Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (11-17 Ocak)
[voiserPlayer]
Sosyal bilimciler son iki senedir pandeminin yol açtığı değişimleri anlamaya ve mevcut gelişmelerin ne yöne evrileceği hakkında tahminler yürütmeye çalışıyorlar. Geldiğimiz noktada pandeminin tam olarak ne zaman ve ne şekilde sonlanacağını bilemediğimiz gibi post-pandemi dönemi için bu sürecin bizlere, sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan ne tür bir miras bırakacağını da öngöremiyoruz. Ancak salgının ortaya çıkışının üzerinden iki yıl gibi kısa olmayan bir zaman geçti. Bu nedenle, gözümüzün önünde her gün gerçekleşen ve artık örüntü halini almış bazı gelişmeleri değerlendirmek, bazı konularda kimi tespitleri yapabilmemize ve pandemi sürecinin sonuçları hakkında akıl yürütebilmemize olanak tanıyor. Bu bağlamda, Djokovic ve Avustralya hükümeti arasında yaşananlar, beni pandemi koşullarında devletlerin geliştirdiği yeni pratikler konusunda tekrar düşünmeye ve birkaç kelam etmeye sevk etti.
Novak Djokovic tenis tarihinin şimdiden en başarılı oyuncularından biri. Roger Federer ve Rafael Nadal ile birlikte hem tenis hem de spor tarihine adını altın harflerle yazdırmış üst düzey bir yetenek. Geçtiğimiz sene itibarıyla Federer, Nadal ve Djokovic tenisin en büyük dört turnuvası olan Grand Slam’lerden 20’şer tane kazanarak bu akıl almaz rekabette eşit duruma gelmişlerdi. Birçok tenis otoritesi bu üçlüden daha genci olan Djokovic’in 17-30 Ocak 2022 tarihleri arasında düzenlenecek senenin ilk Grand Slam turnuvası olan Avustralya Açık’ı kazanarak 21 rakamına ulaşması ve bu alanda da ilk sıraya yerleşmesini bekliyordu. Sırp tenisçi bugüne kadar zaten bu turnuvayı 9 kez kazanmış ve turnuva tarihinin en başarılı oyuncularından biri olmuştu. Ancak aşı karşıtı olan Djokovic’in aşı muafiyeti alarak Avustralya’ya gidip turnuvaya katılmak istemesi ve bazı belgelerinde dürüst davranmadığının ortaya çıkması işleri bir hayli karıştırdı. Sürecin sonunda Sırp tenisçinin şampiyonluk hayali suya düştüğü gibi Avustralya hükümeti ile Djokovic cephesi arasında geçtiğimiz hafta gerçekleşenler, belki de spor tarihinin en büyük skandallarından birine dönüştü.
Pandemi boyunca hayatımızda olağan dışı birçok şey yaşadık. Küresel çapta yayılan Covid-19 hayatın her alanını etkiledi ve spor dünyasında da gündem yaratan pek çok olaya neden oldu. Aşı olmayı reddeden sporcular organizasyonlar için birçok soruna yol açtı. Örneğin, NBA’de Kyrie Irving gibi elit bir oyuncu aşı olmayı reddettiği için maçlara çıkartılmadı. Ancak Djokovic’in durumunun her açıdan skandal nitelemesini hak edecek bir olaya dönüşmesinde kendi hatalarının yanı sıra Avustralya hükümetinin katı tutumunun da payı büyüktü. Bu hafta gazeteciler Djokovic’in Avustralya hükümetine karşı açtığı davayı adım adım takip etti ve hafta boyunca ajanslar gelişmeleri her gün detaylı bir şekilde verdi. Yılan hikayesine dönen olayın sonunda ise dünya bir numarası Djokovic’in vizesi Avustralya Göç Bakanı’nın inisiyatifi ile 2. kez reddedildi ve Djokovic sınır dışı edildi. Ve böylelikle aşı zorunluluğu uygulamasının yarattığı garip bir olaya daha şahitlik etmiş olduk.
