Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    • Destek Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
      • Kitap Yorum
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • ABD Gündemi
      • Avrupa Gündemi
    • daktilo2
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Açlık’tan Dünya Nimeti’ne: Knut Hamsun’u Nasıl Okumalı?
    daktilo2

    Açlık’tan Dünya Nimeti’ne: Knut Hamsun’u Nasıl Okumalı?

    Mehmet Akif Koç19 Ekim 202511 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    Nobel Edebiyat Ödülü’nü kimin aldığı/alacağı öteden beri tartışma konusudur. Ödülün kime verildiği kadar, kime ve neden verilmediği üzerine de çok fazla tartışmalar yapılır. Eleştirmenler sadece yapıtları değil Nobel komitesini de eleştirir sıkça.

    Örneğin 1901 yılından beri dağıtılan bu ödüle, Tolstoy’un hayattayken yıllarca layık görülmemesini bugün halen anlamakta zorlanırım. Üzerinde tartışılan kararlardan biri de, 1920’deki ödüle layık görülen Norveçli bir yazarın, siyasi görüşleri nedeniyle sonradan çok ciddi eleştiriye uğraması ve aldığı ödülün dahi tenkit edilmesiydi. Ancak 1940’lardaki görüşleri bir yana, 1920’de ödülün sahibi olan Knut Hamsun, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde sadece İskandinavya’da değil, Avrupa kıtası ölçeğinde de kuşkusuz en etkili edebiyatçılar arasındaydı.

    Fukara Bir Köylülükten Nobel’e Uzanan Bir Hayat

    Orta Çağları ve Rönesans/Reform/Devrimler çağını modern dönemlere bağlayan uzun 19. yüzyılın edebiyat dünyasına hediye edeceği Knut Hamsun, 1859’da Norveç’in kuzey köylerinden birinde fakir bir ailede dünyaya geldiğinde, muhtemelen kimse orijinal adı Knud Pedersen olan bu çocuğun bir gün Nobel Ödülü alacağını tahmin edemezdi.

    Hamsun’un hayat öyküsünün üzerinde uzun uzun durmak istemem bu yazıda; ama Tolstoy gibi varlıklı bir çocukluk ve gençlik sürmediğini, Petersburg gibi büyük bir şehirde kıt kanaat geçinebilen Dostoyevski’den bile daha çok kendi ayakları üzerinde durmakta zorlandığını, ancak eserlerinde çeşitli ölçülerde etkilendiği çağdaşı bu iki büyük ustadan da çok daha zorlu bir hayat sürdüğünü göz önünde bulundurmalıyız. Bu hususun neden önemli olduğuna ve eserlerinde nasıl meyve verdiğine ilerleyen bölümlerde değineceğim.

    Hamsun, küçük yaştan itibaren çalışmak zorunda kaldı, ama dikiş tutturmakta zorlandı, sürekli değişen basit işlerde ve sektörlerde hayata tutunmak durumundaydı. Bu nedenle iyi bir eğitim alamadı, yirmilerine geldiğinde ne bir lisans diplomasına, ne ailesinden kalan bir varlığa, ne de yıllardır çalıştığı halde birkaç ay çalışmadan hayatta kalabilecek paraya sahipti. Yazarlığa heves etti, çok sayıda dergiye ve gazeteye gönderdi yazdıklarını, ama ufak tefek gazetelerde çıkan ve para getirmeyen yazıları haricinde sonuç büyük oranda hüsrandı. 23 yaşına gelmiş ve hiçbir şey elde edememişti; tam anlamıyla hayatın sillesini yemiş bir adam vardı karşımızda.

