Trump Gazze Planını Orta Doğu’ya ebedi barış getirecek bir hamle olarak tanıttı. 20 maddeden oluşan taslak plan İsrail tarafından kabul edildi. İslam dünyası ve Avrupa da gelinen aşamadan memnun.
Hamas ise planı prensipte kabul etmiş görünüyor. Mısır, Katar ve Türkiye de Trump’ın çerçeve metnini destekliyor. Hamas’ın bu şartlarda olumsuz bir kanaat bildirmesi çok zordu. Çünkü böylesi bir olasılık örgüte yönelik tüm yardımların kesilmesine ve bugünküne göre çok daha keskin bir yalnızlaşmaya yol açardı.
Ayrıca savaşı sürdürmek Hamas açısından mümkün mü sorusu tekrar sorulmalı. Örgütün yeni yönetimde yer almaması, askeri ve siyasi gücünü tasfiyesi, yapı içinden ciddi dirençle karşılanacaktır. Burada muhtemelen beklenen olgu, Hamas’ın süreci kabul etmesi ama sahada gereğini tam olarak yapmamasıdır. Örgütün bir sonraki savaşa kadar güç toplaması ve ABD’nin atadığı yeni yönetimin icraatlarını yer altından takip etmesi beklenmekte.
Bu arada konu Hamas’tan açılmışken 7 Ekim saldırılarının Filistin davasına ciddi ölçüde zarar verdiği ve Ortadoğu jeopolitiğini İsrail lehine geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirdiği söylenebilir. Hamas’ın intihar saldırısı bir kez daha ortaya koyuyor ki haklı olmakla başarılı olmak arasında her hangi bir illiyet yok. Başarı için yeterli lojistik, doğru zaman ve doğru strateji en önemli unsurlar. Bu bahsi geçen liste son 2-3 yıldır İsrail karşıtı güçleri zayıflatacak şekilde konumlanmakta.
Planın ayrıntılarını tartışmaya açtığımızda ise şöyle bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz: Trump yönetimi Biden’in Mayıs 2024’de hazırladığı taslağı tekrar eden bir içerik ortaya koymuş durumda. 8 ay içerisinde ateşkes, rehin ve esir takası, mahkumların affedilmesi, Hamas üyelerine af ve sürgün öngörülüyor. Gazze için geçici bir yönetim kurulacak. Trump’ın atayacağı bir vali kenti yönetecek. Bölgenin kalkındırılması taslağın önemli vaatlerinden biri.
Genel kanı İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin giderek Filistin yanlısı bir tutuma kaymasının ABD yönetimini İsrail’i frenleyecek bir adım atma konusunda teşvik ettiği yönünde. İsrail’in Gazze’yi ilhak etmeyeceği ve Filistinlilerin göçe zorlanmayacağına dair hükümler ise kritik. Bu ikisi gerçekten başarılabilirse bir sonraki büyük savaş dalgasına kadar iyimserlik korunacak.
Tarafların yaralarını sarması ve yeni bir başlangıç ortak umut. ABD’nin bölgeye asker göndermeden, İslam ülkelerinden aldığı destekle güvenliği sağlama vaat ve çabası da önemli. Çünkü bölgede ABD karşıtlığı çok yüksek. Amerikan birlikleri zaten çok keskin olan güvenlik risklerini daha da arttıracaktır. Son olarak Filistin devletine değinmek gerek. Bu plan kesinlikle Filistin devleti için bir güvence değil. Bölgenin ve kentin Filistin devletine bırakılması da çok uzak bir geleceğin konusu.
Planın ayrıntılarının arkasındaki siyasal-tarihsel mantık ise son derece çağ dışı. Trump bizi 19. yüzyıl koşullarına geri götürüyor. O dönemlerde büyük güçler sorun yaşayan çevre ülkelerdeki coğrafyalarda veya belli topluluklar üzerinde himaye kurarak barışı tesis etmeye çalışırlardı. Daha açık bir dille yeniden ifade etmek gerekirse ABD’nin Gazze için öngördüğü siyasal model bir manda ve himaye rejimi. İsrail işgali, zorunlu göç ve soykırım seçenekleri arasına sıkışmış Gazze coğrafyası ABD mandasına bırakılıyor. Trump oraya bir vali atayacak. Şimdilik asker göndermiyor. Çünkü güvenliği sağlamanın daha az riskli ve daha ucuz yolları var.
Osmanlı İmparatorluğunun çözülüş sürecinde defalarca karşılaştığımız bir düzenek bu. Belli bir toprak parçasında iç karışıklık veya iç savaş çıkar. İngiltere başta olmak üzere büyük güçler ise o bölgeyi kendi garantilerine alarak ve sivil halka egemen devlet karşısında bazı güvenceler tanıyarak bir himaye rejimi kurar. Büyük gücün himayesine bırakılan toprak bazen açıkça işgal de edilir. İşte kendisini Nobel barış ödülüne layık gören Trump yönetimin barış için bulduğu formül bu.
Bu bağlamda yapılacak son hatırlatma sadece Gazze planı değil, ABD’nin attığı tüm adımların bizi sömürgecilik çağı büyük devletler düzenine geri götürdüğü üzerine olacaktır. Trump, uluslararası hukukun ve örgütlerin olmadığı, devletlerin tek taraflı bir şekilde istediği gibi güç kullandığı bir çağda yaşıyor. Onun başında olduğu devletin uluslararası ilişkilerdeki baskın konumu nedeniyle insanlık da Trump’un peşinden sömürgeci devletler dünyasına zamanda geri dönmüş durumda.