Bu bülten, bir bakıma bir önceki bültendeki konuların devamı niteliğinde olacak. Nitekim Hamas ve İsrail, barış şartlarında kısmen de olsa bir anlaşma sağladı ve Trump’ın iki hafta önce başlattığı süreç daha somut bir yere evrildi.
ABD’nin Orta Doğu’da oluşturmaya çalıştığı yeni model yavaş yavaş şekillenirken Amerikan toplumunda kutuplaşma devam ediyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki gerginlik, özellikle ulusal muhafızların Demokrat çoğunluklu metropollerde görevlendirilmesi hususundan kaynaklı olarak tırmanıyor.
Ulusal Muhafızlara Tepki Büyüyor
İki önceki bültenden hatırlayacak olursanız Trump’ın silahlı ulusal muhafızları güvenlik kaygıları sebebiyle metropol kentlerde görevlendirmesi polemik konusu olmuştu. Bir ay önce ulusal muhafızların görev yapmasının beklendiği Chicago kentinde Ekim ayının ilk haftası itibariyle ulusal muhafızların devriyesi başladı. Aynı dönemde yine Demokrat ağırlıklı olan ve sol geleneğin çok güçlü olduğu, göçmen kültürüyle özdeşleşen Oregon eyaletindeki Portland şehrinde de ulusal muhafızlar görev yapmaya başladı.
Chicago’da polis aracına çarpan bir kadının federal ajan tarafından silahla vurulması bu hafta çokça konuşuldu. Illinois Valisi JB Pritzker ile Trump bu konu sebebiyle yeniden karşı karşıya geldi. Trump yönetimi içeride sert yöntemler benimsiyor. Federal muhafızlardan ötürü Trump yönetimi pek çok şehirde davalık olsa da bu konuda ısrarcı. Portland’da hükümet karşıtı gösteri yapanlar da hükümet tarafından terörist olarak nitelendirildi. Bu gidiş nereye bilinmez, ancak pek hayırlı olduğu söylenemez zira Trump’ın yönettiği ülkenin şehirlerine ve vatandaşlarına hakaretler savurması ve haksız ithamlarda bulunması yalnızca ülkedeki kutuplaşmayı artırıyor. Yazın Los Angeles’taki protesto gösterilerinin de ne kadar sert yöntemlerle bastırıldığına tanıklık etmiştik.
Medyada çok yer bulmasa da ABD’nin geneline yayılan bir protesto dalgası aylardır devam ediyor. Sert müdahale yalnızca göçmenleri değil, vatandaşları da bizzat hedef alıyor. Trump’ın şurada yöneteceği hepi topu üç yıl kalmışken muhaliflere yönelik bu sindirme politikası ve medyaya yönelik sansür çabasını rasyonel bir zemine oturtmak güç. ABD’deki bu otoriterleşme trendi, maalesef Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkeye de doğrudan sirayet ediyor. Dünyanın genelinde güvenlik kaygılarının artmasıyla birlikte özgürlük taleplerinin göz ardı edilmesi/bastırılması ne yazık ki paralel ilerliyor ve bu durumun ne zaman sona ereceği şimdilik belirsiz.
Trump’ın Knesset Konuşması
Geçtiğimiz hafta sonu İsrail’e gelip Knesset parlamentosunda bir konuşma yapan Trump, bu yıl bitirdiği savaşlar koleksiyonuna Filistin’deki durumu da ekledi! Hamas’ın elindeki esirleri İsrail’e teslim etmesi ve İsrail hapishanelerindeki iki bine yakın Filistinli mahkumun tahliye edilmesinin ardından İsrail ordusu kademeli olarak Gazze’den çekilmeye başladı. Her ne kadar silahlar sussa da 2 yıl öncesiyle kıyaslarsak Gazze bugün tanınır halde değil. Bölge halkının sistematik bir katliama uğrayıp tehcire zorlandığı su götürmez bir gerçek. Trump’ın tekrar iktidara gelişinin ilk haftalarında bu konuyla ilgili tutunduğu ciddiyetsiz tavır ve Netanyahu’yu destekleyen açıklamaları da maalesef işin bu noktaya gelmesinin ana sebepleri arasında.
Trump Knesset’teki konuşmasında Netanyahu’yu bir barış timsali gibi lanse etti. Halbuki bizzat kendisinin özellikle Suriye konusunda, Şam’a yaptırımları kaldırırken Netanyahu’ya sakin olması için ne kadar telkinde bulunduğunu hatırlıyoruz. İsrail hükümetinin agresif politikalarının barış görüşmelerinin sürekli ertelenmesine neden olduğuna, ABD hükümetinin de maalesef bu duruma karşı çok geç reaksiyon aldığına tanıklık ettik. Hatta Filistin’i devlet olarak tanıyan bazı Commonwealth ülkeleri ve Kara Avrupası ülkeleri de bu aşamaya çok geç geldiler.
Her şeye rağmen silahların susması iyidir. Bu noktada bize düşen bir daha çatışmaların başlamaması için temennide bulunmak, yöneticilere düşen ise bu sürece somut katkıda bulunarak Gazze’nin yeniden inşasına destek vermek. Şimdi bu yöneticilerin Mısır’daki zirvesine göz atalım.