    Bu yıllar (1880’ler, 1890’lar), Amerika’nın yeniden keşfedildiği dönemlerdi. Osmanlı coğrafyasının Suriye-Lübnan sahillerinden bu kıtaya giden yüzbinlerce insanla bu rotayı öğrenmiştik. Avrupa’dan da benzer şekilde büyük kitleler, İç Savaş’tan çıkmış ABD’ye gitmeye ve hayallerinin peşinden koşmaya yönelmekteydi bu yıllarda. İtalyanlar, Almanlar, Ruslar, İskandinavlar, İrlandalılar… 23 yaşında ve hayatta tam bir başarısızlığa uğramış Knut da borç para bulup bu kervana dâhil oldu. Birkaç sene ABD’de çalıştı, ancak kendisine verem teşhisi konunca ülkesi Norveç’te ölmeyi kafasına koydu ve geri döndü.

    Ancak kader bu gence kıymadı, sürpriz şekilde iyileşti ve birkaç sene sonra yeniden ABD’ye gitti. Artık yazabiliyordu, verimli ve bütünlüklü şekilde üretebilmeye başladı Hamsun. Otuzlarının sonuna gelmişti artık ve yazmanın biraz da “demini bulma ve zamanla demlenme” anlamına geldiğini, gençliğinde başarısızlığa uğramasının tesadüf olmadığını anlayacaktı.

    1890’da –bence- şaheseri sayılabilecek Açlık’ı (Sult) yazdı. Bu muazzam otobiyografik anlatıyı 1894’te Pan takip etti. Artık akıyordu kalemi, dergilerden gazetelerden eskisi kadar sık ret yemiyor, daha kolay ve verimli işletebiliyordu kalemini. Yazdıklarının telif ücretleriyle geçinebiliyordu artık, eserleri yabancı dillere çevriliyordu. Avrupa çapındaki önemli yazarlarla tanışmaya, kıtanın önemli başkentlerini gezmeye başladı, ufku daha da açıldı 1890’larda.

    İlk evliliğini yaptığında 40 yaşındaydı, sekiz sene sonra boşandı; ikinci evliliğini 50 yaşında yaptı ve dört çocuk sahibi olduğu Marie Andersen’le ölene kadar birlikte yaşadı. 1899’da Türkiye’yi de ziyaret etti, İstanbul gözlemleri İstanbul’da İki İskandinav Seyyah başlığı altında Türkçeye de çevrildi. Göçebe adını verdiği üçlemesi 1906-12 yıllarında neşredildi. Açlık’la birlikte dünya çapında en fazla bilinen romanı Dünya Nimeti’ni ise 1917’de yazdı ki bu yıldan sonra çok daha fazla dikkat çekmeye başladı. Ve nihayet bu öngörülemez yükselişi, 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesiyle taçlandı.

    Açlık’tan Dünya Nimeti’ne: Kişisel Bir Okuma

    Bugünlerde elimde Hamsun’un en fazla bilinen iki iyi romanı var: Açlık (Sult, 1890) ve Dünya Nimeti (Markens Grøde, 1917). Hem üslup hem de düşünce dünyası açısından birbirine zıt, ama aynı yaşam felsefesinin iki kutbu olarak değerlendirmek lazım bu iki romanı.

    Bilhassa Açlık edebiyat tarihinde psikolojik gerçekçiliğin dönüm noktalarından biri olarak görülür. Romandaki anlatıcı (Hamsun’un bizzat kendisi), Oslo sokaklarında açlık, yoksulluk ve onur arasında trajik bir salınım döngüsünde ayakta durmaya çalışır. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki kahramanı kadar çelişkilerle dolu, Martin Eden kadar kendisini ispat etme ve yazma eyleminin bizzat kendisine dönük bireysel bir hırsla dopdoludur bu genç yazar.

    Ancak Hamsun, bu karakterin psikolojisini zaman zaman toplumsal bağlamdan neredeyse koparır, romanın satır aralarında açlık artık sadece ekonomik bir sefalet hali olmanın ötesine geçer, bizzat varoluşsal bir duruma dönüşür. “Modern şehir”in anonimliği içinde kendi benliğini yitirme öyküsüdür bu biraz da. Fiziksel bir yoksunluk hali kendini kaybetme psikolojisiyle iç içe geçer; “Midemdeki boşluk zihnimdeki boşluğa karışıyor; kelimelerle değil, açlıkla düşünüyorum.” Bu cümlelerdeki ton, okurken bana Dostoyevski’nin Tanrı’yla hesaplaşan kahramanlarını hatırlattı, ama artık Tanrı sessizdir. İnancını kaybetmemeye çalışır Açlık’ın talihsiz kahramanı, ama kabullenemez de bu “severken terk edilmişlik” hissini.

