[voiserPlayer]
Grand strateji konsepti özellikle 20. yüzyılın sonlarından itibaren sayısız devlet tarafından kapsamlı ulusal güvenlik politikalarını tanımlamak için kullanılmaya başlanmış günümüzün moda konseptlerinden bir tanesidir. Literatürde kullanılan strateji kavramı ufkunu “savaş” durumuyla sınırlandırırken, grand strateji kavramı savaştan sonraki “barış” durumuna da odaklanır.
Halihazırda Leiden Üniversitesi Institute for History’de International Studies alanında çalışmalarını yürüten Lukas Milevski lisans derecesini War & Security Studies, yüksek lisans derecesini ise Strategic Studies alanında tamamlamıştır. Sonrasında Strategy alanında doktorasına devam etmiş olup grand strateji düşüncesinin evrimi üzerine yaptığı çalışmalarını 2014’te tamamlamış ve çalışmaları 2016 yılında Oxford University Press’ten, bu yazıda da incelenecek olan, The Evolution of Grand Strategic Thought ismiyle yayınlanmıştır.
İki ana – sekiz alt bölümden oluşan ve ana teması grand strateji kavramının entelektüel gelişimi olan bu kitabın ilk ana bölümünde Fransızca kökenli olan grand strateji kavramının 1800’lerin başlarından soğuk savaşa kadar olan aktif savaşlar sürecindeki fikirsel evrimine odaklanılmışken, konseptin İngiliz dilindeki kullanımları baz alınarak ikinci ana bölümünde, kavramın Batı’nın savunma durumunda olduğu Soğuk Savaş ve sonrası dönemdeki gelişimi incelenmiştir.
Bugünkü bağlamda ilk olarak Napoleon Savaşları sürecinde Napoleon’un öğrencileri olan Carl von Clausewitz ve Baron Antoine-Henri de Jomin tarafından kullanılan konsept üzerine ilk sistematik teoriler ise 1. Dünya Savaşı öncesi dönemde denizcilik stratejisi üzerine çalışan iki İngiliz Alfred Thayer Mahan ve Julian S. Corbett tarafından ortaya atılmıştır, ki bugün bu ikili grand stratejik düşüncenin babaları olarak görülmektedirler. Mahan ve Corbett teorilerini ulusal ölçekte sivil ve askeri enstrümanları kullanarak denizdeki ticareti korumak ve karadaki çatışmalardan kaçınmak anlayışı üzerine kurgulamışlardı.
İngiliz stratejik düşünce ekolü iki dünya savaşı arası dönemde bu ekolün devleri olarak anılan ve temelde öncülleri Mahan ve Corbett’in tematik anlayışlarını devam ettiren J. F. C. Fuller ve Basil H. Liddell Hart tarafından kimliğini oturtabilmiştir. Ayrıca aynı dönemde konsepte gerek ekolün kendi içinden gerekse dışından farklı kavrayışlarla yaklaşılmıştır. İki İngiliz stratejist Henry Antony Sargeaunt ve Geoffrey West, savaşın toplumsal faydalarına (gelişimi sağlaması bakımından) odaklanan anlayışlar ortaya atarken Birleşik Devletler’den Edward Mead Earle, askeri sonları siyasi sonuçlarla ilişkilendiren daha başka bir yaklaşımla konseptin içeriğini zenginleştirmiştir.
Hiroşima ve Nagazaki semalarına bırakılan atom bombaları dünya tarihinde olduğu kadar elbette strateji düşüncesinde de yeni bir çağın korkunç habercileriydi. 2. Dünya Savaşı’nın enkazları henüz kalkmışken başlayan Soğuk Savaş’ın en sıcak döneminde çok sayıda yeni ismin bu alanda fikir üretmeye başlamasına rağmen ortaya atılan az sayıda özgün düşüncenin en büyük ortak noktası sınırlandırılmış savaş anlayışı üzerineydi.
Vietnam Savaşları’nın gölgesinde girilen Soğuk Savaş’ın detant (yumuşama) döneminde ise konsepte yönelik göreli bir canlanma olduğu görülmekte. John M. Collins, Edward N. Luttwak, Barry R. Posen & Paul Kennedy isimleri konsepti zamanın ruhuna uygun olarak ulusal güvenlik merkezli kavrayışla yeniden yorumlamışlardı.
John Hattendorf, John L. Gaddis, Gregory Foster, William C. Martel ve Robert Art isimlerinin ön plana çıktığı Soğuk Savaş sonrası dönemde ise konsepte yönelik özellikle uluslararası ilişkilerden, siyaset biliminden ve hatta tarih gibi farklı disiplinlerden daha sivil katkılar sunulmaya başlandı. Tarihçi John B. Hattendorf için grand strateji, savaşı yönlendiren bir kuvvetti. Gaddis için ise bu konsept ulaşılmak istenen amaca ulaşmak için sahip olunan her şeyin nasıl kullanıldığıyla ilgiliydi. Foster’a göre de grand strateji politikayı yönlendiren siyaset üstü bir kavramdı. William C. Martel, grand stratejinin uluslararası ilişkiler politikalarını belirleyen bir çerçeve, bir paradigma olduğunu ortaya koymuştur. Son olarak ise Robert Art, stratejik düşüncenin köklerini günümüze uyarlayan retrospektif anlayışı doğrultusunda sadece kuvvet kullanımı ve politika ilişkisi üzerine odaklanan bir kavramsallaştırma ortaya atmıştır.
Bugünlerde grand strateji konsepti küreselleşme ve bireyselleşmenin etkisiyle daha psikolojik ve gelişimsel, hatta kurumların ve bireylerin kendi yaşantılarına dahi uygulayabilecekleri ideal bir konsept halini almıştır. Bu noktada iki isim; Hal Brands ve Peter Layton öne çıkmakta. Hal Brands’a göre grand strateji bir ulusun böylesine rekabetçi bir dünyada başarıya ulaşmasının ve kendini gerçekleştirmesinin rehberi olarak anlaşılmışken, Peter Layton’ın bakış açısından bakıldığında grand stratejinin karar verme sürecine yönelik spesifik bir metot olduğu kavrayışı hakimdir.
Sonuç olarak görüldüğü üzere grand strateji konsepti standardı olmayan, düşünür merkezli ve sürekli yeni kavrayışlara açık olan bir kavramdır. Milevski’ye göre grand strateji kavramı, bu konsept üzerine kullanışlı bir bilimsel teori geliştirmek için en temel şartlar olan anlam açıklığı ve ortaklığı ilkesini sağlayamadığından şu haliyle faydasız olmakla birlikte, kavramın akademik olarak kullanışlı hale gelebilmesi mümkün. Ve bunun için her şeyden önce grand strateji kavramının rehabilite edilmesi gerekiyor.
Milevski bu kitabında, grand strateji konseptinin evrimini gayet yeterli şekilde analiz etmiş ancak kitabın başlığında iddia ettiğinin aksine evrimsel bir bütünlükle yeni bir kavrayış, yeni bir sentez ortaya atmamış sadece konseptin entelektüel tarihini ortaya koymakla yetinmiş ve temel olarak kavramın çok anlamlılığından şikâyet ederek konseptin bu haliyle akademik olmadığını öne sürmüştür.
The Evolution of Modern Grand Strategic Thought by Lukas Milevski. Oxford: Oxford University Press, 2016.
Fotoğraf: JESHOOTS.COM