[voiserPlayer]
*Makalenin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Çevirmenin Önsözü
Sona kalma korkusunun, insan psikolojisindeki yerinin yanısıra siyasal davranışı etkilemesi bakımından önemine dikkat çeken bu kısa çalışmanın, iktisadî ve sosyal bilimlerin, kanımca pek de üzerinde durulmayan kesişim noktalarına dokunduğunu görmem, bende çalışmanın çevirisini yapma isteği uyandırdı. İnsanoğlunun, safî maddi yönü ağır basan menfaatçi eğilimlerinin ötesinde bir yönünün bu yazıda yakalandığı düşüncesindeyim. Yazarın da esinlendiği bahsi geçen iki iktisatçının çalışmaları bize, oldukça güçlü olduğunu varsaydığımız para veya mülk odaklı menfaatçilikten, çok daha güçlü olduğu çıkarsanan göreli menfaatçilik olarak tabir edebileceğimiz bir menfaatçiliğin söz konusu olduğunu göstermiştir.
“En yoksul olanlara yardım edilirse, bu sefer ben en alt katmanda kalırım.”
Amerikalı araştırmacılar sona kalma korkusunu, alt sınıfların servetin yeniden dağılımına yönelik politikalara karşı olma nedeni olarak açıklıyor.
Amerikan siyasî yaşamında yaklaşık son on yılda kendini iyiden iyiye gösteren iki önemli çelişki söz konusu. Birinci çelişki, yoksulluğun ve eşitsizliğin artmasına rağmen yürütülen vergi politikalarının bugüne kadar hiç olmadığı düzeyde varlıklı kesimlerin çıkarlarına hizmet ediyor olması. İkincisi ise bu vergi indirimlerinin arkasındaki siyasî güç olan Cumhuriyetçi Parti’nin ciddi bir halk desteği kazanmış olması.
Geçenlerde iki iktisatçı konumu koruma kaygısı olarak adlandırılan çelişkiyi anlamlandırmak için sıra dışı bir görüş ortaya koydular.[1] Ilyana Kuziemko (Princeton) ve Michael I. Norton’a (Harvard) göre, halkın kendi ekonomik çıkarlarına zarar verecek siyasî seçim yapma eğilimini açıklamak için ileri sürülen alışılageldik nedenler yetersiz kalmaktadır. Bu doğrultuda, sorun Marksist pencereden ele alındığında, baskın sınıfın ideolojik egemenliği ve halk tabakasının “bilinçsizliği” öne çıkacaktır. Thorstein Veblen’den esinlenenler genellikle, halk tabakalarının, “Aylak Sınıf”ı ve özellikle de bu sınıfın “gösterişçi tüketimi”ni taklit ederek benzerlerinden sıyrılma eğiliminde oldukları fikri üzerinde durmaktadır. Bazıları da toplumsal sınıf dayanışmasını, o sınıfa dâhil olanlar arasındaki etnik ve ırksal ayrılıkların yok ettiğini düşünmektedir. Konuyla ilgili olarak pek çok Amerikalının aklına sıkça “Horatio Alger” efsanesi gelmektedir. Bu romanın yazarı kitaplarında halk tabakasından kopup gelen bir genç adamın azmi ve emeğiyle nasıl bir servet edindiğini anlatır. Eserde, orta ve alt sınıf, bir gün kendilerinin de bundan bir çıkar elde edeceği umuduyla müreffeh kesimlerin vergilerinin azaltılmasını desteklediğine dair ayrıntılara rastlanır. Ancak, I. Kuziemko ve M.I. Norton konuya bambaşka bir açıklama getirir ve onlara göre insanlar yükselme ve başarma azminden çok, başarısızlık ve tamamen yenilme endişesiyle güdülenmektedir. Bu davranışı iktisatçılar “sona kalma korkusu” (last place aversion) olarak tanımlamaktadır. Bu modele göre iktisadî fayda kavramı mal ve zenginlik biriktirme ve koruma çabasından ibaret olmayıp, kişinin başkalarına göre olan konumunu da kapsar. Örneğin, evimizin büyüklüğünü mutlak bir değer olarak almıyor ve komşularımızın evinin büyüklüğüyle kıyaslayarak evimizin büyüklüğünü hakkında bir fikir yürütüyoruz. Diğer bir deyişle, kendimizi başkalarıyla kıyasladığımızda hissedilmesi muhtemel utanç ve tedirginlik gibi, maddî çıkar kadar önemli olan psikolojik süreçler insan davranışında belirleyici olmaktadır.
Araştırmacılar gelir azaldıkça ve korkulan konuma yaklaşıldıkça, sona kalma korkusunun etkisinin arttığını ileri sürmektedir.