    Bu okurken acıtan satırlar, İsa Mesih’e çarmıh sahnesinde atfedilen o meşhur niyazı getiriyor zihnime: “Elî, Elî, lema şevaktani?” yani, “Tanrım, Tanrım, beni niçin terk ettin?” Lew Wallace’ın Ben-Hur’u ve Büyük Usta’nın Yeraltından Notlar’ından sonra içimde bu denli bir çaresiz yakarış duymamıştım kendi adıma.

    Martin Eden misali, Hamsun’un amatör yazar karakteri de bireysel dehanın toplumsal düzen içinde bir türlü yer bulamayışına karşı sürekli bir isyan halindedir. Fakat Hamsun’un kahramanı başarıya değil, adım adım çöküşe gider, en sonunda okyanusa açılacak bir gemide iş bularak bir belirsizliğe doğru yol alır. Martin Eden ise çöküşe giderken bir noktada kaderin zincirini kırar, ama o da sonunda bir gemi yolculuğuna çıkar. Ama Eden’ın bu sonsuz çabası kendisini tüketmiştir, varoluşsal bir boşlukla denizde intihara yönelecektir. Buna karşılık Hamsun’un kahramanı bir kaçış halindedir, kendini anlamayan topluma küser ve kendini adeta sürgüne mahkûm eder, karnını doyurmak için gemide çalışmaya gidiyor gibi görünse de deniz aslında bu kaçışın ve unutma arzusunun aracıdır; biraz melankolik ve yarı mistik bir geri dönüş ihtimali de vardır içinde. Nitekim Hamsun gerçek hayatta da geri dönecektir; Martin Eden okyanusun ortasında intihar ederken Hamsun’un kahramanı intihar etmez, geri dönecek ve o yolda hırsla ve azimle yürüyerek “açlık”ını bastırıp Nobel Edebiyat Ödülü’nü de alacaktır.

    Açlık’taki şehirli entelektüelin çöküşünden yaklaşık otuz yıl sonra, 1917’de yazılan Dünya Nimeti ise Hamsun’un ruhsal olarak “iyileşme” arayışını temsil eder. Bu kez kahraman, Isak adlı bir köylüdür; toprağı işler, doğayla uyum içinde yaşar, modern dünyanın hırslarından uzak durur. Romanı, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkım yıllarında ve yaşça da olgunluk döneminde kaleme alır Hamsun, endüstriyel uygarlığın çöküşünü görür ve doğaya dönüşü insanlığın kurtuluş yolu olarak sunar.

    Bu noktada eser, Tolstoy’un geç dönem felsefesiyle belirgin bir paralellik taşır. Hamsun’la Tolstoy arasındaki etkileşimin boyutundan tümüyle haberdar değiliz ama bu etkilenme ve “doğaya kaçış” hissiyatı açıktır. Tolstoy gibi Hamsun da sade yaşamı, emekle kutsanmış toprağı, bireysel ahlaka dayalı bir varoluşu yüceltir. Dünya Nimeti’nde doğa, bir dekor değil, canlı bir varlık gibidir; insanla arasında adeta kutsal bir denge vardır. “Toprak sabırlıdır; insanın her adımını sessizce taşır. Kim ona dönerse, o da ona döner.”

