Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    • Destek Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
      • Kitap Yorum
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • ABD Gündemi
      • Avrupa Gündemi
    • daktilo2
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Z Kuşağı Neden Seviş(e)miyor?
    daktilo2

    Z Kuşağı Neden Seviş(e)miyor?

    Umut Dağıstan2 Kasım 20259 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Z kuşağı… Akıllı telefonun ekranında ilk gülümsemesini veren, TikTok’un hızlı ritminde kimliğini inşa eden, Tinder’ın sonsuz kaydırmalarında tesadüfleri tanıyan, “ghosting”i aşkın bir parçası sanan, ekranların soğuk ve titrek ışığında olgunlaşan bir kuşak. Modern çağın bu dijital çocukları, dünyayı parmak uçlarında büyütürken kendilerini gitgide daha çok yalnızlıkla çevrili buldular. Ve şimdi, onların üzerine yapışan yeni bir etiket daha var artık: “seks yapmayan kuşak.” Bu yalnızca bir söylenti ya da magazin başlığı değil ama, istatistiklerin arkasında, insan ilişkilerinin dokusuna işlenmiş derin bir dönüşüm var.

    CDC’nin 2021 verilerine göre ABD’de lise öğrencilerinin yalnızca yüzde 30’u cinsel ilişki yaşamış, oysa 1991’de bu oran yüzde 54’tü. Kinsey Enstitüsü’nün aynı yıl yaptığı araştırma, Z kuşağının dörtte birinin hâlâ partnerli seks deneyimlemediğini ortaya koyuyor. General Social Survey (GSS) verileri ise 18–29 yaş aralığındaki gençlerde cinsel perhiz oranının son yirmi yılda yüzde 15’ten yüzde 28’e yükseldiğini söylüyor. Sayılar suskun ama çarpıcı, arzunun yerini mesafe, yakınlığın yerini tereddüt alıyor gibi.

    Üstelik bu veriler yalnızca Amerika’ya özgü değil. İngiltere’nin NATSAL çalışması, 2001-2012 arasında gençlerin cinsel etkinliğinde belirgin bir düşüş saptıyor. Japonya, Finlandiya, hatta Türkiye gibi toplumlarda da benzer sessiz bir “soğuma” yaşanıyor. Peki neden? Neden insanlık, binlerce yıldır sanatın, edebiyatın ve varoluşun merkezine yerleşmiş olan cinselliğe karşı böylesine temkinli, ilgisiz ya da yabancı hale geldi? Bu sorunun cevabı, belki de modern çağın en derin çelişkilerinden birinde saklı. Her şeyin erişilebilir olduğu bir dünyada, hiçbir şeye dokunamamanın ironisinde.

    Cevabın izini sürmek için bakmamız gereken ilk yer, cebimizdeki ekranlar olmalı muhtemelen. Her an elimizin altında parlayan bu küçük dikdörtgenler, yalnızca zamanı değil, arzunun ritmini de yeniden biçimlendiriyor. Jean Twenge’nin iGen (2017) kitabında altını çizdiği gibi, akıllı telefonlar sosyal yaşamın sınırlarını dönüştürmekle kalmadı, dokunma arzusunun, karşılaşmanın ve merakın dokusuna da müdahale etti. 2010’lardan itibaren dijital dünya, fiziksel dünyanın karmaşık, yorucu ve kimi zaman incitici ilişkilerinden çok daha güvenli bir sığınak haline geldi. Bunlar boşuna değildi, zira bir ekranın ardında reddedilme korkusu yoktur, yalnızca kaydırma hareketiyle başlayan ve aynı hızla biten sanal ihtimaller vardır. Tinder, Bumble ve benzeri uygulamalar, flörtü kolaylaştırmak bir yana, duygusal deneyimi algoritmaların matematiğine indirgedi.

    Z kuşağı flört ediyor ama dokunmuyor, konuşuyor ama buluşmuyor, bazen konuşmuyor bile, yalnızca yazıyor, bekliyor, siliyor ve siliniyor. The Atlantic’in 2018 tarihli “Why Are Young People Having So Little Sex?” başlıklı makalesinde Kate Julian’ın dikkat çektiği gibi, bu yalnızca arzunun kayboluşu değil, yakınlığın anlamının yeniden yazılmasıdır. Ekranlar, tenselliği bir görüntüye, arzuyu bir bağlantı sinyaline dönüştürdükçe, pornografi ve dijital erotizm, gerçek teması hem gereksiz hem ürkütücü hale getiriyor. Artık bedenler birer simge, dokunuş bir tehdit, sessizlik ise bir konfor alanı haline geliyor belki de. Cinsellik, insana dair en kadim dürtülerden biri olmaktan çıkıp, modern çağın steril yalnızlığında yankılanan bir anıya dönüşüyor.