Öncelikle belirtmeliyim ki 3. doz aşısını olmuş, aşı karşıtlarıyla neredeyse hiçbir konuda hem fikir olmayan bir insanım ve herkese aşı olmasını da bu vesile ile tekrar tavsiye ediyorum. Ancak, pandemi sürecinde devletlerin edindikleri yeni pratiklerin ve bu pratikler aracılığıyla artırdıkları gözetleme ve denetleme kabiliyetlerinin bireyin özgürlüğü ve özel alanın ihlali konularında beni endişeye sevk etmesinin de fazlasıyla yeterli ve kuvvetli argümanlara dayandığını düşünüyorum. Dolayısıyla her ne kadar bu uygulamaların, özellikle de bazılarının pandemi gibi istisnai bir süreci sona erdirmek için yapılması zorunlu pratikler olduğunu düşünsem de, işin arka planı ve getireceği tehlikeler açısından değerlendirilmesinin de son derece gerekli olduğuna inanıyorum.
Modern ulus devletler tarihi kökenleri ve yapıları itibariyle gözetleme ve denetleme mekanizmaları konusunda uzmanlaşmış siyasi organizasyonlardır. İktidarın tarihi düşünüldüğünde modernitenin bir ürünü olan modern-ulus-devletlerin, yine bu süreçle birlikte ortaya çıkmış modern iktidar türünü, insan nüfusu üzerinde kullanma konusunda hoyrat davranmaktan ve bireyin özgürlüklerini kısıtlamaktan pek geri kalmadığı açıktır. Tüm bunlara, içinde bulunduğumuz dijital çağın getirdiği teknolojik araçların da modern-ulus-devlete sağladığı imkanlar eklendiğinde, ortaya çıkan tablonun özgürlükler açısından yarattığı tehlikelerin ciddiyetini göz ardı edemeyiz. Post-pandemi sürecine hazırlanırken pandeminin ortaya çıkarttığı yeni koşullar, özgürlükler ve mahremiyet meselelerinin kamusal bir tartışmaya dönüşmesi insanlık için faydalı olacaktır.
Siyaset bilimi literatüründe sıklıkla tartışılan iktidar kavramı, Michel Foucault’nun çözümlemeleriyle yeni boyutlar kazanmış ve Foucault sayesinde ufuk açıcı yeni perspektiflerle birçok yeni araştırmaya konu olmuştur. Foucault’nun iktidar teorisini tartışmak bu yazının kapsamını aşacağından, bu noktada yalnızca Foucault’nun geliştirdiği biyo-iktidar kavramının, insanın bedeni ve topyekûn nüfus üzerinde düzenleyici ve denetleyici rolünü vurguladığına değinelim. Zira, pandemi sırasında getirilen önlemlerin biyo-iktidar kavramının hem insan bedeni hem de nüfus üzerindeki düzenleme ve denetleme arzusunu açığa vurduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz. Aşı ve test yapma zorunluluğu, seyahat kısıtlamaları, karantina tedbirleri, kamusal mekanların kapatılması gibi önlemlerin her biri, toplum sağlığını korumak adına birçok açıdan bireyin özgürlüklerine ket vuran uygulamalar. Bu uygulamaların yaygınlığı ve iki senedir birçok ülkede sürdürülüyor olması, modern-devletin rıza üretmek yoluyla iktidarını uygulamak konusunda da oldukça başarılı olduğunu gösteriyor.
Pandemi tedbirleri demokratik ve otoriter rejimlere sahip toplumlarda farklı şekillerde kendini gösterdi. Otoriter rejimlerin hızlı karar alma özellikleri ve kendi nüfusunu disipline etme hususundaki katı tutumları nedeniyle pandeminin yayılmasını önleme konusunda daha verimli oldukları iddia edildi. Buna karşın demokratik toplumlarda ise insanların özgürlüklerine daha düşkün olmalarının tedbirlere uyma konusunda daha rahat davranmalarını ve hükümetlerin önlemleri uygulama konusunda yeterince insiyatif alamamasını beraberinde getirdiği ve bu nedenle de toplumda enfeksiyon riskinin arttığı sık sık gündeme geldi. Ancak her iki durumun da istisnaları olduğunu ve bizi bu konuda kolayca genelleştirme yapacak sonuçlara ulaştırmadığını şerh düşelim. Öte yandan kesin olan bir şey var ki otoriter rejimler iktidarlarını tahkim etmek için pandemiyi birçok alanda lehlerine kullandılar. Demokratik rejimler ise bu süreçte denetleme ve gözetleme alanında yeni pratikler edindiler. Şimdi bu iki konuya kısaca değinelim.
