Fabrikalarda ve tarlalarda, bankalarda ve teknokentlerde, madenlerde ve inşaatlarda, otellerde ve çağrı merkezlerinde, hastanelerde ve okullarda alın teri döken tüm vatandaşlarımızın 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun!
Bu vesileyle, gelin emek konusunu on madde etrafında konuşalım.
Birincisi: Yepyeni alanlarda çalışıyoruz
Etrafımızdaki her şey hızla değişirken emeğin aynı kalması mümkün mü? “Orak ve çekiç”in yerinde artık POS cihazları ve bilgisayarlar var. 1 Mayıs afişlerinin vazgeçilmezi olan demir döven işçiler ve başı baretli, yüzü isli madencilerden çok daha fazla sayıda emekçi alışveriş merkezlerinde, hastanelerde, bankalarda, okullarda, otellerde ter döküyor. Mesela kayıtlı motorlu kurye veya çağrı merkezi personeli sayısı Türkiye’nin en büyük sanayi grubu olan Koç Topluluğu’nun toplam çalışanından fazla.
Bu vesileyle, emeğin yapısını hatırlayalım, genelde görmezden gelinen hizmet sektörü çalışanlarını gündeme getirelim: yüzde 58 — hizmet sektörü; yüzde 21 — sanayi; yüzde 15 — tarım; ve yüzde 6 — inşaat.
Tam da bu yüzden kapsamlı bir hizmet sektörü reformu ile büyük bir potansiyeli harekete geçirebiliriz. Serbest rekabetin önünü açan bir yaklaşım; istihdamı artırtır, tüketicinin seçeneklerini çoğaltır, fiyatları azaltır. Uber, Booking, Paypal yasakları kaldırılmalıdır.
İkincisi: Az çalışabiliyoruz
Nüfusumuz85 milyon, çalışanımız 32 milyon. Nüfusu bizimle aynı olan Almanya’da bu sayı 46 milyon. Çalışma çağındaki 10 kadından 3’ü bile çalışamıyor. Şöyle söyleyeyim: Çalışmayan kadın nüfusumuz Yunanistan’ın iki katı kadar, yani 24 milyon! 4 gencimizden 1’i, neredeyse altı milyon kişi, ne okulda ne istihdamda. Türkiye’ye bir Türkiye eklemek için bir istihdam seferberliğine ihtiyacımız var. Zira iş sadece para kazanma meselesi değil, aynı zamanda ekonomik özgürlük ve bireysel özgüven de demek.
Bu seferberliğin dinamosu girişimcilerdir. Ancak Türkiye’de girişimci olmak, Survivor’da yarışmacı olmaktan farksız. Döviz kuru ne oldu; vergi, muhtasar, oda aidatı ödemeleri mi geldi; gece yarısı Resmi Gazete’de yeni bir düzenleme mi çıktı; bir kamu şirketi benimle rekabet etmeye mi girişti gibi sorularla uğraşmaktan gerçek işlere vakit kalmıyor. En istihdam dostu politika, girişimcilerin prangalarını çözmektir.
Üçüncüsü: Kayıt dışı çalışabiliyoruz
Yukarıda değindiğim 32 milyonun sadece 24.5 milyonu kayıt içinde. Mesela 10 çalışanımızdan biri ücretsiz aile işçileri: 3 milyon kişi. Kayıt içi çalışanların beşte biri kamuda, yani 5 milyon kişi! Yani özel sektörde, tam zamanlı, kayıt içi işi olan 20 milyon kişi bile yok. Türkiye’de yaşayan 4 kişiden 1’i bile değil! Açık söylüyorum: Türkiye’yi sırtında taşıyan orta direk budur. Bu kitleyi büyütmezsek demokrasiden de kalkınmadan da bahsedemeyiz.
Dördüncüsü: İş arıyoruz, aramayı da sürdüreceğiz
Kayıtlı işsiz sayımız neredeyse 4 milyon kişi. İş bulmaktan ümidini kesenleri eklersek bu sayı iki katına çıkıyor. Burada bir ikaz yapayım: Lütfen işsizlik oranına değil, geniş tanımlı işsizlik oranına bakın! İşsizlik oranı sadece yüzde 7,9, üstelik bu oran giderek azalıyor. Size bu gerçekçi geliyor mu? Bana hiç gelmiyor. Çarşı-pazarda sohbet ettiğimiz vatandaşlarımızın, Meclise ziyarete gelen arkadaşlarımızın en büyük talebi kendilerine, genelde de çocuklarına iş bulmak! Halbuki, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 28,8 ve artıyor. Daha gerçekçi, değil mi?
