Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (29 Mart – 4 Nisan)
[voiserPlayer]
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, her savaşta olduğu gibi, üzerine konuşuldukça sıradanlaşan, kelimelerin ağırlığını kaybetmeye başladığı ve yaşanan acıların bizim için yalnızca gazete haberlerine dönüştüğü yeni bir insanlık dramına doğru adım adım ilerliyor. Neredeyse bir buçuk aya yakın süredir devam eden işgal, Rusya’nın Ukrayna’da savaş suçları işlediğine dair yeni bulgular ve bu minvalde yapılan açıklamalar ile dünya gündemindeki yerini koruyor.
Son olarak Rus ordusunun çekildiği Kiev yakınındaki Bucha kentinde birçok sivilin öldürüldüğü ve ölü bulunan sivillerin bir kısmının elinin bağlı olduğuna dair gelen görüntüler, Batı medyasında büyük bir infiale yol açtı. Rusya’nın işlediği savaş suçları nedeniyle Batılı liderler, özellikle enerji alanında Rusya’ya yeni yaptırımlar uygulayacaklarını belirtiyor. Bucha’da ortaya çıkan korkunç görüntülerin ardından ABD Başkanı Biden, Putin’e “savaş suçu davasıyla” yüzleşme çağrısında bulundu. Almanya ve Fransa, 75 Rus diplomatı sınır dışı etti ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, AB’nin Rus kömürü ve petrolüne karşı yaptırımlar uygulamayı düşünmesi gerektiğini belirtti.
Rusya ise savaş suçu işlediğine dair iddiaları sert bir dille inkar ediyor. Yayınlanan video ve fotoğrafları ise Batı’nın uydurması olarak nitelendiriyor. Ancak Rusya’nın çekildiği şehirlerden gelen görüntüler korkunç bir yıkımı ortaya koyuyor. Nitekim, Rusya’nın Suriye’deki birçok yerleşim yerinde de bu türden bir sistematik yıkım stratejisi güttüğüne çok kereler şahit olmuştuk. Bucha’yı ziyarete giden Zelensky, kentte 300’den fazla sivilin öldürüldüğünü ve işkenceye uğradığını ve Rusya’nın savaş sırasında işlediği suçları örtmeye çalıştığını belirtti. Rus ordusunun çekildiği şehirlerden yeni görüntüler ve kanıtlar geldikçe, dünya medyasında Putin’in savaş suçu işlediğine dair suçlamalar önümüzdeki dönemde daha da artacaktır.
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da Türkiye’nin misafirliğinde gerçekleştirilen Ukrayna-Rusya müzakere heyetleri arasındaki görüşmelerde bazı ilerlemeler sağlanması ise Rusya-Ukrayna Savaşı’na dair bugüne kadarki en göze çarpan olumlu gelişme oldu. Ukrayna’nın, Rusya’dan bazı güvenlik garantileri alması ve ABD, Fransa, Türkiye ve İsrail gibi ülkelerin yapılacak barış anlaşmasının garantörü olması gibi koşulları öne sürdüğü toplantıda, Rus tarafı da daha yapıcı bir tutum sergiledi. Üzerinde anlaşılan hususlar devlet başkanları Zelensky ve Putin’e sunulduktan sonra iki liderin Türkiye’de bir araya gelebileceği ve barışı müzakere edebileceği konuşuluyor. Rusya’nın Ukrayna’nın doğu tarafını elinde tutabilmek için başkent Kiev olmak üzere Ukrayna’nın iç bölgelerinden çekilmeye başlaması, Zelensky hükümetinin ise NATO üyeliğinden belli garantiler karşılığında vazgeçtiğini belirtmesi, görüşmelerde ilerleme sağlanmasına yol açmış gibi görünüyor.
