[voiserPlayer]
Soğuk Savaş sonrası yaşanılan jeopolitik çalkantılar, Avrupa’nın güvenlik stratejisine yönelik birçok yeni gelişmeyi beraberinde getirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin tek süper güç olarak ortaya çıkmasının hemen ardından Doğu Avrupa’ya doğru genişleyen NATO, Transatlantik İttifakı’nın savunma ve güvenlik politikalarında başat aktör olmaya devam etti. Fakat, ABD’de Trump’ın iktidara gelişi ile NATO, ABD-Avrupa geriliminin bir yansıması olarak tartışmaya açılmış ve başat güvenlik aktörü olma rolü sorgulanır hâle gelmeye başlamıştı.
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı istila, Avrupa Birliği ve ABD’nin Avrupa’nın güvenlik politikalarında NATO’nun belirleyici gücüne dair kuşkularını ortadan kaldırdı. AB ve ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla birlikte zamanın ruhunu yakalamayı başardı ve NATO’nun temel varoluş stratejisindeki ortak akla geri döndü.
Transatlantik’e Karşı Yükselen Hibrit Tehditler
Hiç şüphesiz Transatlantik İttifakı’nın birliğine yönelik ortaya çıkan hibrit tehditler, başta popülizm ve paranoyak milliyetçiliğin tüm dünyada olduğu gibi hızlı bir şekilde yükselişe geçmesine neden olurken, aynı zamanda Transatlantik İttifakı ülkelerinin iç politikalarında da sarsıcı sonuçlara sahne oluyor. AB ve NATO’nun geleceğine yönelik dramatik analizler; özellikle mülteci krizi, pandemi, küresel ısınma, siber güvenlik, ticaret savaşları ve Ukrayna’nın Rusya tarafından istilası gibi olaylardan sonra arttı.
Birçoklarına göre popülizm ve milliyetçiliğin dünyada yeniden yükseldiği bir dönemde AB, bir çözülme yaşayabilir. Ancak hâkim görüş, AB’nin hükümetlerüstü bir organizasyon olarak varlığını sürdüreceği yönünde. Nitekim, Birleşik Krallık’ın Brexit ile AB’den ayrılmasından sonra AB içinde bir çözülme en azından şimdilik yaşanmadı. Tam tersine AB’nin genişleme arzusu, her ne kadar 2000’li yıllardan sonra birliğe katılan eski Doğu Bloku ülkelerinde görülen uyum sorunları nedeniyle bir tabuya dönüşmüş olsa da, orta vadede Batı Balkan ülkelerinin, uzun vadede ise Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın AB’ye tam üye olması yönünde.
Almanya ve Fransa’nın AB içinde giderek artan hegemonyası, Avrupa açısından yeni jeopolitik ve jeostratejik konseptleri beraberinde getirdi. Fransa’nın öncülüğünde NATO’dan ayrı bir Avrupa Ordusu kurma fikri, Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesiyle gündemden düşerken NATO içi hizipleşmeler şimdilik bir kenara bırakıldı. Ancak NATO’nun lider ülkesi ABD’nin müttefiklerinden beklentisi, NATO’nun genişlemesine destek ve her yıl üye ülkelerin GSYH’ının en az yüzde ikisi kadar savunma harcaması yapması.
Fransa’nın AB için ortaya attığı “stratejik özerklik” konseptinin Ukrayna’nın Rusya tarafından istilasıyla havada kalması, Fransa’nın askeri açıdan Avrupa’nın savunma ve güvenliği için yeterli kapasiteye sahip olduğuna dair soru işaretleri yaratıyor. Bu nedenle, AB içinde askeri açıdan imkân ve kabiliyetleri yüksek olan ülkelerin NATO’yla ilişkilerini derinleştirmesi, Avrupa’nın güvenliği için bir gereklilik olarak kendisini ortaya çıkarıyor.
Hibrit Tehditler Paranoyak Milliyetçiliği Besliyor
AB, bugün pek çok uluslararası ilişkiler uzmanı tarafından dünyanın en müreffeh ve liberal demokrasi yönüyle de en gelişmiş siyasal, ekonomik ve kültürel entegrasyonu olarak kabul ediliyor. Bugün nüfusu 448 milyona ulaşan AB, Soğuk Savaş sonrası dönemde hızla büyüdü ve yaşadığı çeşitli kriz anlarına rağmen dünyanın önemli siyasi aktörlerinden biri olarak kalmayı başardı.