Üstelik her sene 1 milyon arkadaşımız çalışma çağına giriyor. İSO 500’de 800 bin kişi çalışıyor. Yani OECD ülkelerindeki gibi yüzde 80’i istihdama katılsa, her sene bir İSO 500 kurmamız lazım. Seneye bir tane daha. Ondan sonraki sene bir tane daha! Tam da bu yüzden iddialı bir yatırım hamlesine ihtiyacımız var.
Ancak son birkaç yıldır Türkiye’ye “gayrimenkul hariç net doğrudan sermaye girişi” yok denecek kadar az. Hatta eksiye düştüğü, yani aldığımızdan fazla sermayeyi yurtdışına yolladığımız yıllar da oldu.
Üstelik, yatırım demek her zaman istihdam demek de değil. Mesela Apple’ın 500 milyar dolarlık bir yatırımı sadece 20 bin yeni iş yaratacak. Yahut değeri 3 trilyon dolar olan NVIDIA’nın yalnızca 28 bin çalışanı var. İstihdam dostu yatırım alanları açmaya mecburuz.
Beşincisi: Uzun süre çalışıyoruz
OECD’de en uzun süre çalışan nüfusa sahibiz. Haftada 60 saatten fazla çalışma oranında da şampiyonuz. Ancak maalesef bu kadar koşturma pek netice üretmiyor. Bal yapmayan arı gibiyiz. Ancak daha fazla kaynak eklersek büyüyebiliyoruz—daha fazla insan, daha fazla para, daha fazla arazi. Mesela, 2005-2019 arası 15 senelik dönemin sadece beş senesinde verimlilik artışı kaydedilebildik. Bunun sonucunda da refah yaratamıyoruz. Verimlilik odaklı bir modele geçmek zorundayız.
Altıncısı: Vasatlıkta buluşuyoruz
Zincirlikuyu Mezarlığı’nın giriş kapısında “her nefis ölümü tadacaktır” ayeti yazılıdır. Çalışma Bakanlığının kapısına da “her çalışan asgari ücreti tadacaktır” yazsalar yeridir.
Ücretler giderek asgari ücrete yaklaşıyor. Ülkemizdeki ortanca ücret asgari ücretin iki katına yakındı. Yani çalışanların yarısı bundan fazla, yarısı bundan az kazanıyordu. Şimdi yalnızca 1.5 katı. Asgari ücret açlık sınırı kadar. Sadece beş çalışandan biri asgari ücretin iki katından fazla kazanabiliyor. Bu seviyede çalışan iki kişi, yani evine dört asgari ücret giren bir hane bile yoksulluk sınırının az üstüne ancak çıkıyor.
Yüksek teknolojili ürünlerin sanayi ihracatımızdaki payı yirmi yıldır yüzde 3-4 bandında. kilogram başına ihracatımızın 1,4 dolar civarında salınıyor. Halbuki Almanya (3,7 dolar/kg), G. Kore (2,7 dolar/kg), hatta Polonya (2 dolar/kg) bunun çok üzerinde. Katma değer meselesini çözmeden bu vasatlık zincirini kıramayız.
Yedincisi: Dengesiz kazanıyoruz
Türkiye’de özel sektör ne kadar? Bu sorunun bir değil, en az üç cevabı var. Özel sektörde asgari ücret 22 bin lira. Pek çok kişi de bu veya bunun 1.5 katı mertebesinde para alıyor. Kamuda bunun iki katı. Bazı belediyelerde üç katı. Yani özel sektör çalışanlarının çoğunluğu kamudaki en düşük maaşı bile kazanamıyor.
Bu çerçevede önerim net: vergi dilimlerinin güncellenmesi. Geçen yıl bu konuda bir kanun teklifi vermiştim, bu yıl da vereceğim. Meseleyi hatırlayalım. Orta direğin aydan aya maaşları eriten iki sinsi düşmanı var: biri enflasyon, diğeri vergiler. Enflasyon malum. Diğeri için çalışan arkadaşlar bir zahmet Ocak ve Nisan/Mayıs aylarında eline geçen maaşa baksınlar. Muhtemelen bir azalma görecekler. Bir üst vergi dilimine geçtiklerini ve daha yüksek oranda vergi kesintisine maruz kaldıklarını görecekler. Yani bir yanda her ay yüzde 3-4’lük enflasyonla eriyen paranız. Bir yanda bu enflasyondan daha düşük oranda artan, yani reel olarak azalan ücretiniz. Bir yanda da sadece kağıt üstünde artan maaştan alınan ek vergi! Gelir vergisi dilimlerini hemen güncellemeli ve vatandaşımızın cebinde daha fazla para bırakmalıyız.
