Hariçten Gazel Haftalık Dış Haberler Bülteni (22-28 Mart)
[voiserPlayer]
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasının ardından bir aydan fazla süre geçti. Bu süreç içerisinde yapılan tüm tartışmalar, açıklamalar ve resmi demeçler içerisinde belki de kendisine en çok referans verilen küresel aktörlerden biri NATO oldu. Özellikle Putin’in işgalin başında yaptığı konuşma sırasında NATO’nun Batıya doğru genişlemesi ve Rusya’nın sınırlarına dayanmasını, Rusya’nın agresif dış politikasının temel sebeplerinden biri olarak göstermesi ile NATO tartışmaların merkezine oturdu. Putin bu konuşmasında Batının Soğuk Savaş’ın bitiminde NATO’nun doğuya doğru bir santim bile genişlemeyeceği sözünü verdiğini ve bu sözü tutmadığını da vurgulamıştı. 24 Mart Perşembe günü NATO ülkelerinin liderleri Brüksel’de olağanüstü zirvede bir araya gelerek Rusya-Ukrayna Savaşı’nı masaya yatırdılar. NATO zirvesine değinmeden önce Rusya ve NATO ilişkilerinin tarihine kısa bir göz atıp Ukrayna işgali bağlamında konuşulan NATO genişlemesi konusuna değinmek yerinde olacaktır.
Soğuk Savaşın Sonu ve NATO’nun Doğuya Doğru Genişlemesi
1990 yılında Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi, Almanya’nın yeniden güçlü bir şekilde ortaya çıkmasını sağladı. Bu durum ABD’yi birleşmiş Almanya’yı hızlı bir şekilde NATO saflarına çekmeye sevk etti. Nitekim güçlü bir Almanya’nın nasıl bir soruna dönüşeceğini iki dünya savaşında yaşananlardan dolayı herkes çok iyi biliyordu. Almanya birleştiği sırada NATO’nun rakibi olan Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği halen resmi olarak dağılmamış, dolayısıyla Soğuk Savaş’ın tam olarak bittiği tescil edilmemişti. ABD bu nedenle birleşik Almanya’yı NATO üyesi olarak Batı bloğu içinde tutabilmek için, her ne kadar resmi bir anlaşma ile tescil etmemiş de olsa, Şubat 1990’da NATO ve Sovyetler Birliği arasında yapılan görüşmeler sırasında Sovyetler Birliğine bazı sözler verdi. Bu sözlerin en ünlüsü ise o dönem ABD Dış İşleri Bakanı olan James Baker’ın sarf ettiği NATO’nun bir santim bile doğuya genişlemeyeceği ile ilgili sözdü. İşte Putin’in konuşması sırasında referans verdiği NATO’nun verdiği söz bu toplantıya dayanıyor.
Ancak günümüzde halen bu sözün geçerli olup olmayacağına dair uzmanlar farklı yorumlarda bulunuyor. Kimi uzmanlar bu sözlerin resmi bir NATO toplantısında tutanak altına alınmış olmasının yeterli olduğunu iddia ederken birçok başka uzman ise sözel olarak ifade edilmiş bu sözlerin tam olarak uluslararası hukukta bağlayıcılık ifade edecek sözler anlamına gelmediğini öne sürüyorlar. Öte yandan o yıllarda NATO’nun doğuya yayılması zaten Varşova Paktı varlığını sürdürdüğü için fiiliyatta Doğu Almanya hariç mümkün değildi. Ancak Varşova Paktı’nın Temmuz 1991’de dağılması, ardından Sovyetlerin ortadan kalkması ve birçok ülkenin bağımsızlığını kazanması ile NATO’nun çok daha fazla ülkeyi içine alabilmesi mümkün hale geldi.
1990’da birleşik Almanya’yı içine alan NATO; 1999’da Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Macaristan’ı; 2004’te Bulgaristan, Letonya, Estonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ı; 2017’de Karadağ’ı ve son olarak 2020’de Kuzey Makedonya’yı bünyesine kattı. Dolayısıyla, Rusya’nın Avrupa ile olan sınırının Finlandiya, Belarus ve Ukrayna dışında kalan kısımları hariç Rusya’ya kadar ilerlemiş oldu. NATO’nun genişlemesi elbette Rusya’da hep büyük bir tepkiyle karşılanageldi. 2002 yılında Prag Zirvesinde yürürlüğe giren Bireysel Üyelik Eylem Planı, NATO’ya üye olmayan ülkelerle ortak amaçların belirlenebilmesi ve ilişkilerin geliştirilmesi için NATO tarafından geliştirildi. Bu eylem planı çerçevesinde Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan, Ermenistan, Moldova, Bosna Hersek ve Sırbistan gibi Sovyetlerin etki alanındaki diğer ülkelerle de ilişkiler geliştirildi.
