AKP döneminde Alevilerle ilgili iki önemli gelişme yaşandı. Öncelikle 2009-2010 konjonktüründe Alevi çalıştayları düzenlendi. Alevi kanaat önderlerinin görüş ve taleplerini dinleyen hükümet diyalog kapısını açık tutsa da somut adım atmadı. Diyanet’in konumu, zorunlu din dersleri, cemevlerinin statüsü ve ayrımcılık gibi temel tartışma alanlarında hiçbir ilerleme sağlanamadı. Karşılıklı iyi niyetle belli bir seviyeye getirilen Alevi açılımının siyasi iktidarın somut adımlar atmaktan çekinmesi nedeniyle çökmesi, Alevi toplumunun AKP iktidarına olan güvensizliğini arttırdı.
İkinci önemli gelişme 2018’i takip eden süreçte gerçekleşti. Önce İçişleri ile Kültür ve Turizm Bakanlığı gibi bazı merkez kurumların alt faaliyeti olarak başlayan çalışmalar zamanla kurumsal bir niteliğe büründü. 2022’de açılan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı devletin Alevilerle olan ilişkilerindeki en büyük kırılma anı olarak tarihe geçti. Kurucu başkanlığını eski bir CHP’li olan Ali Arif Özzeybek’in yaptığı bu kurum, devletin Aleviliği dini ve kültürel bir topluluk olarak tanımasının ilk adımıydı. Devlet, Cumhuriyet tarihinde ilk defa kamu bütçesinden Alevilerin ihtiyacı için bütçe ayırdı. Cemevlerinin ve dedelerin ihtiyaçları listelendi ve bir ölçüde de karşılandı.
Tabii sessiz bir devrim olarak tarihe geçen bu çabanın bazı ideolojik sınırları vardı. Öncelikle Başkanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlandı. Devletin bu kararı Aleviliği dini bir topluluk olarak değil de, İslam içinde kültürel bir renk (form) olarak gören hakim Sünni bakışın uzantısı niteliğindeydi. Ayrıca Alevilerin eşitlik yönündeki yasal talepleri karşılanmadı. Ne cemevleri ibadethane olarak ilan edildi ne de zorunlu din dersi uygulaması değişti.
Son günlerde ise başka bir hareketlilik yaşanıyor. Devlet Bahçeli’nin ekim ayı içerisinde tarihi bir açıklama yaparak Alevilere yeni haklar verilmesini talep edeceği yaygın şekilde dile getirilmekte. MHP liderinin Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Alevi olsun çıkışı sembolik bir jest olduğu kadar, ileride savunulacak veya söylenecek şeylere dair bir ön alma aslında. Olası bir Alevi açılımının toplumsal birlik, devlet-vatandaş ilişkileri ve temel haklara katkısı ise yadsınamaz.
Geniş bir Alevi kitlesi kendisini Sünniler karşısında öteki olarak görüyor. Bu algının olgusal dayanakları tartışılabilir. Ama kesinlikle ayrımcılık algısının yıkılması gerek. Dahası idare mahkemeleri ve AİHM’de devasa bir dava yüküyle uğraşmak zorunda kalıyor hükümet. Zorunlu din dersi ve cemevlerinin statüsü siyasi iktidarın savunma yapmak zorunda kaldığı konuların başında geliyor. Alevi açılımının terörsüz Türkiye adıyla yürütülen ikinci çözüm süreci için ek bir kolaylık sağlayacağını öngörebiliriz. Çünkü Kürtlerin bir kısmı Alevi. Alevilerin tanınma hakları siyasal sosyolojik iklimi daha da yumuşatacaktır.
