[voiserPlayer]
28 Mayıs 2023 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri sonucunda, en azından muhalefet nezdinde, Erdoğan’ın beklenmeyen kesin zaferi bir şok etkisi yarattı. Ekonomik krize ve artan otoriterleşmeye rağmen Erdoğan’ın seçimi kazanması birçok farklı tartışmayı körükledi. Bu tartışmalardan kanımca en mühimi, Erdoğan’ın yeni döneminde izleyeceği politik iktisadi yol üzerinde şekillenmektedir. Kimi yorumcular, Erdoğan’ın bu yeni döneminde politik iktisat anlamında yumuşayabileceği, daha ılımlı bir tavır izleyebileceği hakkında tahminlerde bulundular.[1]
Mehmet Şimşek ile görüşüldüğü ve yeni dönemde ekonominin dümeninin ona devredileceği hakkında düşen haberler[2] de, bilhassa Erdoğan’ın son dönemine damgasını vuran “heterodoks” iktisat politikalarından ayrılınabileceği hakkında bir ipucu olarak değerlendirildi. Hatta, özellikle sosyal medyada birçok kullanıcı Mehmet Şimşek’in gelmesiyle ekonominin yeniden rayına oturacağı hakkında son derece ütopik yorumlarda bulunmaktaydılar. Peki, yeni dönemde Erdoğan cidden politik ve iktisadi anlamda nispeten ılımlı bir tavır izleyebilir mi? Yazı, politik ve iktisadi alanlara aynı anda ışık tutma hedefine sahiptir, zira kanımca Erdoğan’ın izleyeceği yolu anlarken bu iki alanı aynı kefede değerlendirmek zaruridir.
Erdoğan’ın mutedilleşme olasılığını tartışmadan önce ufak bir politik ve iktisadi teorik çerçeveye başvurulması gerekiyor. Şüphesiz ki iktisat alanında en sık sorulan sorulardan birisi, “neden bazı ülkeler kalkınamıyor?”dur. Bu soru, otoriter rejimler bağlamında sorulduğunda daha da ilginçleşir. Neden çoğu otoriter rejim ülkesini daha zenginleştirecek, halkına daha müreffeh bir yaşam sunacak bazı basit ekonomik reçeteleri dahi uygulamaktan çekinir? Eğer otoriter rejim altındaki bir ülke daha zenginleşirse, sonuçta bu, rejimin yöneticilerinin de işine gelmez mi? Zira, artan vergi gelirleri sayesinde yöneticiler de daha iyi arabalara ve uçaklara binemezler mi? Neden çoğu zaman, iktisadi kalkınma, nispeten kapsayıcı siyasi kurumlara sahip ülkeler de gözlemlenir?[3]
Yüksek kaliteli ekonomik büyüme (high-quality growth)[4], yani teknoloji ve inovasyona dayalı iktisadi büyüme süreci uzun vadede ülkenin refahını arttırır, fakat bu büyüme süreci, kazananların yanında kaybedenler de yaratır. Bu olgu, Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” olarak adlandırdığı süreçle yakından ilintilidir. İktisadi büyüme ve teknolojik değişim, beraberinde “yaratıcı yıkım” getirir. Yani ekonomik büyüme, her adımda ekonominin üretkenliğini artıran yenileri icat edildikçe eski tekniklerin sürekli eskimesini; yeni inovasyona dayanan sektörlerin, eski sektörleri işe yaramaz hale getirmesini ve böylece onların yerini almasını gerektirir.[5] Acemoğlu ve Robinson, bu yaratıcı yıkım sürecini şöyle betimler:
“Ekonomik büyüme ve teknolojik değişim, beraberinde büyük iktisatçı Joseph Schumpeter’in deyişiyle “yaratıcı yıkım” getirir. Eskiyi yeniyle değiştirirler. Yeni sektörler kaynakları eskilerden kendilerine doğru çeker. Yeni şirketler işi eskilerinin elinden alır. Yeni teknolojiler mevcut becerileri ve makineleri işe yaramaz hale getirir. Ekonomik büyüme süreci ve dayandığı kapsayıcı kurumlar, siyasi arenada ve piyasada kazananlar olduğu kadar kaybedenler de yaratır.”[6]