Otoriter yönetimler toplumsal muhalefet hareketlerine karşı fazlaca tedirgin ve savunmacıdırlar. Bu nedenle, pandemi sürecinde toplanma ve gösteri yürüyüşü yapmak gibi demokrasilerde son derece sıradan birer hak olan eylemleri pandemi gerekçesiyle kısıtlamak birçok rejimin oldukça işine geldi. Pandeminin hakim olduğu son iki yılda Rusya, Belarus ve Ukrayna’da yapılan bu tür eylemler halk sağlığı sebep gösterilerek sertlikle bastırıldı ya da ortaya çıkamadan engellendi. Birçok muhalif toplantı da yine bu gerekçelerle yasaklandı. Hindistan, Irak, Cezayir ve Lübnan’da hükümetlerin başına dert olan muhalif gösteriler de yine bu sebeple yasaklandı. Avrupa’nın son dönemde otoriterleşen iki rejimi Macaristan ve Polonya özgürlükleri kısıtlayıcı ve AB tarafından tepki gören birçok yasal düzenlemeyi pandemi koşullarında geçirebildi. İran gibi İslami rejimler ise kendi ideolojilerine ters olan parti ve eğlenceleri özel alanlarda dahi yasaklamak için pandemiyi bahane etti. Bu süreçte ülkemizde de muhalefetin eylemlerinin kısıtlanması için birçok kez pandemi gerekçesinin kullanıldığına şahit olduk. Bu örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir.
Demokratik eylemlerin engellenmesinin yanı sıra pandemi gerekçesiyle devletin bireyleri takip edebilme kapasitelerinin de arttığı örnekleri bolca gördük. Çin ve İsrail gibi ülkeler telefonlara indirilen uygulamalar aracılığıyla insanları denetlemek konusunda, pandemi dönemi koşulları olmasa gerçekleştiremeyecekleri yeni teknolojileri hızla ve kolayca devreye soktular. Bu online uygulamalar ile artık devletler bireyleri anlık olarak takip edebilecek. Otoriterlik açısından spektrumun daha ucunda olan bazı toplumlarda ise hiç Covid-19 vakası görül(e)medi! Örneğin, koronavirüs Kuzey Kore ve Türkmenistan sınırından geçemedi! Benjamin Disraeli’nin dediği gibi üç çeşit yalan vardır: yalan, kuyruklu yalan ve istatistik. Ancak Disraeli istatistiğin hiç olmamasının ne tür bir yalan olduğu üzerine pek düşünmemiş olacak ki sınıflandırmasına bu yalan türünü koymamış. Halen Kuzey Kore ve Türkmenistan ile ilgili vaka ve ölüm sayıları gibi istatistikler elimizde yok. Ne de olsa bu rejimlerde pandemi gibi toplumsal düzen açısından tehdit yaratacak bir olayı gündemde tutmanın bir anlamı yok ve bu tip rejimlerin vatandaşlarını daha fazla denetlemek ve gözetlemek konusunda ciddi bir ihtiyaçları olduğu da söylenemez. Birçok otoriter yönetimde ise pandemi ile ilgili verilen rakamların doğruluğuna dair ciddi şüpheler bulunuyor. Pandemi sürecinde salgına dair istatistikler, otoriter rejimler tarafından kendi aleyhlerine olabilecek durumları engellemek için kolayca manipüle edildi, ediliyor. Sonuç olarak pandemi süreci, otoriter rejimlere anti-demokratik yeni söylemler geliştirmeleri ve yeni denetleme-gözetleme teknolojilerine başvurmaları konusunda son derece müsait bir zemin hazırladı ve bu durum son iki yılda tüm dünyada otoriterleşme eğilimlerini güçlendirdi.