    Kabul edelim ki internet, başlangıçta arzunun en demokratik biçimini vaat ediyordu. Herkese açık bir vitrin, sonsuz seçenekler, sınırsız erişim… Dilediğini seç, dilediğin kadar izle, dilediğin anda sil. Arzunun özgürleştiği, tabuların çözüldüğü bir çağ gibi görünüyordu bu. Ancak elbette bunun bir maliyeti olacaktı. Bu bolluk, hiç de paradoksal olmayan biçimde yoksunluk yarattı sonunda. Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir evrende, arzu artık beklemenin değil, tüketmenin bir işlevine dönüştü.

    Gençler cinselliği bir deneyim olarak değil, bir performans olarak içselleştiriyor; sahnelenen, ölçülen ve değerlendirilen bir oyun gibi yaşıyorlar. Pornografi, artık bedeni değil beklentiyi biçimlendiriyor. Arzunun yönünü değil, ölçüsünü belirliyor. Kinsey Enstitüsü araştırmacıları, genç erkeklerde erektil disfonksiyon oranının 2000’lere göre üç kat arttığını, bunun da “performans anksiyetesi” ve pornografik beklentilerle ilişkili olduğunu belirtiyorlar. Kadınlarda da tablo farklı değil: “kusursuz beden”, “kusursuz haz”, “kusursuz an” gibi imgeler, gerçekliğin kusurlu ama dokunaklı doğasını gölgede bırakıyor. Cinsellik, özgürlüğün değil yeterliliğin ölçüsüne dönüşünce, sonuç belki de zorunlu olarak kaçınma oluyor. Z kuşağı cinselliği tüketiyor ama yaşamıyor. İzliyor, değerlendiriyor, hatta puanlıyor ama hissetmiyor.

    Konuya getirilen bir başka açıklama ise çağın görünmez salgınında saklı, ruhsal sağlık krizinde. Dünya Sağlık Örgütü verileri, 2020’lerden itibaren 15-24 yaş arası bireylerde anksiyete ve depresyon oranlarının tarihte hiç olmadığı kadar yükseldiğini gösteriyor. Harmony Healthcare IT’nin 2023 Eylül anketine göre, Z kuşağının yüzde 61’i anksiyete teşhisi almış durumda. Bu oran yalnızca bir istatistik değil, sessiz, kolektif bir yorgunluğun işareti.

    Modern yaşamın sürekli bağlantı halindeki yalnızlığı, kimlik performanslarının baskısı, başarı ve görünürlük takıntısı, belli ki genç zihinleri tüketiyor. Ve cinsellik, doğası gereği en savunmasız, en çıplak, en insani etkileşim biçimi, bu zihinsel yükün altında eziliyor. Yakınlık, artık yalnızca bir risk değil, bir tehdit gibi algılanıyor. Zihin bu kadar gürültülüyken, beden belki de çareyi sessiz kalmakta buluyor. Belki de bu kuşağın asıl trajedisi, arzunun azalması değil, onu hissedebilmek için gerekli dinginliğin çoktan yitmiş olması.

    Üstelik #MeToo sonrası dönemde cinsellik, artık yalnızca bir eylem değil, bir etik sınav halini aldı. Arzunun kendisi bile şüpheyle, dikkatle tartılır oldu. Rıza, güç, güvenlik, sınır gibi kavramlar, ilişkilerin duygusal haritasına yeni bir gerilim çizgisi ekledi. Artık flört, yalnızca iki insanın birbirine yaklaşması değil, bir dizi sözel onay, duygusal teminat ve kültürel farkındalık sürecine dönüşmüş durumda. Bu, bir tür “post-eros” çağı… Arzunun içgüdüselliğini temkinin süzgecinden geçiren, dürtüyü düşünceye, spontane tutkuyu denetime çeviren bir çağ. Yanlış anlaşılma korkusu, temasın sıcaklığından daha baskın hale geldi. Artık birçok genç, “yanlış bir kelime”, “yanlış bir bakış” ya da “yanlış bir temas”ın olası sonuçlarından çekinerek, duygusal yakınlığı risk olarak görüyor. Arzunun yerini dikkat alıyor, cesaretin yerini ihtiyat, içgüdünün yerini analiz. Eros artık fısıldamıyor, çünkü herkesin kulağında aynı yankı var: “Dikkat et.”