AB açısından acil çözüm bekleyen güvenlik konularının başında gelen mülteci krizi, Avrupa’da paranoyak milliyetçiliğin yükselmesinde önemli bir faktör. Elbette paranoyak milliyetçiliği tüm dünyada besleyen bir diğer başlıca faktör yanlış bilginin hızla yayılması (medya manipülasyonu) ve komplo teorileri. Konuyla ilişkin Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı dezenformasyon raporunda en fazla dezenformasyonun yapıldığı platformun X veya eski adıyla Twitter olduğu saptandı.
Avrupa’da aşırı sağ; toplumun güvenlik kaygılarını ve düzensiz göçe karşı tepkisini popülist bir siyasetle yönlendiriyor ve kendisinde Avrupa kıtasının dışında kalan kültürlere karşı ülkelerini koruma hakkını görüyor. Tüm bu gelişmeler Batılı demokrasilerde merkez sağ ve solun erimesine, aşırı sağın ise yükselmesine neden oluyor. Örneğin, geçtiğimiz haftalarda Almanya’da yapılan ankette, CDU/CSU birinci parti olurken, özellikle Doğu Almanya’da güçlenen AfD’nin ikinci parti olduğu görülüyor.
Bu konuyu bir toplantı vesilesiyle eski Almanya İçişleri Bakanı Gerhart Baum’a sorduğumda bana, aşırı sağın Almanya’da retorikten öteye geçemeyeceğini, Almanya’nın bir hukuk devleti olarak kalacağını, ayrıca Almanya’nın yaşlanan nüfusu nedeniyle göçmenlere ihtiyacı olduğunu aktardı. Tabii siyasetçilerin toplumsal huzursuzluğu artıracak zehirli dilden uzak durması gerektiğini de sözlerine ekledi.
AB Hibrit Tehditlere Karşı Alternatif İşbirlikleri Geliştiriyor
Arap Baharı sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan destabilizasyon, 2015 sonrası Avrupa’ya mülteci akınını tetiklemişti. Özellikle Yunanistan’ın mültecilere muamelesi nedeniyle eleştirilen FRONTEX’le Ege ve Akdeniz’den gelen göçe karşı koymaya çalışan AB, kendisine komşu olarak tanımladığı Kuzey Afrika ülkeleriyle göçe karşı Türkiye ile benzer işbirlikleri geliştirmek istiyor. Şimdilik Tunus’la başlayan sürecin ne kadar başarılı olacağını zamanla göreceğiz.
Buna paralel olarak İtalya’nın Akdeniz’deki adalarına son aylarda artan düzensiz göç ülkede ciddi tartışmalara yol açtı. Nisan ayında OHAL ilan eden İtalya Hükümeti, AB’yi kendilerini yalnız bırakmakla suçlamıştı. Ancak Eurostat verilerine göre İtalya’ya 2022’de sığınma başvurusu yapan göçmen sayısı 84 bin civarıyken Almanya’da bu rakam 243 bin, Fransa’da 156 bin, İspanya’da 117 bin oldu. 2023’ün ilk yarısına bakacak olursak sığınma başvurularında ilk sırada Almanya ardından İspanya ve Fransa geliyor. Nüfusu giderek yaşlanan Avrupa, göçmen işçilere ihtiyaç duyuyor. Ancak bu ihtiyacı göçmenleri ülkeye entegre ederek gerçekleştirmek istiyor.
AB, yeni bir yapılanma süreci içine giriyor. Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde gelişen bu süreç, Avrupa Siyasi Topluluğu’nun kurulmasıyla bir ivme yakaladı. AB’ye aday ve komşu ülkelerle ilişkilerin hangi modelde seyredeceğine dair bir arayışı ortaya koyan bu gündem, artık üyeliği otoriteler tarafından pek gerçekçi bulunmayan Türkiye açısından yeni fırsatlar yaratabilir.
Emekli Büyükelçi Selim Yenel Murat Yetkin’e konuyla ilgili verdiği bir demeçte, AB’nin genişleme sürecinin devam etmesiyle yeni bir sisteme ihtiyacı olacağını, AB’nin farklı üyelik modelleri getirebileceğini söylüyor. AB ile birçok alanda birlikte çalışan ve AB’nin farklı kurumlarının parçası olan Türkiye’nin, üyelik dışı bir modelle AB ile ilişkilerini bir çerçeveye sokabileceği, çeşitli düşünce kuruluşları tarafından da rasyonel bulunuyor. Ancak yine burada belirleyici etkenin, demokratik ve otoriter olarak ikiye ayrılan bir dünyada, Türkiye’nin hangi tarafta yer almak istediğine yönelik vereceği siyasi kararın etkili olacağı belirtiliyor.