    Bu düşünce hattı, Tolstoy’un –Anna Karenina ile Savaş ve Barış gibi ilk dönem eserlerinden ziyade- Diriliş ve İvan İlyiç’in Ölümü’ndeki ahlaki sadeleşme çağrısıyla büyük ölçüde örtüşür. Açlık’taki hayal kırıklığına uğramış, topluma yabancılaşmış, anlaşılmadığını düşündüğü için adeta sürgüne gitmiş olan genç, bu sefer sürgünden geri dönmüş ve kendini doğaya adamış gibidir. Tolstoy’un hayat serüveninde de buna benzer dönüşümleri görürüz. Ancak Hamsun’un bakışı, Tolstoy’un evrensel hümanizminden ziyade milliyetçi ve anti-entelektüel bir tona sahiptir. Bu ideolojik yön, ilerleyen yıllarda Hamsun’un Nazi Almanya’sına verdiği destekle daha belirgin hale gelecektir. Gelecek midir gerçekten?

    Hitler’e Hayranlığı, Nazi Sempatizanlığı ve Cezalandırılması

    İnsan sevdiği bir kişiye, yazara, yapıya, oluşuma, gruba vs. bakarken genelde sadece güzellikleri görmek ister, olumsuz yanlarını görmezden gelmeye veya bir şekilde tevil etmeye uğraşır, olumlu gördüğü özellikleri öne çıkararak bunu gölgelemek ister bilinçaltında bazen. Hamsun romanlarını okuduktan ve hayat hikâyesine yeniden baktıktan sonra, bu yazıyı hazırlarken bakıyorum ki ben de aynı ruh haleti içindeyim.

    Evet, büyük yazar Hamsun’un Hitler’e hayranlık duyduğu ve Nazileri Avrupa’nın kurtarıcısı olarak gördüğü bir dönemi var, üstelik bu öyle birkaç yıllık bir efsunlanma halet-i ruhiyesi falan da değil, muhtemelen ölümüne kadar süren bir inat ve fikir birlikteliği. Bunu tevil etmemize gerek yok, Hamsun’u böyle kabul edeceğiz; tıpkı Samed Behrengi ve Gulâm-Hüseyin Sâedî’nin Maocu gerillacılık dönemlerini veya Dostoyevski’nin kesif bir Rus şovenisti olduğunu ve Türk/Müslüman antipatisini bilmemize rağmen, yine de kabullenip sevmemiz gibi. Belki de tarihe ve insan psikolojisine yanlış bir noktadan bakıyoruz ve perspektifimizi değiştirmemiz, beğendiğimiz yazarları/fikir insanlarını karanlık yanlarıyla da benimseyip değerlendirmemiz gerekiyor.

    Hamsun’un hayat öyküsüne sıkıştırılan ve Nazi hayranlığının bir anda ortaya çıkmadığını ima eden bir ifade var: “Birinci Dünya Savaşı başlayınca Almanların tarafında savaştı.” Görebildiğim kadarıyla kimse de bu ifadeyi sorgulamamış. Hâlbuki 1859 doğumlu Hamsun savaş sırasında 56-60 yaş civarında; daha önceki hastalıklarını ve zor yaşam koşullarını düşününce ve erken yaşlanmış olduğunu da göz önünde bulundurunca, 60’lık bir ihtiyarın savaşta cephede ne iş yapacağının sorgulanmaması tuhaf. Muhtemelen, küresel sistem üzerindeki İngiliz ve Fransız dominasyonuna karşı Cermen sempatizanlığı olarak görmek durumundayız Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bu tutumunu.

    Peki 1930’lar ve 1940’lardaki Hitler ve Nazi hayranlığını nasıl görmeliyiz? Veya 1920’de aldığı Nobel Ödülü’nü 1945’te Hitler’in propaganda şefi Goebbels’e armağan etmesini, “Hitler tüm uluslar için bir adalet müjdecisidir” ifadesini nasıl anlamalıyız? Ülkesinin Müttefikler safında savaşan askerlerine silah bırakmalarını telkin etmesini, Norveç’teki Alman işgal idaresiyle fevkalade iyi ilişkilerini, intiharından sonra Hitler için “Biz, onun yakın takipçileri, şimdi onun ölümü karşısında saygıdan başımızı eğiyoruz” ifadesini nasıl tevil etmeliyiz.