    Ekonomik belirsizlik ise bu sessiz geri çekilmenin ikinci perdesini oluşturuyor. LA Times’ın 2023 tarihli “A Failure to Launch: Why Young People Are Having Less Sex” başlıklı makalesinde belirtildiği gibi, “başlayamama sendromu” günümüz gençliğinin yaygın bir deneyimi haline geldi. Artık daha fazla genç ailesiyle yaşıyor, bağımsızlık yaşının eşiği ileriye öteleniyor. Maddi özgürlük ertelendiğinde, duygusal özgürlük de askıya alınıyor haliyle. Cinsellik, bireysel alanla, kendi hayatının sınırlarını çizebilme cesaretiyle yakından ilişkilidir, oysa Z kuşağının büyük bir kısmı hâlâ çocukluğunun duvar kâğıtları arasında, ailesiyle aynı çatı altında nefes alıyor. Böyle bir dünyada yoğun bir cinsel hayat beklemek, yalnızca istatistiksel değil, duygusal olarak da gerçekçi değil elbet. Çünkü arzunun filizlenmesi için önce bir alan gerekir.

    İşin bir de yeni muhafazakârlık boyutu var. Ya da bunun yeni bir biçimi. Zira Z kuşağını anlamak için eski kavramlar artık yetersiz kalıyor. Bu kuşak, önceki nesillerin kalıplarına ne benziyor ne de onlardan tamamen kopuyor. Ne dindar bir kuşak bu, ne de geleneksel ahlakın baskısı altında şekillenmiş bir topluluk. Onlar, kendi sınırlarını kendileri çizen, bedeniyle ve arzularıyla yeni bir ilişki kuran bir kuşak. “Seks istememek” artık bir eksiklik değil, bir duruş onların tarifiyle. The Guardian’ın 2024 tarihli analizinde belirtildiği gibi, gençler için cinsellik artık özgürleşmenin değil, duygusal riskin, kırılganlığın, hatta yıpranmanın sembolü. Bu yeni muhafazakârlık, eski türden bir korkunun değil, modern bir bilincin ürünü gibi görünüyor. Artık “hayır” demek, bir savunma refleksi değil, özsaygının, özdenetimin ve bireysel sınır bilincinin bir ifadesi.

    Bu kuşak, arzudan çok huzuru, deneyimden çok dengeyi, tesadüften çok güvenliği arıyor. Reddetmeyi, kayıtsızlıktan değil, kendini koruma içgüdüsünden öğreniyor. Ve evet, bu yeni tavrın olumlu sonuçları da var; genç gebelik oranları azalıyor, cinsel yolla bulaşan hastalıklar geriliyor, duygusal farkındalık artıyor. Fakat her tercih gibi bunun da bir bedeli var. Duygusal bağlar yüzeyselleşiyor, yalnızlık oranları yükseliyor, insanlar birbirlerine temas etmeden yakın olmanın yollarını arıyor. Dijital dünyada mesafeler azalsa da bedenler arasında görünmez bir duvar örülüyor.

    Z kuşağı, arzuyu bastırmıyor belki de, yalnızca onu yönetmek, dizginlemek istiyor. Fakat belki de asıl mesele burada yatıyor, arzuyu disipline etmeye çalışırken, onun insana dair özünü, yani kendiliğindenliğini kaybediyor. Bu “yeni muhafazakârlık”, bir yasaklar zinciri değil, bir korunma stratejisi. Ama bazen insanın kendini korumaya çalışırken, en çok kendinden uzaklaştığını hatırlatıyor.

    Medya, bu dönüşümü genellikle bir “kriz” olarak tanımlıyor; sex recession, yani cinsel durgunluk. Peki bu dönüşüme başka bir açıdan bakılamaz mı? Belki de ortada bir kriz yok.  Belki de bu bir çöküş değil, bir evrim. Seksin anlamı, tıpkı aşk, kimlik ve aidiyet gibi, 21. yüzyılın kültürel kodlarıyla yeniden yazılıyor olabilir. Arzu, artık dokunuşta değil, temsilde, imgede, görünürde yaşıyor olabilir. “Gerçek” bir ilişki, görece filtrelenmemiş bir karşılaşma gerektirir, oysa Z kuşağının yaşamı baştan sona filtrelerle dolu. Her kare, her kelime, her duygu bir süzgeçten geçiyor orada. Bu yüzden fiziksel temas artık doğal bir refleks değil, neredeyse nostaljik, tarihsel bir jest.