Hülasa, inovasyona dayalı bir ekonomide ve piyasada, mütemadiyen yeniden kaynak dağıtımı tezahür eder. Her daim, kaynaklar eski teknolojilerden, yeteneklerden ve işletmelerden yenilerine doğru akar. Nitekim yaratıcı yıkım sürecinin kaynakları ve geliri, otoriter yönteciler ve çevresindeki yandaş burjuvaziyi yokusallaştıracak şekilde yeniden dağıtma olasılığı oldukça yüksektir. Zira, piyasalardaki yüksek inovatif bir eğilimin sosyal mobiliteyi arttırması da sıklıkla rastlanan bir durumdur.[7] Yani yaratıcı yıkım süreci mevcut otoriter rejimin sosyo-ekonomik tabanını baltalayabilir ve böylece otoriter rejimin istikrarsızlaştığı, yönetici siyasi güçlerin zayıfladığı bir “siyasi yaratıcı yıkım”[8] sürecini tetikleyebilir. Yeni inovasyonların sahneye yeni siyasi taleplerde bulunan güçlü ekonomik aktörlerle beraber çıkması, tarih boyunca sıklıkla rastlanan bir husustur.[9]
Genellikle bir otoriteryen rejimin partizan kaynak dağıtımı etrafında şekillenen politik ekonomik kökenler üzerine bina edildiği için yaratıcı bir yıkım sürecini baz alan inovatif ekonomik büyüme, rejimin elitlerinin doğal olarak gözünü korkutur. Acemoğlu, Laibson ve List şöyle yazarlar:
“Kuzey Kore bağlamında, örneğin komünist elitler, güçlüler ve ayrıcalıklı bir konumdan faydalanıyorlar. Mevcut lider Kim Jong-Un ve onun yakın çevresi, ekonomiyi açabilir, piyasaların çalışmasına imkân tanıyabilir, vatandaşlarının iş kurmalarına ve teknoloji ithal etmelerine ve Güney Kore ve Batı’yla bağlarını kuvvetlendirmeye başlamalarına izin verebilirler. Bu girişimlerin hepsi ekonomik büyümeyi başlatacak ve milyonlarca Kuzey Koreliyi yoksulluktan kurtaracaktır. Ama bu süreç aynı zamanda yeni liderlerin ortaya çıkmasına izin verecektir -belki de uzun zamandır ülkeyi yoksulluk altında tutan eski liderliğin itibarını sarsacaktır. Kim ve onun ailesi kendi menfaatlerini o sıradan Kuzey Korelilerin önüne koyduğu için ekonomik büyümeyi sağlayacak ekonomik kurumları reforme etmek yerine statükoyu sürdürmeyi tercih etmektedirler.”[10]
Keza, partizan kaynak dağıtım mekanizması, muktedirler için muhalefet odaklarını tolere etmelerinin maliyetini arttırır. Zira, artık siyasal mücadelenin ucunda yatan menfaat ve çıkarlar o kadar yüksektir ki, bu durum iktidar için baskılama (supression) maliyetini düşürür ve iktidarına rakip olabilecek her bir zümreyi doğrudan ekarte etmesi için bir teşvik sunar.[11]
Şimdi Türkiye örneğine dönelim. AKP iktidarının ilk gününden beri partizan kaynak dağıtımına müstenit, yüz milyarlarca dolar değerinde bir kayırmacılık mekanizması inşaa edilegelmiştir. Bu partizan kaynak dağıtımı; gerek özelleştirmeler[12], gerek devlet içi bağımsız denetim mekanizmalarının mütemadiyen özerkliğinin aşındırılması[13], gerek kamu ihaleleri gibi birçok yol ile gerçekleşmektedir. Tabii ki yazının konusu bu olmadığı için bu kaynak dağıtımının anlatımını çok uzun tutmak istemiyorum, zira ortada ciddi anlamda çok fazla ampirik veri mevcuttur.[14] Ben sadece kamu ihalelerinin yürütülüş biçimi hakkındaki bir tane ampirik çalışmayı aktarmakla yetineceğim, zira sadece bu bile, bize nasıl bir partizan kaynak dağıtımının zuhur ettiğini gösterebilir.