Ukrayna’nın NATO ile ilişkileri de 2002’den sonra Bireysel Üyelik Eylem Planı çerçevesinde gelişmeye başladı. 2005 yılında Ukrayna NATO ile Yoğunlaştırılmış Diyalog sürecine başladı. 2008 yılında Bükreş Zirvesi’nde NATO, Ukrayna’nın kriterleri karşıladığında NATO’ya üye olabileceğini belirtti. Rus yönetimi bu kararı bir tür kırılma olarak değerlendirdi. 2013’te Kiev’de Yanukoviç hükümetinin AB ile ortaklık anlaşmasını reddetmesi üzerine başlayan Yevromaydan (Euromaiden) protesto hareketinin sonucunda 2014’te Poroşenko ve onun ardından 2019’da Zelensky hükümetlerinin başa gelmesi, AB ve NATO ile Ukrayna ilişkilerini sıkılaştırdı. 2021 Brüksel Zirvesinde ise Bükreş Zirvesi’nde alınan Ukrayna’nın koşulları yerine getirdiğinde NATO’ya üye olması kararı tekrarlandı.
NATO’nun Genişlemesi Putin’i Haklı Kılar Mı?
Bu tarihsel arka plana, geldiğimiz noktada Rusya’nın Ukrayna işgaline giden yoldaki tehdit algılamalarının nasıl şekillendiğini anlayabilmek için değindim. Ancak NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve Ukrayna’yı da potansiyel üye ilan etmesi, Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesine hiçbir şekilde meşru bir sebep teşkil etmez. Rusya’nın Ukrayna işgalini değerlendiren ve uzman vasfı taşıyan birçok insanın NATO genişlemesini Putin yönetimini tahrik eden bir hareket olarak yorumlamaları ve hatta Rusya’nın gerçekleştirdiği işgali bu argümana dayanarak haklı çıkartmaya çalışmalarına sık sık şahit oluyoruz. Fakat bu tür bir argümanı ileri sürenlerin değinmekten kaçındıkları bir gerçek var. Ukrayna ve bugüne kadar NATO’ya üye olan eski Varşova Paktı üyeleri bağımsız ve egemen devletler. Bu devletlerin Rusya’dan çekinmeleri ve güvenliklerini sağlamak için NATO’ya girmek istemeleri hem anlaşılabilir hem de uluslararası hukuk kuralları ve normlarına uygun. Nitekim Putin yönetimi Sovyetlerin nüfuz alanında kalan ülkelere ne kadar büyük bir tehdit olduğunu 2008’de Gürcistan’da, 2014’te ise Ukrayna’da savaşa başvurarak göstermişti. Putin’in emperyal emellerinin bir kısmını gerçekleştirmek için Suriye’de yıllardır neler yaptığını da biliyoruz. Dolayısıyla, Rusya’ya komşu ve halkı Batı ile entegrasyonu isteyen bir Ukrayna’nın NATO’ya üye olmak istemesi de kendileri açısından son derece makul.
Bu açıdan bakıldığında Putin’in NATO genişlemesini bir bahane olarak kullandığı, asıl amacının kendi etki alanında gördüğü ülkelerde Rus yanlısı hükümetlerin görevde kalması olduğu, bu ülkelerin halklarının iradelerini hiçe saydığı ve her gün nefretle söz ettiği Batı emperyalizmine karşı kendi emperyalizmini gerçekleştirmeye çabaladığı da son derece açık. Son dönemde Çin ile her alanda genişleyen bir yarış içine giren ve odağını Asya-Pasifik’e çeviren ABD dış politikasının Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini planladığını ve bunun için Rusya’yı bilerek tahrik ettiğini düşünmek de bana pek mantıklı gelmiyor. Bu nedenlerle Putin, kişisel bir hırs ve emperyal dünya görüşünü gerçekleştirme emeline dayalı bir planın parçası olarak giriştiği Ukrayna macerasında, NATO genişlemesini bir bahane olarak kullanıyor ve bu bağlamda yaptığı propaganda da oldukça taraftar buluyor.
Olağanüstü NATO Zirvesinde Neler Konuşuldu?