Demokratik toplumlarda ise durum daha farklı. Birçok demokratik ülkede pandemi önlemleri son dönemde sık sık protestolar ve eylemlerle geniş toplum kesimleri tarafından eleştirilir oldu. İnsanların son iki yılda alışageldikleri yaşam tarzından uzun bir süre feragat etmeleri sabırlarını taşırdı. Seyahat kısıtlamaları, zorunlu karantina önlemleri, kapatılan eğlence mekanları ve gündelik hayatı oldukça zorlaştıran diğer önlemler, Omicron’un hızla yayılmaya başlaması ve bazı tedbirlerin tekrar getirilmesiyle birleşince birçok insanda isyan duygusunu ateşledi. İnsanları hükümetlere karşı eylem yapmaya iten tek neden pandemi önlemleri de değil elbette. Demokratik rejimlerin pandemiyle birlikte uygulamaya aldıkları ve insanların sağlıklarına dair bilgilerin de artık kimlik bilgisi gibi bir aşı kartıyla denetleme aracına dönüşmesi, insan özgürlüğü ve mahremiyeti adına demokraside yeni bir gedik anlamına geliyor ve demokratik dünyada birçok insan bu tip ihlallerin oldukça farkında. Demokratik rejimlerin bu uygulamaları düzenli pratikler haline dönüştürmeleri ise kalıcı olmaları konusunda endişeleri artırıyor. Zira, istikrarlı bir biçimde gerçekleştirilen denetleme ve gözetleme uygulamalarının zaman içerisinde kurumsallaşıp bürokratikleşerek yerleşik hale gelmeleri ve devletin yönetme aygıtının bir parçasına dönüşmeleri işten bile değil.
Hannah Arendt’in totalitarizmin kaynaklarını incelerken üzerinde önemle durduğu gibi totalitarizm tehlikesi her zaman mevcuttur. Günümüzde özgürlükler ve kişisel mahremiyet, iktidar teknolojilerinin aldığı yeni biçimler ve ulaştığı yaygınlık seviyesi düşünüldüğünde belki de her zamankinden çok daha tehlike altında. Pandemi süreci tüm bunları bize birçok açıdan görünür kılmış oldu. İnsan sağlığını korumak gibi kutsal bir gerekçeye yaslanan yeni izleme ve denetleme teknolojilerinin hayata geçirilmesi, pandemi süreci olmasa birçok tepkiyle karşılaşacak ve bu yeni uygulamaların yaygınlaşması çok daha zor olacaktı. Pandemi bu anlamda bu tip teknolojilerin yaygınlaşması sürecini oldukça hızlandırmış görünüyor. Bu nedenle post-pandemi süreci üzerinde şimdiden düşünmeli ve özgürlüklerimizi savunmanın yollarını aramalıyız. Aksi taktirde, devletlerin repertuarına eklenen yeni denetim ve gözetleme teknolojilerinin post-pandemi sürecinde kalıcı olmaları durumunda, modern iktidarın panoptikon kulesinden gördüğü, artık yalnızca bedenlerimizin dışı değil aynı zaman da içi de olacak. Söz gelimi, artık kimlik kontrolü yapan polise göstermek durumunda olduğumuz kimlik kartımızda röntgen ya da MR sonuçlarımızın olması, tüm bu gelişmelerden sonra hiç de beklenmedik bir şey olmayacaktır. Djokovic ile başladığımız yazıyı iyi dileklerle bitirelim. Omicron varyantı bazı uzmanların tahminlerine göre pandemiyi endemiye çevirerek bu kabus süreci sonlandırabilir. Umarım durum böyle olur, yeni varyantlarla karşılaşmayız ve bahar aylarına umutla gireriz.