Gürakar yaptığı çalışmasında, 2004 ila 2011 yılları arasında imzalanan 49.355 yüksek değerli kamu ihalesinin (yüksek değerden kasıt, her birinin değeri en az 1 milyon TL’dir) yüzde 38’ini AKP ile doğrudan bağlantılı firmaların aldığını, yüzde 45’iniyse çoğunlukla AKP ile gayri resmi bağlantıları olan (belediyeler, yerel şubeler vb. aracılığıyla) “yerli firmalar”ın aldığını tespit etmiş ve böylece AKP’nin ilk döneminden beri olan partizan kaynak dağıtımı mekanizmasını ampirik olarak gözler önüne sermişti.[15] Uzun lafın kısası, AKP iktidarı bu partizan kaynak dağıtımı üzerinde yükselebilmiştir. Hatta, Esen ve Gümüşçü’nün gösterdiği gibi, AKP’nin otoriterleşmesinin arkasındaki temel sebep AKP’nin yüz milyarlarca dolarlık kaynak dağıtımı ve bu bağlamda şekillenen sınıflar arası koalisyonun, serbest seçimler aracılığıyla iktidardan ayrılma maliyetini arttırması ve bunun sonucu olarak da iktidara rakip odakları hoşgörme maliyetinin artmasıydı.[16]
AKP’nin nezdinde iktidarın tehlikeye girmesi sadece meclisin çoğunluğunun veyahut hükümet üzerindeki kontrolünün tehlikeye girmesi demek değildir, bu eşi benzerine nadir rastlanan partizan kaynak dağıtım mekanizmasının da beraberinde tehlikeye girmesi anlamına gelmektedir. Bu sebepten dolayı, iktidarlarını tehdit eden bir muhalif zümreye, demokratik bir rejimde rastlanandan çok daha farklı ve sert bir tepkiyle karşılık vermesi olasıdır.
Tüm bu olgular göz önünde tutulduğunda AKP ve Erdoğan’ın bu yeni dönemde yepyeni bir sayfa açma ihtimali nedir? Zanımca cevap net: aşırı düşük hatta sıfır. Mehmet Şimşek ekonomiden sorumlu hale gelse de yaratıcı yıkımı teşvik edecek ekonomi politikaları uygulaması, tamamiyle partizan kaynak dağıtımı üzerine müstenit bir otoriteryen rejimin çıkarına mıdır? Şimşek, inovasyonu, verimliliği ve yaratıcı yıkımı teşvik eden politikalar uygularsa o zaman AKP kendi eliyle, kendi sosyo-ekonomik tabanına dinamit bağlamış olacaktır. Bu senaryoda, yaratıcı yıkım süreci için teşvik sağlayan ekonomik politikalar, eşzamanlı olarak elde edilen geliri ve gücü AKP iktidarına yakın yandaş burjuvaziyi fakirleştirecek şekilde yeniden dağıtabilir.
Öyle ki, şuan Türkiye ekonomisinde inovatif eğilim ve verimlilik artışının (yani TDF) yüzde 0 hatta eksi rakamlarda olduğu göz önünde bulundurulursa[17], azıcık yeni teknolojiler benimseyen ve inovatif eğilime sahip olan müteşebbislerin ortaya çıkışı bile Türk ekonomisindeki çoğu aktörü kolaylıkla oyun dışı bırakır. Bu yeni bağımsız aktörlerin ortaya çıkışının, yukarıda bahsedilen bir “yaratıcı siyasi yıkım” sürecini tetikleme ve kartları yeniden dağıtma ihtimalinin epey yüksek oluşu; mevcut iktidarın neden bu minvalde verimlilik ve inovasyonu teşvik eden politikalardan kaçınmak isteyeceği hususunda net bir cevap sunabilir. İnovasyon ve teknolojik değişime dayalı olmayan bir ekonominin de kaliteli bir ekonomik büyüme yakalama ihtimalinin son derece düşük olduğu açıktır.[18]
Peki, en azından siyasal açıdan iktidar daha ılımlı bir yol izleyemez mi? Teorik açıdan bu, otoriteryenleşme-baskılama (supression) maliyetinin azalıp[19], rakipleri tolere etme maliyetinin artması anlamına gelir. İfade edildiği gibi iktisadi olarak kayırmacılıkla çok fazla kaynak dağıtımı sağlayan bir iktidar, doğal olarak rakiplerini bastırmaya meyillidir, zira kaybedecek çok şeyi vardır. Bu yeni dönemde partizan kaynak dağıtımının da sönümlenebileceği hakkında hiçbir somut gösterge yoktur.