24 Mart’ta Brüksel’de bir araya gelen NATO liderleri Ukrayna işgalinin başından bu yana ilk defa yüz yüze görüştüler. NATO’nun Avrupa’daki hava, kara ve deniz kuvvetlerinin artırılması kararının alındığı zirvede, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi, on yıllardır Avrasya’ya yönelen en büyük tehdit olarak nitelendirildi. Bu zirve Putin’in bölüneceğini ve güç kaybettiğini düşündüğü NATO’nun Ukrayna savaşı nedeniyle Rus yönetimine karşı güçlü bir şekilde bir araya gelişinin de simgesi olmuş oldu. Ancak Doğu Avrupa’da NATO’nun güçlerini artırıyor olmasının da Putin’i işgalden caydırmayacağını biliyoruz. Şu aşamada NATO, Ukrayna’nın bir barış gücü oluşturarak NATO’nun kendisine yardıma gelmesi talebine olumlu cevap vermiyor. Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’daki askeri varlığını artıracak NATO’nun bu tutumu ise işgalin başında Rusya’nın öne sürdüğü paktın 1997 sınırlarına dönmesi talebinin tam tersinin gerçekleştiğini gösteriyor. Bu durum Batı ve Rusya arasında yaşanan güvenlik açmazının daha da derinleştiğinin ve tarafların çıkmaz bir yolda ilerlemeye devam ettiklerinin de bir göstergesi.
NATO Zirvesi sonuç bildirgesinden çıkan diğer önemli maddeler ise Çin’e Rusya’ya yardım yapmaması hususunda çağrı yapılması ve NATO’nun açık kapı politikasına devam edeceğinin de vurgulanması oldu. Bu iki madde ABD ve müttefiklerinin Rusya’ya, yaptıklarının bedelini ödetme hususunda oldukça kararlı olduklarını göstermesi bakımından oldukça önemli ve Ukrayna işgali bitse dahi Rusya’nın soyutlanması politikasının süreceğine dair işaretler taşıyor. Zira sonuç bildirgesine dahil olan bu maddeler ile NATO hem Rusya’nın en önemli taleplerinden biri olan Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliklerinden vazgeçilmesine karşı çıkmış hem de Rusya’nın en büyük müttefiklerinden olan Çin’i uyarmış oluyor.
Rusya-Ukrayna Savaşına Dair Haftanın Diğer Gelişmeleri
Bu haftanın diğer önemli gelişmelerinden biri de Biden’ın bir gaf yaparak Putin’in iktidardan düşmesi gerektiğini belirtmesiydi. Biden Ukrayna savaşı nedeniyle geçen hafta gerçekleştirdiği Avrupa ziyaretine Polonya’yı da ekledi ve Varşova’da yaptığı açıklamada “bu adam iktidarda kalamaz” diyerek Rusya’da bir rejim değişikliği olması gerektiğini ima etti. Biden bu sözlerle Rusya’nın ABD karşıtı propagandası için kullanışlı başka bir argüman daha yaratmış oldu. Her ne kadar ABD’den yapılan yeni açıklamalarla Biden’ın bu açıklaması yumuşatılmaya çalışılsa da Putin’in iddia ettiği üzere Batı’nın Rus hükümetini devirme planları olduğuna başka bir kanıt olarak algılanacak bu ifadeler bizzat ABD Başkanı’nın ağzından çıktı.
Öte yandan, Rusya Savunma Bakanlığı 25 Mart günü Ukrayna’da yürüttükleri operasyonun genel olarak ilk kısmının tamamlandığına dair sürpriz bir açıklama yaptı. Bu açıklama Rusya’nın özellikle Ukrayna’nın doğusu ve güneyindeki Karadeniz kıyılarında kontrolü altında tuttuğu topraklara odaklanarak Kiev ve diğer şehirlerden çekilebileceği ihtimalini akıllara getirdi. Nitekim geçtiğimiz hafta bu köşede Ukrayna’nın bölünme riskiyle karşı karşıya olduğunu ve Rusya’nın özellikle Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkan bölgeleri ile Kırım’ı Donbass’a bağlayan Mariupol’u elinde tutmak isteyeceğini belirtmiş, müzakere masasına da elinde bu kozla oturmayı arzuladığını öne sürmüştüm. Rusya’nın girdiği bölgelerden kolay kolay çıkmaması gibi bir alışkanlığı olduğu düşünüldüğünde şu an kontrolü altına aldığı bu bölgeleri tüm gücüyle elinde tutmak isteyeceğini tahmin etmek zor değil. Önümüzdeki günlerde NATO zirvesinden çıkan kararlara Putin yönetiminin ne tür somut cevaplar vereceğini ve Rusya’nın operasyonun ilk aşamasının sona erdiği yönündeki açıklamasının barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesine yol açıp açmayacağını izleyeceğiz.