Bir başka dengesizliğimiz de, bir ucu Macaristan bir ucu Fas milli gelirindeki ülkede tek asgari ücret belirlememiz. Bölgesel asgari ücreti gündemimize almalıyız.
Sekizincisi: Yetenek uyumsuzluğu yaşıyoruz
Üniversite bitirenlerin lise mezunlarına göre maaş avantajı 10 yıl önce yüzde 75 idi. Bugün yarısı. Yani üniversite okumanın primi çok azalmış. Daha önce söyledim, yine söylüyorum: Para basarsanız paranın değeri düşer, diploma basarsanız diplomanın değeri düşer!
İŞKUR verilerine göre 2023 yılı itibarıyla özel sektörde işe yerleştirmelerin açık işleri karşılama oranı yüzde 46. İmalat sanayiinde yüzde 41. Bilgi ve iletişim sektöründe yüzde 37. Yani iki işten sadece birine, bazı sektörlerde üç işten birine uygun eleman bulunabilmiş. Ben demiyorum, İŞKUR diyor. Bir yandan ortalık işsizlikten kırılıyor, bir yandan uygun çalışan bulunamıyor. Adını net koyalım: Eğitim sistemimizi diplomalı işsiz değil, köle emeği değil, ideolojik militan değil, ara eleman değil, aranan eleman yaratan bir makine haline getirmeliyiz.
Dokuzuncusu: Güvencesiz çalışıyoruz
Ülkemizdeki üç çalışandan biri, dile kolay 9 milyon vatandaşımız, yani Macaristan nüfusu kadar kişi kayıt dışı çalışıyor. Kadınlarda bu oran daha da yüksek. Açık söyleyeyim: Güvencesi ve sürekliliği bulunmayan işlerde çalışan bir prekarya sınıfı (Latince istikrarsız, güvenilmez) oluşmasını engellemeliyiz.
Ortanca yaşımız henüz 33 (AB ortalaması: 44 yaş). Şimdiden 16 milyon emekli maaşı alan vatandaşımız var! Zenginleşemeden orta yaşa geldik, yaşlanınca bu sosyal güvenlik sistemi nasıl çalışacak, düşünen yok.
Onuncusu: Yepyeni bir dünyada çalışıyoruz
Geleneksel çalışma, tek işverene bağlı olarak, tek bir mekanda, belli (genellikle tam zamanlı) mesai saatleri arasında yapılan ve karşılığında belli ödeme alınan (maaş ve haklar) bir faaliyetti. Halbuki artık, çok işveren veya müşteri için, esnek mekan ve çalışma saatleri çerçevesinde, parça başı ücretlendirme ile çalışan pek çok kişi var.
Gig ekonomisi (internet platformları üzerinden müşteri ile buluşulan kısa süreli işler), start-up (erken aşama) girişimler, freelance (tek başına ve serbest) iş yapma ve uzaktan çalışma artık hayatımızın doğal parçaları.
Tüm bunların üzerine, tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesi; robotlar ve yapay zekanın yaygınlaşması; blok zincir ve enerji depolama gibi teknolojilerin hızla ilerlemesi ile emek konusunda yepyeni fırsatlar ve meydan okumalar geliyor. McKinsey, 2030’a kadar işlerin yüzde 15’inin (hızlı adaptasyonda yüzde 30’unun) otomasyon kurbanı olacağını söylüyor. İnsan-robot (yazılım) işbirliği ile yapay zekayı çalışanlarımızın hayatını kolaylaştıran ve kabiliyetlerini artıran bir yardımcı/iş arkadaşı yapmak durumundayız.
Çalışma sistemimiz yukarıda bahsettiğimiz yeni iş yapış şekillerine hazır değil. Avrupa’da İngilizce bilgisi en kötü nüfusuz. Yapay zeka kullanımında şirketlerimiz yüzde 4 ile OECD’de sondan ikinci. Bu değişimi kucaklamak “lüks” değil mecburiyet.
***
Emek; toplumsal barış için de, demokrasi için de, kalkınma ve refah için de kritik önemde. Ama en önemlisi, vatandaşımızın mutluluğu için kritik önemde.
Emekçilerimizin hakkını aldığı, kabiliyetlerinin arttığı ve yeni dünyaya hazırlandığı bir dönem için, popülizmi de boşvermişliği de reddederek el birliğiyle çalışmalıyız.
Bu vesileyle, alın teri döken tüm vatandaşlarımızın 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Gününü kutluyorum.