Bu bağlamda ifade edilebilir ki ılımlılaşma söylemi hiçbir somut dayanağı olmadan havada kalmaktadır. Şu da doğru ki bu tip söylemler iktidara duyulan sempatiden ziyade çaresizlikten ve insanların kendilerini avutmaya çalışmalarından dile getirilmektedir. Fakat yine de bu avutma eyleminden ziyade neden AKP’nin seçimi kazandığı üzerinde düşünmek ve bu bağlamda muhalefetin başarısızlığı hakkında çeşitli eleştiriler getirmek, uzun vadede şüphesiz ki bireyin kişisel hak ve hürriyetleriyle refahı için daha faydalı olacaktır.
Dipnotlar:
[1] Mesela, The Economist böyle bir ihtimal üzerinde duruyor: https://www.economist.com/leaders/2023/05/31/how-to-make-the-re-election-of-recep-tayyip-erdogan-less-bad-news?utm_campaign=later-linkinbio-theeconomist&utm_content=later-35543266&utm_medium=social&utm_source=linkin.bio
[2] Reuters ve Bloomberg gibi birçok önde gelen haber kaynaklarına göre Mehmet Şimşek’in ekonominin iplerini eline alması kesin.
[3] Daron Acemoğlu, James Robinson, Ulusların Düşüşü, 2014; demokratik olmayan bir rejimden, demokratik bir rejime geçiş ve bu süreçte gerçekleşen demokratikleşme kısa vadede bile ekonomik büyümeyi görünür bir biçimde arttırmaktadır. (bknz: Acemoğlu, Daron, Naidu, Suresh, Restrepo, Pascual and Robinson, James A. “Democracy Does Cause Growth”, Journal of Political Economy, Vol. 127(1), pp. 47-100) Ayrıyeten, kurumlar ve ekonomik performans için bknz: Douglas North, Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, 2002, S. 137-182.
[4] Yüksek kaliteli ekonomik büyümeden kasıt, toplam faktör verimliliği (TFP) artışı bağlamında şekillenen iktisadi büyümedir. Kaliteli ve kalitesiz ekonomik büyümenin Türkiye üzerinde anlizi için bknz: Acemoglu, Daron & Üçer, Murat, 2019. “High-quality versus low-quality growth in Turkey: Causes and consequences. Ayrıyeten Robert Gordon, TFP’nin inovasyon ve teknolojik değişim hakkında en güvenilir gösterge olduğunu yazar. (Robert J. Gordon, The Rise and Fall of American Growth, 2017, S. 546.)
[5] Yaratıcı Yıkım ve Schumpeterian büyüme modeli için bknz: Charles I. Jones, Dietrich Vollrath, Introduction to Economic Growth, 2013, S. 119-132; Aghion, Philippe, Ufuk Akcigit, and Peter Howitt. “The Schumpeterian Growth Paradigm.” Annual Review of Economics 7 (2015): 557–75.
[6] Daron Acemoğlu, James Robinson, Ulusların Düşüşü, 2014, S. 59
[7] AGHION, PHILIPPE, UFUK AKCIGIT, ANTONIN BERGEAUD, RICHARD BLUNDELL, and DAVID HEMOUS. “Innovation and Top Income Inequality.” The Review of Economic Studies 86, no. 1 (306) (2019): 1–45.
[8] Daron Acemoğlu, David Laibson, John A. List, Makroekonomi, 2020, S. 183.
[9] Mesela, yeni dünyanın keşfi sonrasında, İngiltere’de, yeni dünyadaki ticari aktivitelerle beslenen kraliyetten bağımsız bir burjuva sınıfının ortaya çıkışı, şüphesiz ki 1688 Devrim’ine giden yola katkı sağlamıştır. (Daron Acemoğlu, James Robinson, Ulusların Düşüşü, 2014, S. 73-4) Ayrıca Dahl şöyle yazar: “Piyasa kapitalizmi sosyal ve politik sonuçları dolayısıyla da demokrasi için elverişlidir. Genel olarak eğitim, özerklik, bireysel özgürlük, mülkiyet hakkı, hukukun üstünlüğü ve hükümete katılım isteyen mal sahiplerinden meydana gelen geniş bir orta tabaka yaratır. İlk olarak Aristo’nun söylediği gibi, orta sınıflar demokratik düşüncenin ve kurumların doğal müttefikleridir.”(Robert A. Dahl, Demokrasi Üzerine, 2021, S. 183)
[10] Daron Acemoğlu, David Laibson, John A. List, Makroekonomi, 2020, S. 183.