    Hayır, tevil falan etmemize gerek yok; İsmet Özel’in politik alandaki çiğlik ve saçmalıkları nasıl onun Türk şiirinin yaşayan en büyük iki isminden biri olmasını engellemiyorsa, Dostoyevski’nin konjonktürel şovenizmi onun insan ruhunu en iyi yansıtan yazar olmasına nasıl mani değilse, Hamsun’un politik görüşleri de edebi gücünü takdir etmemize engel değil.

    İbretlik Bir Son, Zarif Bir Ademe Mahkum Edilme Hikayesi

    Müttefik orduları Mayıs 1945’te Berlin’i teslim aldıktan sonra Avrupa çapındaki hesaplaşmada, Hamsun da savaş zamanı Hitler yandaşlığından dolayı gözaltına alındı ve yargılandı. Aylarca bir psikiyatri kliniğinde gözlem altında tutuldu. Toplama kampları hakkında bilgi sahibi olmadığını söyledi, Nazi yanlısı parti üyesi olduğunu reddetti, sonuçta yüklü bir para cezasına çarptırıldı. O sırada 86 yaşında ve prestijli bir yazar olmasa kuvvetle muhtemel hapisle cezalandırılacaktı.

    Ancak büyük yazar Hamsun için asıl ceza bu değildi. Norveç’in edebiyat dünyasına armağan ettiği en büyük yazardı 90’lık Knut; Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış, uluslararası üne sahip bir isimdi, ülkesine geçmişte büyük gurur yaşatmıştı. Norveçliler bu büyük adama hakaret etmedi, bağırıp çağırmadı, sosyal medyada itibarsızlaştırıp linç etmedi, intikam duygularıyla harekete de geçmedi. Son derece zarif bir protestoyla ademe mahkum ettiler kendisini.

    Hamsun’un evine bir sabah bir genç yaklaştı ve elindeki Hamsun kitabını kapının önüne bıraktı. Okurken kendisinden bir şeyler bulduğu bir Açlık mıydı, yoksa yaşama tutkusuyla dolup taştığı Dünya Nimeti miydi o talihsiz kitap bilmiyorum, ama bir büyük protesto dalgası o tek kitapla başladı. Sonra bir başkası da getirip bir kitabını bıraktı, sonra biri daha, ardından bir başkası… Oslo’nun yetiştirdiği belki de bu en büyük yazara Oslolular unutulmayacak bir ders verecekti, herkes ellerindeki Hamsun kitaplarını getirip kapısının önüne yığdı. Ne bir arbede yaşandı, ne itiş kakış… Hakaret edilmedi, kapısına tam donanımlı terörle mücadele ekipleri gönderilmedi, boy boy gözaltı fotoğraflarıyla itibarsızlaştırılmadı, TV ekranlarından linç edilmedi, utandırılmadı bu 90’lık ihtiyar, zarifçe dışlanıp belki de olabilecek en medeni şekilde cezalandırıldı.

    Hamsun’un, bütün bu Nazi sempatizanlığı hikâyesinden pişman olup olmadığına dair şüpheden ari ve somut bir kayıt yok elimizde. Ancak son yıllarda ortaya çıkan bazı tanıklıklar ve mektuplaşmalar, Hamsun’un Nazilerin soykırıma varan eylemlerinden tamamen habersiz olmadığını, 1944-45 gibi geç tarihlerde dahi Nazi propaganda unsurlarıyla haberleşme ve muhaberede bulunduğunu, kaleme aldığı Nazi yanlısı metinlerin kamuoyunu ikna amacıyla kullanıldığını ve bundan rahatsız olmadığını doğruluyor.

