[voiserPlayer]
Geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılan bir röportajda askerin depremde sahada yer almaması eleştirilerine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şöyle yanıt verecekti: “Uzaktan böyle ahkâm kesmekle olmuyor. Hududu kim koruyacak, Suriye’de kim kalacak? Suriye’yi mi boşaltacağız, Irak’ı mı boşaltacağız?” Bu açıklamalarıyla Hulusi Akar, askerin öncelikli görevine dair son on yıllarda oluşmuş bir çerçeveyi yeniden teyit ediyor aslında.
Buna göre AK Parti Türkiyesinin ordusu, dış misyonları olan, yurtdışında faal, bölgeye etki eden, aktif bir aktör olarak konumlanıyor. Türk ordusunun unsurları Kuzey Kıbrıs, Azerbaycan, Somali, Katar, Libya, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Arnavutluk, Lübnan, Bosna-Hersek ve Kosova’da bulunuyor. Hatırlanacağı üzere Türkiye, Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından ise Afganistan’daki askerlerini çekmişti.
TSK Kıbrıs’ta 40.000’e yakın askeri personel bulunduruyor. 1992 yılından beri Kuzey Irak’ta varlık gösteriyor. Irak’ın Kürt yönetimine ait bölgenin farklı noktalarında irtibat ve üs noktaları bulunan TSK, sınırın 40 kilometresine kadarlık bir alanda hakimiyet kurmak için Pençe isimli operasyonlar yürütüyor. Bölgede yeni üsler oluşturuyor. Uzmanlara göre TSK’nın Irak’taki asker sayısı da 10.000 civarında. Türk ordusu, Suriye’de YPG’ye karşı çeşitli operasyonlar yürüttü ve İdlib ile Afrin başta olmak üzere pek çok askeri nokta inşa etti. Türk ordusunun Suriye’deki askeri mevcudiyetinin 10.500 dolaylarında olduğu tahmin edilmekte. Azerbaycan’a askeri eğitim ve insansız hava araçları (SİHA) ile destek olan TSK, Libya iç savaşında BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) önemli askeri destek sundu. Türk askerleri Libya’da, sıcak çatışmalarda bulunmak yerine, eğitim, lojistik ve teknik destek veriyor. TBMM kararıyla 2015 yılında Katar’da asker görevlendiren Türkiye, burada yeni bir üs kurdu ve belirtildiği kadarıyla 2000 Türk askeri burada görev alıyor. Somali’de 2000 askeri personeli bulunan Türkiye, Somali ordusuna subay yetiştirmede görev alıyor. Bölgedeki korsanlık faaliyetlerine karşı yürütülen savunma faaliyetlerine destek veriyor. 500’ün altında personel bulunan ülkeler ise Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna Hersek ve Kosova.
Türk ordusunun yurtdışındaki bu konuşlanmasının uluslararası politikalar çerçevesinde karşılıksız bırakılması mümkün değil. Katar, 2016 yılı verilerine göre 375 milyon dolar yatırımla Türkiye’ye en fazla yatırım yapan 7. ülke durumunda. Katar ile Türkiye arasında Mart 2015’te askeri üs antlaşması imzalanmış ve ittifak düzeyinde ilişkiler geliştirilmiştir. Katar’ın başkenti Doha’daki El Rayyan askeri üssünün kurulması ve burada Katar askerlerinin eğitilmesi ve ortak tatbikatlar yapılması, bölgede yükselecek askeri bir çatışma ihtimaline karşı iki ülkenin ittifak arayışının bir örneği olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin ilk kez sınırları ötesinde NATO’nun güvencesi dışında askeri üs kurmuş olması, ordunun son dönemde oluşan yeni konumuna dair bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Aslında ordunun Türk dış politikasındaki etkisi 1990’larla birlikte artma eğilimindeydi. Askeri harcamalar bu dönemde artmış, 1985 yılında 3,269 milyon dolar olan askeri harcamalar, 1999 yılına gelindiğinde 9,588 milyon dolara yükselmişti. Askerin dış politikada değişen konumuna bir işaret 1994 yılında Türk Hava Kuvvetlerine katılan tanker uçaklarıdır. Dönemin 2nci Taktik Hava Kuvvet Komutanı Korgeneral Cumhur Asparuk tanker uçakları sayesinde, “Diyarbakır’dan kalkan bir uçağın Şili’yi bombaladıktan sonra üssüne geri dönebileceğini” belirtmiştir. Misak-ı Milli ile sınırlarına çekilen, Çankaya’da konumlu mütevazı bir cumhuriyet görünümündeki Türkiye’nin, dış politikada askeri devreye sokmasına (Kıbrıs) daha önce şahit olunsa da, askeriyenin gücünü daha geniş bir alanda dış politikada koz olarak kullanma isteği görece yeni bir olgu gibi gözükmektedir. Gökhan Koçer ordunun dış politika rolünü analiz ettiği makalesinde tanker uçaklarına sahip olunmasını “savunmayı esas alan bir dış politikadan daha aktif bir dış politikaya geçişin işareti olarak” değerlendirmektedir. Koçer, 90 sonrası batıda silahsızlanma eğiliminin artmasına rağmen Türkiye’de askeri harcamaların artmış olduğuna da dikkati çeker. Bu durumun, iki kutuplu dünyanın 1990’larla birlikte sona ermesi ve yeni dış tehditlerin (özellikle bölgesel savaşlar gibi) artmış olmasıyla ilgili gözüktüğü söylenebilir. Bölgesel savaşların önemli bir kısmı da Türkiye’yi içine alan coğrafyada meydana gelmektedir. Körfez Savaşı, dikkatlerin güneye yani Ortadoğu’ya ve tehdit algısının da bu bölgeye yönelmesine yol açar. 90’lar askeriyenin pek çok ikili ve çoklu ilişkilere girmesine de vesile olmuştur. Özellikle İsrail’le askeri ve stratejik düzeyde çeşitli ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişkilerin tesis edilmesinde uzmanlar Ordu’nun öncü olduğunun altını çizer.