[11] Waldner, David, and Ellen Lust. “Unwelcome Change: Coming to Terms With Democratic Backsliding.” Annual Review of Political Science, vol. 21, no. 1, Annual Reviews, May 2018, pp. 93–113.
[12] Örneğin özelleştirmelerin yapılış şekli hususunda enerji sektörü yol gösterebilir. 2001 krizi sonrası enerji sektörünün ve elektrik dağıtımının özelleştirilmesi kararı alınmıştı ve bu da AKP yanlısı iş adamları için oldukça kazançlı bir sektör haline dönüşecekti. AKP döneminde elektrik dağıtımı ihalelerin ezici çoğunluğunu AKP ile doğrudan bağlantılı firmalar kazanmış ve onlar elektrik dağıtımını üstlenmişlerdi. Özcan ve Gündüz’ün saptadığı gibi 2002-2013 arasındaki 20 elektrik dağıtım ihalesinin 16’sı AKP ile doğrudan bağlantılı firmalara verilmişti. Özcan ve Gündüz’ün yine tespit ettiği gibi 2003-2007 arası gerçekleşen gaz dağıtımının özelleştirmesinde doğrudan AKP ile bağlantısı olan şirketler, 19 büyükşehrin 15’inde gaz dağıtımını kamudan devralmıştı. (G. B. Özcan and U. Gündüz, ‘Energy privatisations, business-politics connections and governance under political Islam’, Environment and Planning C: Government and Policy, 33(6), 2015, pp. 1714–1737.)
[13] Ayşe Buğra, Osman Savaşkan, Türkiye’de Yeni Kapitalizm, 2021, S. 125-130; Esra Çevik Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 86-106.
[14] AKP dönemi partizan kaynak dağıtımı ile burjuvazi inşaası hakkında kaspamlı ve öz bir çalışıma için bknz: Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Building a Competitive Authoritarian Regime: State–Business Relations in the AKP’s Turkey.” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, vol. 20, no. 4, Informa UK Limited, Nov. 2017, pp. 349–72.
[15] Esra Çevik Gürakar, Kayırma Ekonomisi, 2019, S. 135-150.
[16] Esen, Berk, and Sebnem Gumuscu. “Why Did Turkish Democracy Collapse? A Political Economy Account of AKP’s Authoritarianism.” Party Politics, vol. 27, no. 6, SAGE Publications, May 2020, pp. 1075–91.
[17] Dünya Bankası’nın hesaplamalarına göre 2007-2017 arasında TFP büyüme oranı 0’ken, Acemoğlu ile Üçer’in hesaplamalarına göre eksi rakamlıdır. Bknz: Acemoglu, Daron & Üçer, Murat, 2019. “High-quality versus low-quality growth in Turkey : Causes and Consequences.
[18] En basitinden Solow büyüme modeli bunun gösterir niteliktedir.
[19] Tabii aslında karşısındaki muhalefeti bastırma eğilimi sadece otoriteryen iktidarlara özel değildir; iktidar kavramının ve iktidar ilişkilerinin kendisiyle ilgilidir. Neredeyse her siyasi iktidar, kendine karşı muhalefeti ve mevcut direnişi zayıflatmaya ve ekarte etmeye eğilimlidir ve otoriterleşmeye yatkındır. Bu demokrasiden faşizme kadar olan bir olgudur. Fakat demokratik rejimlerin farkı ise muhalefet etkisiz hale getirilmeye çalışılırken hangi yöntem ve metotlara başvurulmaması gerektiğinin garanti altına alınmaya çalışılmasında yatar. Pareto’nun dediği gibi demokrasilerde güç kullanma tehdidi ikinci plana itilirken, parti mekanizmaları kanalıyla ödüllendirme ve manüplasyonlar öne çıkar. (Vilfredo Pareto, The Mind of Society, S. 1589-1590) Doğal olarak eğer bir ülkede demokrasi gerilerse (veya bilinçli şekilde geriletilirse) de demokrasilerde muhalefeti etkisiz kılma metodları yerine (manipülasyon gibi) totaliter devletlerdeki gibi polisiye ve askeri yöntemler öne çıkacaktır.
Fotoğraf: Wolf Zimmermann