Şarm el-Şeyh Zirvesi
Normal zamanda ABD Bülteni’nin konusu olmasa da Mısır’daki Barış Zirvesi’ne bu bültende yer vermek durumundayım. Çünkü bildiğiniz gibi Trump’ın geçen ay Müslüman devlet başkanları ve Benyamin Netanyahu ile olan temaslarından sonra Gazze’deki durum için ortaya bir barış antlaşması taslağı çıkmıştı. (Taslağın detaylarına önceki bültende değinmiştim.) Ardından da Hamas’ın anlaşma şartlarını kabul etme ihtimaline bağlı olarak çeşitli senaryolar üzerinde durulmuştu. Hamas kısmen de olsa şartları kabul etti ve esir takası gerçekleşti. Ancak senaryolardan en ilgi çekici olanı, ABD’nin Katar’daki üssüne mühimmat depolaması üzerine İran ile yeniden bir çatışma yaşanacağı üzerine olmuştu.
6 Ekim’de Middle East Eye’da yayınlanan makaleye göre Mısırlı üst düzey yetkililer ABD’li mevkidaşlarına Gazze’ye asker göndermeleri gerektiğini söyledi. Bunun üzerine de ABD, Katar’daki üssünden Ürdün’e askeri kaynaklarını kaydırmaya başladı. Yine makalede, İsrail’in Gazze’de bir Türk askeri varlığına da soğuk yaklaştığının altı çiziliyor. Bu haber burada dursun, biz zirveye geri dönelim.
13 Ekim’de Mısır’ın Kızıldeniz’e bakan gözde şehri Şarm el-Şeyh’te Gazze’deki barış süreci için pek çok devlet başkanının toplandığı zirvede ABD adeta ev sahibi gibi yer aldı. Donald Trump bu sürecin ana aktörlerinden biri olarak İsrail ziyaretinden sonra Mısır’daki zirveye katıldı. Trump’ın yanı sıra zirvede Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Filistin Yönetimi Başkanı Abbas, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Başbakanı Merz, Birleşik Krallık mevcut Başbakanı Starmer ve Trump’ın barış kurulu için önerdiği eski Başbakan Tony Blair ile Ürdün ve Körfez ülkelerinden yetkililer katıldı. Bu zirvenin detayları için Hariçten Gazel bültenimizi okuyabilirsiniz.
Hatırlayacak olursanız Trump, iki ay önce Aliyev ile Paşinyan’ı barıştırdığı antlaşmaya Uluslararası Barış ve Refah için Trump Rotası adını vermişti. Şimdi Şarm el-Şeyh’teki zirvede Trump, Erdoğan, Sisi ve Katar Emiri El Tani’nin imza attığı bildirgenin adı da Trump’ın Kalıcı Barış ve Refah Bildirgesi. Görüldüğü üzere Trump kendi adını barış ile özdeşleştirmeye çalışıyor. Muhtemelen ara seçimlere bir yıl kalmışken içeride artan kutuplaşmayı “başarılı dış politika” söylemi üzerinden pasifize etmeye çalışacak.
3000 yıllık çatışmayı sona erdirdiğinden söz eden Trump, bakalım Gazze’deki dengenin bozulmaması için nasıl bir politika izleyecek. Netanyahu gibi güvenilmez bir partner ile bu anlaşmanın ne kadar uzun ömürlü olacağını göreceğiz. Netanyahu’nun bazı koalisyon ortaklarının bu anlaşmaya soğuk baktığı biliniyor, ancak İsrail’in iç siyasetindeki dengelerin nereye evrileceği bu süreçle de yakından alakalı. Umarım bu coğrafyada bir daha hiç masumların kanının döküldüğüne şahit olmayız.
Bonus: Nobel Trump’a Gitmedi
10 Ekim’de bu yılki Nobel Barış Ödülü’nün kime gittiği açıklandı: Venezuela muhalefet lideri Maria Corina Machado.
Nicolas Maduro’nun demokratik kültürü adım adım yok ettiği Venezuela’da direnmeye çalışan Machado, ABD’ye oldukça yakın bir isim. Bu vesileyle ödülünü, son zamanlarda Maduro ile ilişkileri hayli gerilen ABD Başkanı Trump’a ithaf etti. Beyaz Saray’a çıktığından beri bu ödülün hayalini kursa da Trump’a yeni sezonu beklemek kaldı.
ABd-Venezuele gerginliği sahada da sürüyor. Geçtiğimiz günlerde Karayipler’de dolanan ABD gemileri yine bir tekneyi hedef aldı. Uyuşturucu kaçakçılığı yaptığından şüphelenilen teknenin Venezuela açıklarında hedef alınması, iki ülkenin bir kere daha karşı karşıya gelmesine sebep oldu. Trump ve Dışişleri Bakanı Rubio son zamanlarda Venezuela diktatörüne epey yükleniyor. Her ne kadar bize uzak bir coğrafya olsa da jeopolitik dengeler açısından önemli olduğu için Güney Amerika’daki gelişmelere de bültenimde kısaca yer vermeye devam edeceğim.