    Z kuşağının daha az seks yapması, belki de bir tür sessiz başkaldırı. Kapitalizmin her arzuyu bir ürüne, her duyguyu bir tüketime dönüştürdüğü bir çağda, cinselliği reddetmek, arzuyu piyasadan çekmek, bir “anti-tüketim” jesti olabilir mi? Kim bilir! Eğer bu bir direnişse, bu direnişin bir bedeli de yok değil ama. Momentum Worldwide’ın 2024 raporuna göre, Z kuşağının yüzde 73’ü kendini “duygusal olarak yalnız” hissediyor. Bağ kurma biçimleri değişiyor, ama bağın kendisi inceliyor. Seksin azalışı, yalnızca fiziksel temasın yokluğu değil, duygusal yakınlığın, karşılıklı açıklığın da azalması anlamına geliyor. Kimilerine göre belki bu bir kayıp değil, ama kesinlikle bir dönüşümün sancısı.

    Türkiye’de bu konuya dair doğrudan veriler sınırlı olsa da, 2023 Türkiye Gençlik Araştırması (TGA-2023)’nın bulguları da sessiz bir dönüşümün izlerini taşıyor. 15-24 yaş arası gençlerde cinsel deneyim oranı azalırken, pornografi tüketimi ve dijital flört platformlarının kullanımında belirgin bir artış gözleniyor. Gençler, mahremiyetle kurdukları ilişkiyi iki uç arasında yaşıyorlar sanki, ya tamamen saklı bir alan yaratıyorlar kendilerine ya da tümüyle sergilenmiş, kamusal bir teşhire dönüştürüyorlar bunu. Türkiye’de Z kuşağı, toplumsal baskı ile küresel dijital kültürün ortasında bir denge kurmaya çalışıyor gibi, arzuyu ifade etmek yasak değil ama riskli, yaşamak serbest ama maliyetli.

    Z kuşağı, kabul edelim, bedenden çok zihinle yaşayan bir kuşak. Onlar için temas artık fiziksel bir eylem değil, dijital bir yankı. Dokunmuyorlar ama “like”lıyorlar, sarılmıyorlar ama “story” atıyorlar, göz göze gelmiyorlar ama ekranlar arasında birbirlerine bakıyorlar. Bu davranış biçimleri, eski kuşaklara yabancı, soğuk, belki de mekanik görünebilir. Ama belki de insanlık, arzuyu yönetme biçiminde yeni bir evreye geçmiştir, duygunun hızla dolaştığı ama bedensel karşılığını yitirdiği bir evreye. Arzu, tarih boyunca toplumun ruhunu yansıtan bir ayna olmuştur, bugün o aynada görünen, tutkudan çok yalnızlık.

    Belki de asıl soru, “neden sevişmiyorlar?” değil, “yakınlığı neden yeniden tanımlıyorlar?” olmalı. Çünkü Z kuşağı için kimilerine göre seks artık bir görev, bir norm, bir ispat değil. Bir seçim, bir tercih. Ve belki de bu tercih edebilme hakkı, insanlığın şimdiye dek ulaşabildiği en özgürlükçü alanlardan biridir. Onlar arzuyu bastırmıyor, sadece yeniden biçimlendiriyorlar. Belki de bu yüzden, bu sessizlik bir kayıptan çok, yeni bir dilin, yeni bir yakınlık biçiminin habercisidir. Kim bilir!

    Dünya Sosyoloji
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikİnşa Cinsiyetler
    Sonraki İçerik Osmanlı’da Okuryazarlık Gerçekten Yüzde 54 müydü? Kemal Karpat’ın Rakamlarının Şifresi

    Diğer İçerikler

    daktilo2

    “Lost in Translation”: Merz’in Türkiye Ziyaretinden Geride Kalanlar

    2 Kasım 2025 Ayşe Yürekli
    daktilo2

    Osmanlı’da Okuryazarlık Gerçekten Yüzde 54 müydü? Kemal Karpat’ın Rakamlarının Şifresi

    2 Kasım 2025 Alper Yağcı
    daktilo2

    İnşa Cinsiyetler

    2 Kasım 2025 Birol Başkan

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Refah Devletlerinin Sonu mu Geliyor?

    31 Ekim 2025 Çeviriler Daktilo1984

    Yapay Zeka Demokrasileri Yıkabilir

    28 Ekim 2025 Yazılar Cem Özen

    Kitap Yorum: Eski Fikirler İçinde Yenilerini Bulmak, Brad Lips

    28 Ekim 2025 Yazılar Selim Yıldırım

    Ahmet Sözen: Kıbrıs meselesinde resmi müzakere sürecinin başlayabilmesi için dışsal dinamiklere de ihtiyaç var

    26 Ekim 2025 daktilo2 Röportajlar Gökhan Korkmaz

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Kasım 2025
    • Ekim 2025
    • Eylül 2025
    • Ağustos 2025
    • Temmuz 2025
    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • daktilo2
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}