    Ancak bu noktada göz önünde bulundurulması gereken bir metin daha var ki ona dikkat çekmek istiyorum. Hamsun’un son eseri Paa Gjengronde Stier [Türkçeye Yitik Yollar adıyla çevrildi] 1949’da Oslo’da neşredildi ve çok sayıda yabancı dile çevrildi. Yazarın 90. yaşına denk gelen bu dönemde ve üzerindeki politik baskıya rağmen ülkesinde yayınlanabilen bu eseri, Hamsun’un savaştaki rolü, bu eylemlerin sonuçları ve vatana ihanetten yargılanması sırasındaki varoluşsal değerlendirmeleri hakkında fikir veren bir metin olarak okumak mümkün. Kimi zaman bir cezaevi hücresinde, kimi zaman bir huzurevi odasında geçen bu anlatıda Hamsun, doğayla, kitaplarla, geçmişle ve zamanla konuşur.

    Tıpkı Açlık’taki o ikonik figürün bizzat Hamsun’un kendisi olması gibi, Yitik Yollar’daki pişmanlık ve acı içindeki ses de bu büyük yazarın sesidir. Hamsun, dâhil olduğu olaylarla ilgili suçluluğunun bir kısmını kabul etmiş gibi görünür, hatta kitap Hristiyanlık öğretisi temelinde gizli pişmanlık potansiyeli dahi taşır. Ancak bu büyük yazarın vicdanlarda affedilip affedilmemesi konusu her bir okurun kendi karar vereceği bir husus şüphesiz.

    Kendi adıma, toplumsal baskı ve Osloluların sembolik kitap bırakma eylemindeki gibi tepkilerle, yapılanlara kayıtsız kalınmadığının gösterilmesini önemli buluyorum. Ancak bu evsaftaki devasa kalemlerin tamamen ademe mahkum edilip cezalandırılmasını, kendimiz için rahatlıkla başvurduğumuz unutma ve görmezden gelme konforunu, hatta “Rabbim affetsin” ifadesindeki tartışmalı kamusal boyutu Hamsun gibi isimlerden de esirgememeliyiz. Islah sadece normatif bir ceza verme eylemi değil, yanlışını gösterme ve toplumun dikkatini cezalandırmaktan uzak şekilde olayın kendisine çekerek, tekrarını önlemeye çalışma da kolektif iyilik açısından değerli.

    Günümüzde bu noktadan oldukça uzağız, ancak toplumun bir bütün halinde Tevrat’taki celâl ve intikam hisleriyle hareket eden Tanrı imgesi gibi davranmasının ötesine geçilip, Hamsun’un da son nefeste sığındığı İsa’nın daha cemâl ve merhamet sahibi Tanrı imgesinin yansımasıyla hareket etmesi, uzun vadede toplum için de kalem ehli düşünce insanları için de daha olumlu sonuçlar üretecektir kuşkusuz.

    Edebiyat Tarih
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikİnsanlığın Korkuyla Olan Kadim Oyunu
    Sonraki İçerik Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 4: Altın ve Doların Hikayesi

    Diğer İçerikler

    daktilo2

    Aslı Kotaman: Medya okuryazarlığı artık bir seçenek değil, bir toplumsal ihtiyaç

    19 Ekim 2025 Gökhan Korkmaz
    daktilo2

    Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 4: Altın ve Doların Hikayesi

    19 Ekim 2025 Alper Yağcı
    daktilo2

    İnsanlığın Korkuyla Olan Kadim Oyunu

    19 Ekim 2025 Umut Dağıstan

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Adıyaman’da Kadın Çalıştayı: Ne İçin, Kim İçin Yerel Eşitlik

    18 Ekim 2025 Yazılar Ayşe Kaşıkırık

    Yapay Zekâ İçin 3 Trilyon Dolarlık Veri Merkezleri İnşası Yarışı

    17 Ekim 2025 Çeviriler Daktilo1984

    ABD Gündemi: Ulusal Muhafızlara Tepki Büyüyor, Trump İsrail’de ve Şarm el-Şeyh Zirvesi

    16 Ekim 2025 Bültenler Emrullah Özdemir

    Dünya Gündemi: Trump’ın Şovu, İsrail ve Gazze’nin Geleceği

    14 Ekim 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Ekim 2025
    • Eylül 2025
    • Ağustos 2025
    • Temmuz 2025
    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • daktilo2
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}