Garip bir şekilde, henüz tam bir ateşkes sağlanamamışken süren barış görüşmeleri arasında ise savaş devam ediyor. Geçtiğimiz hafta başlayan Rus birliklerinin Kiev ve Kharkiv gibi şehirlerden çekilmesi sürerken, bir yandan da çekilen bu birliklerin yeniden organize olarak Donbass bölgesi ve Ukrayna’nın doğusundaki diğer bölgelerde Rusya’nın kontrolünü artırması amacıyla yeni bir operasyona hazırlandığı haberleri geliyor. Rusya, Karadeniz kıyısında ve Odessa limanının hemen doğusunda yer alan Mikolayiv ve bir türlü tam kontrolü sağlayamadığı Mariupol’u bombalamaya devam ediyor. Mariupol şehrinde sıkışıp kalmış sivillerin tahliyesi hala tam olarak gerçekleştirilemedi. Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda başlatmayı planladığı yeni saldırı harekatı ile insani krizin boyutları artarak devam edecek gibi görünüyor. Uluslararası toplumun bu duruma hazırlıklı olması ve Kızılhaç gibi örgütlerin sivillerin savaş bölgelerinden tahliyesi için organize edilmesi, savaşın insani kriz boyutunun derinleşmemesi açısından önemli bir gündem olarak önümüzde duruyor.
Pakistan’da Siyasi Kriz Derinleşiyor
Pakistan’da İmran Khan yönetimine karşı güçlenen muhalefet, hükümetin ülkeyi ve ekonomiyi kötü yönetmesi nedeniyle Başbakan aleyhine güvensizlik oyu kullanmaya karar vermişti. Koalisyon ortaklarından MQM-P partisi vekillerinin de muhalefet saflarına geçmesiyle İmran Khan’ı görevden almaya yetecek 172 sandalye sayısına ulaşılmıştı. Hükümette görev alan MQM-P’li iki bakan da bu gelişmeler üzerine bakanlıktan istifa etmişti. Ancak 3 Nisan Pazar günü yapılması planlanan güvensizlik oylaması, Meclis Başkan Yardımcısı Kasım Suri tarafından anayasaya aykırı bulunularak reddedildi.
Bu gelişmelerden sonra bir ulusa sesleniş konuşması yapan Khan, Cumhurbaşkanı Arif Alvi’ye meclisi feshetmesi çağrısında bulundu. Meclisin feshedilmesi üzerine 90 gün içinde Pakistan’da yeni seçim yapılması gerekiyor. İmran Khan’ın kendisine karşı birleşen muhalefet için kullandığı dil, birçok popülist ve otokrat liderden alışık olduğumuz bir dil. Khan, muhalefeti ihanetle suçluyor ve güvensizlik oylaması girişimini ABD’nin Pakistan’a müdahalesi olarak değerlendiriyor. Muhalefet ise Khan’ın etkisiyle güvensizlik oylamasının engellendiğini belirtiyor. Bu nedenle de muhalefet, güvensizlik oylamasının engellenmesi kararını Pakistan Yüksek Mahkemesi’ne taşımış durumda. Geldiğimiz noktada Khan’ın siyasi geleceğine Yüksek Mahkeme karar verecek.
Khan hükümeti 2018 yılında yolsuzlukla mücadele ve ekonomiyi düzeltme sözleriyle iktidara gelmiş ancak son yıllarda dış borçların ve enflasyonun artması nedeniyle desteğini kaybetmeye başlamıştı. Popülist lider Khan’ın kesin olarak kaybedeceği bir güvensizlik oylamasından bu şekilde kurtulabilmesi ise muhalif kesimlerde ciddi bir tepkiye neden oluyor. Pakistan’da ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1947 yılından bu yana hiçbir başbakan görev süresini dolduramadı. Siyasi krizler ve darbelerle şekillenen bir siyasi tarihin ağırlığı altında Pakistan, yine bir siyasi açmazın ortasında kaldı. Yüksek Mahkeme güvensizlik oylamasının reddedilmesini anayasaya aykırı bulursa Khan’ın başbakanlığı sona erecek. Ancak Yüksek Mahkeme meclisin feshedilmesi kararını uygun bulursa Khan’ın kuracağı geçici bir hükümet ile 90 gün içinde yeniden seçime gidilecek. Khan kendisinin Rusya ve Çin’e tepki göstermemesi nedeniyle Batı’nın bir komplosuna kurban gittiğini savunuyor. Bakalım bu argümanla Pakistan halkını ne kadar ikna edebilecek?
