Siyasetteki yozlaşma, siyasete eklemlenmiş tüm alanları olumsuz bir şekilde etkilemekte. Akademisyenlerin gazetecileşmesi, gazetecilerin ise trolleşmesi bu bahsi geçen irtifa kaybının görünümleri arasında. Siyaset konuşan her meslek grubu kendi kötü kopyasına veya alt formuna doğru gerilemekte. Bu iddiayı bir dizi alt önerme ve örnek üzerinden açmadan önce siyasetin yozlaşması tam anlamıyla ne anlama geliyor sorusuna yanıt bulmak lazım.
Bilindiği üzere siyasetle ahlakın bir arada yürümeyeceği, siyasetçilerin yaptıkları işin doğası gereği sıklıkla ve kolay bir şekilde yalan söyledikleri, siyaset yapmaya başladığınız anda kaçınılmaz bir şekilde insanları aldatan ve sadece kendi çıkarını düşünen bencil öznelere dönüşeceğinize yönelik ciddi bir literatür var. Pek çok düşünür, filozof, bilim insanı ve sanatçı siyasete yaklaşmayı, yaptıkları meslekleri niteliksizleştiren ölümcül bir hata olarak görmekte. Tabii kamuya katılma, yurttaş sorumluluğu, toplum adına görev üstlenme ve siyasi bilinci öven karşı literatürün de en az siyaseti yalana mahkum eden görüş kadar güçlü olduğunu unutmamak gerekir.
Bu çatışma hattı karşısında duyumsadığımız gerçek ise şu: Hassas kalpler için siyaset çok zor bir tercih. Çünkü siyaset olmaksızın toplum hayatı devam edemiyor. Bütünle bağlantı kurmamız, insanlığa doğru kendi özel alanımızı açmamız siyasetin varlığına bağlı. Ancak acımasız, şiddet dolu ve yalancı olmadan siyasette kişisel başarı ve (veya) politik etkinlik yoluyla bir şeyleri ortak iyiye doğru değiştirmemiz imkansız. Uzlaşmaz bir çelişki, çözülemez bir ikilikle karşı karşıyayız.
Modern dünyada işlerin daha da karmaşık hale geldiğini, hakikat karşısında kendini sorumlu hisseden entelektüel karakterli akademisyenin işlev ve nitelik kaybına uğradığını söylemek gerekir. Richard Rorty’ın deyimiyle filozofların ve şairlerin gereksiz hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Pek çok kişi kamusal hayattan çekildi. Sözünü toplumdan saklayan aydınların sayısınca ciddi bir artış var. Post-modernizmin her şeyi göreli bir oyuna çevirdiğini de unutmamak lazım. Hakikatin peşinden koşan insanlara nesli tükenmiş yaratıklar gibi bakılıyor. Hakikat yok çünkü. Sadece olumsal bir dünya ve anlık zevkler var.
Bu vasatın siyasetteki yozlaşma düzeyini çok arttırdığı ve kaliteyi düşürdüğü ise açık. Kimsenin bir davayı savunduğu yok. Siyaset sadece çıkar için yapılıyor. Lider podyuma çıkan manken gibi. Bütün gözler onun üzerinde, bütün flaşlar aynı anda patlıyor. Bir beğeni yarışmasını izler gibi izliyoruz siyaseti. Akademisyenin bu koşullar altında organik aydın olması bile artık çok zor. Karşımızda siyaset kurumuna fazlasıyla eklemlenmiş, ama bu durumu etik politik, ilkesel veya ideolojik bir düzlemde temellendiremeyen kanaat teknisyenleri var. Üstelik post-modernizm akademik ahlakı keyfiliğe doğru yozlaştırmakta. Pozitivist terbiye önemli ölçüde aşındı. Uzmanlık alanı siyaset bilimi olmayan pek çok siyaset bilimci Profesör ve Doçent var ekranlarda. Bu uzman olmayan uzmanların ne söyleyeceği ise çoğu kez belli. Siyaset kurumunun kurşun askeri gibi davranan akademisyen yorumcu, tarihin belli bir anında menfaat ilişkisi içinde olduğu parti, lider veya siyasi organizasyonunun ihtiyaç duyduğu söylemi yeniden üretiyor. Ayrıca Türkiye gibi kutuplaşmanın çok yüksek düzeyde seyrettiği ülkelerde akademisyen yorumcunun bir işi daha var: Tribünlere oynaması. Akademisyenler gazeteci, hatta sosyal medya içerik üreticisi seviyesinde konuşuyor. İnsanlara duymak istedikleri şeyleri vermek, coşkuyu arttırmak ve karşı tarafı provoke etmek temel başarı ölçütleri arasında.
Siyaset kurumunun ciddiyetsizleştiği, akademisyenlerin gazeteci ve siyasetçi gibi davrandığı lümpenlik düzeyinde gazetecilerin durumu ise çok daha feci. Gazetecilik araştırmacı niteliğini kaybetti önemli ölçüde. Basın sadece iletken işlevi görüyor. Önünüze düşen olayları yorumlayan ve (veya) karşılaştığı insanların düşüncelerini aktaran kişilere gazeteci diyoruz. Ayrıca siyaset kurumuyla gazeteciler arasındaki menfaat ilişkisi hikayelerinin sayısında büyük bir patlama var. Maaş dışında alınan paralar, bedava gidilen tatiller, haber yapma görüntüsü altında siyasetçilerin ayarladığı uçaklarla yapılan şehir dışı seyahatler ve kalınan lüks oteller gazetecilerin günah listesini kabartmış durumda. Siyaset kurumunun postacısı haline gelmiş gazetecilerin kontrolünde olan medya bu nedenle en az siyaset kurumu kadar itibarsız.
Bir de trolleşme etkisi var tabii ki. Gazetecilerin dahil olduğu sosyal medya polemiklerinin sayısında ciddi bir artış var. Dil de kabalaştı. Geçer akçenin “laf sokma” olduğu bir ortamda sosyal medya yer yer doğa durumunu hatırlatan sosyal bir çöplüğe dönüştü. Gazeteciler o çöplüğün popüler horozları gibi. Her zaman bizi uyandırdıkları doğru. Ama seslerinde nadiren hakikat, çoğu kez yanlı yorum ve bilgi eksikliği olduğundan bizim üzerimizdeki etkileri daha çok uyuşmaya/uyuşturmaya yönelik. Yaptığı yorum ve analizle okuyucuyu şaşırtan akademisyenlerin sayısı da azaldı. Ortaya koyduğu araştırtmayla saklı olanı görünür hale getiren gazetecilerin sayısı da.
Başlıktaki hatırlatmayla tekrar dönmek istiyorum. Siyasetin yozlaştığı, akademisyen ve gazetecilerin de siyasetle birlikte yozlaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu normalleşmiş anormallikte akademisyen, gazeteci ve trol; gazeteciler ise siyasetçi ve trol gibi davranıyor. Her şeyin irtifa kaybettiği bir gerçeklikte yaşamak, yani işin zor kısmı ise bize düşmekte.
Fotoğraf: Matthias Wagner