Alevi açılımının din-devlet ilişkilerine yönelik gerçek bir paradigma kırılmasına yol açma ihtimali de var elbette. Ama siyasi iktidar din ve devletin tümüyle birbirinden ayrılması ve dolayısıyla Batı standartlarında bir laikliğe çok sıcak bakmıyor. Zaten böyle bir şey Diyanet İşleri Başkanlığının devlet kurumu olmaktan çıkarılmasını gerektirir. Bu arada sadece AKP değil, CHP de böylesi bir zihinsel devrime karşı. Türkiye’deki ana akım partilerin tamamı devletin din kurumuna kaynak sağlamasını, hatta dini örgütlenmeye bilfiil yardımcı olmasını doğru buluyor. Belki de bu nedenle Alevilerle ilgili ilk önemli adım Alevi topluluğunun ihtiyaçlarını karşılayacak bir devlet kurumu kurulmasıyla sonuçlandı.
Bu baskın çizginin devam edeceğini varsayarsak siyasi iktidar ve (veya) MHP’den gelen ilk öneri Alevi-Bektaşi Başkanlığının devlet içindeki önemi ve ağırlığının arttırılması olabilir. Bu kurumun Cumhurbaşkanlığına bağlanması ve anayasal statüye kazandırılması, devletçi bakışın elindeki en önemli kozlar. Tabii bu yapılırken İslam içi bir tartışmaya yol açmamak lazım. Alevi-Bektaşi Başkanlığının bir tür Alevi Diyaneti gibi örgütlenmesi Aleviliğin devletleştirilmesi bakımından Alevi sivil toplum örgütlerinin tepkisine yol açabilir. Ayrıca ülkedeki geniş Sünni kesim, Diyanet İşleri Başkanlığının ülkedeki tüm Müslümanların ortak kurumu olduğu konusunda ısrarcı. Alevi-Bektaşi Başkanlığının statüsünün ve görev alanının Diyanet’e eşitlenmesi İslam birliği tartışmalarını körükler. Bu noktada hassas bir denge var. Devletçi laiklik paradigması gereği Alevilerden sorumlu kurumu güçlendirmek lazım. Ama bu yapılırken Sünni ve Aleviler için iki ayrı Diyanet anlamına gelecek bir siyasal inşa süreci de riskli.
Benzer bir statü ve tanınma sorunu cemevleri için de geçerli. Aleviler cemevlerinin ibadethane olarak tanınmasını istiyor. Siyasi iktidar ise bu talebe şu ana kadar olumlu yanıt vermedi. Yeri gelmişken hatırlatalım. Türkiye’de genel bir ibadethane kanunu yok. Çeşitli yasalarda ibadethane ifadesi geçmekte. Bazen ise ibadet yerinden ne kast edildiği açıkça sayılarak belirtiliyor. Mesela camii, mescit, kilise, sinagog birer ibadethane Türk kanunlarına göre. Cemevlerinin ayrıca ibadet yeri olarak sayılmasının İslam birliğine zarar vereceği ön yargısı veya kaygısı Sünni kesim içinde oldukça güçlü. Cemevlerini bir kültür evi olarak görmenin Alevi kesimlerce aşağılanma olarak kabul edildiği de açık. Çarpışan bu iki bakış açısı için de bir ara formül gerekiyor. Bu noktada sıklıkla dile getirilen argüman cemevlerine ibadethane statüsü vermeden ibadet yeri haklarından yararlandırmak. Bu kurumlar için inanç merkezi/yeri gibi sıfatlar kullanılabilir. Ancak Alevi toplumu için cemevi ibadethane. Onu kültür merkezi olmaktan çıkarıp inanç merkezi haline getirmek önemli olsa da yetersiz.
Son olarak daha kadim meselelere değinilebilir. Tekke ve Zaviyeler Kanunu nedeniyle eski dergahlar kapalı. Ayrıca zorunlu din dersine karşı çıkan epey sayıda kişi var. Ancak bu iki hususta, yani tarikat yasağı ve zorunlu din dersi gibi hararetli alanlarda uzlaşıya varmak ve herkesi tatmin edecek bir çözüm bulmak imkansız. Dergah, tarikat, din dersi gibi meseleler için çok yüksek düzeyde bir toplumsal mutabakat gerek. Aksi taktirde kırılganlık ve karşılıklı güvensizlik daha da artacaktır. Siyasi iktidarın bu tür tartışmalara girmeyeceğini, en az maliyetle temel haklara yeni güvenceler sağlayacağını öngörebiliriz.