Türk havacılık ve uzay sanayii de önemli ilerlemeler kaydetmiş gözüküyor. Türkiye’nin askeri insansız hava araçları Türkiye’nin askeri kapasitesinde kayda değer gelişmeler olarak niteleniyor. Bugün Ukrayna’da Türk SİHA’ları kullanılmakta. Seçmen açısından bu gelişmeler dünyada Türk varlığının işareti olarak okunuyor ve Türk hükümetinin bir başarısı olarak değerlendiriliyor.
Hatırlanacağı üzere Türk ordusunun iç güvenlikteki rolü, darbelere gerekçe sunduğu iddia edilen Emasya (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolünün 2010’da kaldırılmasıyla önemli ölçüde kısıtlanmıştı. Bu protokol 14 Temmuz 2016 tarihinde yeniden yürürlüğe alınsa da bir gün sonra 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası yeniden yürürlükten kaldırıldı. Darbe girişimi sonrası askeri okul ve hastaneler, sivil kuruluşlara dönüştürüldü. Askeri personel eğitiminin bir kısmı YÖK’e bağlı Milli Savunma Üniversitesine bırakıldı. Genelkurmay ise Milli Savunma Bakanlığına bağlandı.
Ordunun sivil otoriteye tabi kılınması süreci epey sancılı olmuştu. Ergenekon ve Balyoz operasyonları askerin iç siyasetteki hakim pozisyonunu tartışmaya açtı. Seçmen bu dönemde gerçekleşen seçimlerde açıkça demokrasinin ve sandığın siyasete yön vermesinden yana tavrını koydu. Hatırlanacağı üzere böylece Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün oldu. Bir bakıma açılım süreci de askerin iç güvenlikteki hakim pozisyonuna ve güvenlikçi perspektifine sınır çekmişti. Sonrasında HDP’nin siyasi ajandasının özerklik olduğu ortaya çıkacaktı ve HDP’ye bağlı belediyelerin peş peşe özerklik ilanları sonrasında çatışmasızlık süreci sona erecekti. 2003 Irak işgali sonrasında bölgede bir Kürt yönetimi ilan edildi ve Türk hükümeti ve Türk şirketleri bölgeyle ve yönetimle siyasi ve ticari ilişkiler kurdu. Bu ilişkiler pek çok asker ve sivil özne tarafından eleştirilmişti. Hükümete karşı askeri ve sivil kimi öznelerin itirazlarının önü gecikmeden alındı. Bazı askerlerin siyasal önceliklerinin sivil Türk hükümeti tarafından yok sayılması gerilimi yer yer tırmandırdı ve Türkiye tarihinde bir ilk yaşanarak eski bir genelkurmay başkanı tutuklanıp cezaevine kondu. Bu olay, askerin iç siyasetteki yerini nihai olarak tartışmaya kapadı. Sivil siyasetin kazanımıyla sonuçlanan bu süreçte üst düzey pek çok askeri personel de cezalarla yüzleşti ve bazıları cezaevine kondu. Askerin iç siyasette darbe yiyen bu konumu, dış siyasette parlamasıyla ters orantılı ilerledi.
Askerin dış siyasetin unsuru olmasına yönelik çerçeve son on yıllarda inşa edildi ve asker iç siyasetin bir bileşeni olmaktan çıkıp dış siyasetin ana bir unsuruna dönüştü ve bu durumun seçmende önemli bir karşılık bulmadığını iddia etmek hayli zor gözüküyor. Seçmeni bu söylemin alıcısı kılan önemli bir faktör de aslında Afganistan’ın ABD işgaliyle başlayan teröre karşı savaşın Orta Doğu’ya taşınması ve Arap Baharı ile Orta Doğu’da kurulu dengenin değişmesi oldu. Suriye Savaşı’yla Türkiye de bu sürece müdahil oldu. Esad yönetiminin devrilmesinden yana pozisyon alan AK Parti hükümeti ve HDP dışında Türk meclisinde temsil edilen siyasal partiler, sınır ötesi operasyonlara kabul oyu verdi. Rusya-Ukrayna savaşıyla da seçmende dış tehdit ve istikrarsızlık algısı iyice artmış olmalı. Muhalefetin öncelikleri ise daha çok iç siyasete odaklı, dış siyasete ilişkin ve askerin yeni rolüne dair muhalefetin belirsiz açıklamalarının seçmende karşılık bulduğunu söylemek güç. Bir bakıma seçmen, ordusu yurtdışında varlık gösteren büyük Türkiye hayalini depremzedeye çorba dağıtan askere tercih ediyor. Muhaliflerin, atılan bir füzenin maliyetiyle alınabilecek battaniye veya çadır sayısını karşılaştırarak kaynakların etkin kullanımına yönelik çağrılarının da seçmende karşılık bulup bulmayacağını ilerleyen günlerde göreceğiz.