Orban 12 Yıllık İktidarın Üzerine Macaristan Seçimlerini Tekrar Kazandı
Macaristan seçimlerinde, yüzde 53 oy alan Fidesz ve Hristiyan Demokrat iktidar bloğu, yüzde 35 oy olan Macaristan için Birlik muhalefet bloğu ve yüzde 6 oy alan aşırı sağcı Bizim Ülkemiz partisi meclise girmeye hak kazandı. Bu sonuçlara göre 199 sandalyeli Macar meclisinde, Fidesz-KDNP koalisyonu 135, Macaristan için Birlik 57 ve Bizim Ülkemiz ise 7 milletvekilliği kazanmış oldu. 135 milletvekili çıkarmayı başaran iktidar, 3’te 2’lik çoğunluğu da elde ederek anayasayı değiştirme yetkisine de sahip oluyor ki bu durum Macaristan’ın yeni dönemde demokrasiden daha da uzaklaşmasını kolaylaştırabilir.
4 Nisan Pazar günü gerçekleştirilen seçimler Orban için çok büyük bir zafer anlamına geliyor. Macaristan lideri bu zaferin sarhoşluğuyla oldukça cesur ve rakibi olarak gördüğü aktörlere meydan okuyan açıklamalar yaptı. Orban popülizmin gerçek anlamda hakkını verdiği seçim zaferi sonrası yaptığı konuşmada, elde ettiği seçim zaferinin, bırakın Brüksel’i aydan bile görülebildiğini söyleyerek AB’yi iğneledi. Bu konuşma sırasında Orban, Ukrayna Başkanı Zelensky’i de seçim kampanyası sırasında yendiği muhaliflerden biri olarak nitelendirerek kendisini eleştirmesine cevap verdi ve işgal sonrasında Zelensky’i eleştiren ilk AB lideri oldu.
Seçimin son haftasında Rusya-Ukrayna Savaşı seçim tartışmalarına damga vurdu ve Orban karizması ve hitabet yeteneği ile savaş argümanını muhalefete karşı çok iyi kullandı. Macaristan’ı savaştan uzak ve barış içinde tutmak propagandası, muhalefetin Rusya karşıtı ve AB’nin tarafını açıkça tutan söylemlerine karşı oldukça etkili oldu. Orban gayet yakın bir ilişki kurduğu Putin’e işgalden dolayı minnettar olmalı. Macaristan liderinin zaferini Soros’a karşı da bir zafer olarak ilan etmesi, popülizmini vardırdığı noktayı ortaya koyuyor. Avrupa Birliği’nin son dönemde oldukça başını ağrıtan Orban yönetimiyle bu seçimden sonra ne yapacağı ise merak konusu. Zira AB, üye ülkelerin, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi AB değerlerinden uzaklaşması durumunda uygulanacak yaptırımlar konusunda ciddi bir eylem planına sahip değil.
4. kez iktidarı kazanan Orban’ın önümüzdeki dönemde otoriter yöntemlere daha sık başvuracağı düşünüldüğünde, Macaristan özelinde AB’nin üye ülkelerin Kopenhag kriterlerinden uzaklaşması hususunda yeni politikalar geliştirmek zorunda kalması işten bile değil. Ancak demokratik ülkelerin otoriter yönetimlere yaptırım uygulamak suretiyle anti-demokratik uygulamalardan onları vazgeçirmeye çalışmasının popülist liderlerin işine nasıl yaradığını da birçok örnekten gördük. Sanırım bu çelişki önümüzdeki dönemde dünya siyasetinde sık sık göreceğimiz bir olgu olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.