasıl etkileyeceği, hükümetin yönlendirdiği kamuoyunda ve yönetim seviyesinde ciddi bir konu başlığı olarak ele alınmadı.
Türkiye’nin Akkuyu’da Kaybettikleri
Akkuyu Nükleer Santrali, Rusya’ya pek çok imtiyazın kapısını açıyor. Bunun altında yatan ana nedenler, Erdoğan’ın ülkeye nükleer enerji getirerek yapacağı siyasi propaganda ve kurmak istediği kapalı ekonominin önemli bir can damarı olarak enerji bağımlılığını azaltmak olarak sıralanabilir. Erdoğan, Putin ile özel bir ilişki kurarak kendi iktidarını korumak için mali kaynak bulmak ve dış politikada alan açmak istiyor. Akkuyu da bu özel ilişkinin bir meyvesi.
Türkiye’nin Rusya ile bir askeri ittifak ilişkisi yok. Tam tersi Rusya’ya karşı yeniden yapılanan NATO’nun bir üyesi. Yani NATO ve Rusya arasındaki bir potansiyel çatışmada Türkiye’nin tamamen Rusya devleti tarafından işletilen bir nükleer santrale sahip olmasının hangi sonuçlar doğuracağı tek başına büyük bir soru işareti.
Olası bir çatışmada Rusya, elbette Türkiye’nin elektriğini kesebilir ve ülkeyi savunmasız bırakabilir. İşin ironik tarafı Rusya’nın Ukrayna işgalinde kullandığı yöntemlerden birinin de Ukrayna’nın enerji ve elektrik altyapısını vurmak olduğu düşünüldüğünde bunun hayal ürünü bir seçenek olmadığı da görülür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, santralin Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayacağını açıkladı. Böylesi bir durumda ülkenin Rusya’ya karşı askeri lojistik olarak tamamen bağımlı olacağı ortada. Zaten Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin yönetim kurulundaki son Türk üye olan Cüneyd Zapsu da istifa etti. Dolayısıyla firmanın alacağı kararlarda Türkiye’nin bir etkinliği de bulunmayacak.
Bunun yanında santralin kurulduğu Mersin’in Gülnar ilçesindeki mevkiinin yerleşim alanlarına uzak ve kendisine ait bir limanı olduğu da hesaplandığında burasının askeri amaçları da içerecek bir üs olmasına nasıl engel olunacağı da merak konusu.
CHP Milletvekili Ali Mahir Başarır, santralde bir radar sistemi kurulması ile ilgili meclise araştırma önergesi verdi. Rusya’nın bu santralde askeri mühimmat, istihbarat aygıtları ya da nükleer başlık bulundurma ihtimali potansiyel bir tehlike.
Ukrayna’yı işgal eden, Belarus’a ordusunu sokan, Gürcistan’ı işgal eden, Dağlık Karabağ’a barış gücü adı altında müdahil olan, Suriye’de edindiği askeri üslerin de desteğiyle ülkeyi kendisine bağımlı kılan ve Kazakistan’daki iç çatışmayı bahane gösterip bu ülkeye ordusunu sokan bir ülkenin Türkiye’deki nükleer santrali sadece ekonomik ve enerji iş birliği olarak kullanacağını düşünmek tarihi sonuçları olacak bir saflıktır.
Türkiye’nin Rusya’ya enerji alanında bağımlılığına neden olacak ve adeta bir Rus üssü olarak kullanılma potansiyeline sahip bir tesisin varlığı, Türkiye’nin bağımsızlığına doğrudan tehdittir. Yapılması gereken anlaşmanın feshedilerek tesisin devletleştirilmesidir.
Akkuyu Nükleer Santrali’nin açacağı delik daha da büyürse Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılını bağımsız olarak bitiremez.