Bu kapsamda ele alındığında, en düşük maaş diliminin biraz üstünde kalan kesim kendi çıkarlarını olumsuz etkileyen politikalara oy vermeye itilmiş olurlar; çünkü servetin yeniden dağılımına yönelik politikalar, kendilerinden daha kötü maddî şartlara sahip olanlara bir nebze ileri gitme olanağı sunabilmekte ve bu durum tehlike arz edebilmektedir. Sonuç olarak, yeniden dağılım en sondakilerin bir önünde olma konumlarını tehdit etmektedir. Kuziemko ve M.I. Norton bu tarz bir düşüncenin belirleyici olduğunu örneklerle açıklamaktadır. Örneğin; asgarî ücretle ilgili tutumlar ele alındığında, araştırmalara göre[2], Amerika’da (araştırmanın yapıldığı tarihteki değerlerle) asgarî ücretin yükselmesine en çok karşı olan kesimin saatte 7,26-8,25 dolar kazanan ve gelir düzeyi asgarî ücretin biraz üzerinde olan kesim olduğu görülmüştür.
Kuziemko ve M.I. Norton savlarını kanıtlamak üzere oyun biçiminde bir deney yapmıştır. Deneyde, her oyuncu kendisi için keyfî olarak sabit bir farkla aşamalandırılmış bir “gelir” değeri (1,75, 2, 2,25 dolar, vs.) belirlemiş ve her turda, oyuncuların bir seçim yapması istenmiştir. Her bir turda ya maaşlarının 25 kuruş gibi bir artışına razı olacaklar ya da %75 olasılıkla maaşlarını 1 dolar artıracak -yani normal artışın 4 katı yüksek bir artış imkânını kabul edecek- ve eğer kaybederse de %25 olasılıkla da maaşı 2 dolar düşürülecektir. Eğer tüm oyuncular sağlamcı davranıp risksiz ve düzenli artışı tercih ederse maaşlar sürekli artacak dahi olsa en yoksul olan her zaman en yoksul kalmaya devam edecektir. Bu durumda, daha yukarıya çıkmak için en yoksul olanlar kumar oynamak ve tabii kazanmak zorunda olacaklardır.
Araştırmada, sona kalma utancından kurtulmaya ilişkin, kumar oynayarak şansını denemeyi tercih etmeye en çok eğilimli olanların, en düşük ya da en düşükten biraz yüksek maaşlı olanlar olduğu örnek gösterilebilir. En sondakiler maaşlarının artmasından (artış teminatını tercih etmeyip) tatmin olmayıp en sonda olma utancından çıkmak ister ve en sondakilerden biraz önde olanlar (tutarlı olarak) en sondakilerin kumar oynama ihtimaline karşılık, kendilerinin sonda kalma olasılığını bertaraf etmek adına kumar oynamayı tercih ederler. Maaş dağılımında en yüksek sırada olanlar ise çoğunlukla 25 kuruşluk göreceli artışı tercih etmişlerdir. Araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda, oyuncular, maaş dağılımında yükselme azminden çok, en altta kalma endişesiyle karşı karşıyadır.
Kuziemko et M.I. Norton’a göre bu model düşük veya orta gelirli grupların niçin kendi ekonomik çıkarlarını zedeleyecek şekilde oy kullandıklarını açıklama konusunda kısıtlıdır. Bu durumun gerekçesi olarak, Amerikaların güncel eşitsizlikleri yanlış bir biçimde değerlendirdiklerini ileri sürmektedirler; çünkü yoksul kesim, zengin olan %20’lik kesimin elinde toplam zenginliğin %59’unun olduğu yanılgısındadır; fakat bu oran %85 civarında seyretmektedir. Buna paralel olarak, yoksul ya da düşük gelirli kesim sınıf atlama şansının gerçekte olduğundan çok daha yüksek olduğu yanılgısına düşmektedir.
Bu çalışmayı yapan iktisatçıların vardıkları sonuçların bazı filozof ve siyaset düşünürleri tarafından desteklendiği görülmektedir. Örneğin, Alexis de Tocqueville’in “eşitlik tutkusu” olarak ileri sürdüğü kavram, sona kalma korkusu nedeniyle eşitlik yanılsamasının ortaya çıkabileceğini belirtmektedir. Bir sosyal devlet veya bir halkın siyasî anayasası ne kadar demokratik olursa olsun, her bir vatandaş sürekli olarak etrafında herhangi bir noktada egemen olan bir gücü kesinlikle algılayacak ve üzerindeki bakışları durmaksızın fark edecektir. İşte tam da bu nedenle eşitlik arzusu eşitlik arttıkça daha da doyurulamaz hale gelecektir. (Amerika’da Demokrasi, cilt. II, 2. Bölüm; Alt bölüm XI) I. Kuziemko ve M.I. Norton’un araştırmaları bize iktisadî konularda bile söz konusu tutkuların çıkarlar kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Fotoğraf: Clay Banks
KAYNAKÇA:
(1) Ilyana Kuziemko et Michael I. Norton, « Last place aversion », New York Times, 19 septembre 2011.
(2) Ilyana Kuziemko et al., « “Last-place aversion”. Evidence and redistributive implications », NBER Working Paper Series, n° 17234, Août 2011.
Bu yazı tam metnin kısaltılmış bir yorumudur. Tam metin Michael C. Behrent’in http://alternatives-economiques.fr/blogs/behrent adlı bloğunda yer almaktadır.
Michael C.Behrent Appalachian Devlet Üniversitesi Öğretim Görevlisi (ABD/USA).