[voiserPlayer]
Taksim’de 1 Mayıs Kutlamaları Kararı
Anayasa Mahkemesinin çok önemli bir kararı yayınlandı. Karar, 1 Mayıs kutlamalarına taksimde yapılan müdahalelere ilişkin bir bireysel başvuru sonucu verildi. Türkiye Cumhuriyeti’nde toplantı ve gösteri hakkı ne yazık ki kamu tarafından en çok ihlal edilen haklardan biri. Aslında bir demokrasinin olmazsa olmazı olan muhalefet etme, kolektif tepki gösterme ya da talep belirtme hakkını yok eden bir uygulama alışkanlığı söz konusu.
Bu bahsi geçen kararda da Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 12/10/2023 tarihinde, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve diğerleri (2) (B. No: 2016/14517, B. No: 2016/14518) başvurularında Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Başvurucular 2014 ve 2015 yıllarında yürüyüş için istediklerin izinlerin verilmediğini ve 1 Mayıs günlerinde de Taksim’de yürüyüş yaptıklarında müdahaleye maruz kaldıklarını belirtmiş. Bu müdahalelerde polisin tazyikli su, plastik mermi ve gaz bombası kullanıldığı da özellikle dile getirilmiş. Yani gösterilere müdahale, bireylerin sağlığını tehdit edecek derecede sert şekilde yapılmış.
Anayasa Mahkemesi konuyu değerlendirirken yalnızca müdahaledeki orantısız güce takılmamış ki ben bunun ilerisine gitmiş olmasını bir hukukçu olarak çok anlamlı buluyorum. Mahkeme kararında, Taksim’in bu bayram bakımından özel bir önemi olduğu ve sembolik önem taşıdığını dile getirmiş. Aslında çok basit ve çok mantıklı bir yaklaşım. Dünyanın her yerinde özel günlerde özel anlamları olan meydanlar, mekanlar vardır ve bu mekanlarda kutlama yapılmasının doğrudan kamu güvenliğine bir tehdit oluşturduğu iddiası yersiz.
Nitekim AKP, iktidarının ilk yıllarında bu sorunu çözen parti olarak ortaya çıkmıştı, sonra neden bundan cayıldı, ne yaşandı bilmiyoruz hâlâ. Toplumların sembolik değerleri olan ortak mekanları, hafızanın bir parçasıdır. 1 Mayıs’ı kutlayan emekçilerin ortak hafızası ve dayanışma sembolü olan Taksim’in elle tutulur hiçbir gerekçe gösterilmeden 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının hukuki hiçbir gerekçesi yoktu. Anayasa Mahkemesi de bunun altını çizmiş oldu. Mekanın sınırlanma çabası, toplantı ve gösteri özgürlüğüne ek olarak bu yürüyüşler ile aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlanmasına neden oluyor. Bu nedenle de aslında yasağın ve bu engellerin boyutunu sarsıcı olarak niteleyebiliriz.
Tabii bireysel başvurunun etkisi yalnızca başvuranlar için gibi gözükse de normal şartlarda, anayasal bir devlette bundan sonra valilerin “demek ki bunu reddetmek ihlal oluşturuyor, biz bu konuda yasak koymayalım” demesi gerekiyor. Bu olacak mı? 5 ay sonra hep birlikte göreceğiz.
Kararda elbette, kullanılan gücün orantısızlığı, gösteri henüz başlamadan yapılan saldırı boyutuna varan müdahalelerin hukuksuzluğu da anlatılmış. Ancak bir hukukçu olarak zaten bunlar izahtan vareste konular olması gerekir diye düşünüyorum. Türkiye’de hatırı sayılır bir süredir yaşayan herkes, bu gerçekleri ve bunların hukuksuz olduğunu biliyor. Kararın bu nedenle Taksim’in sembol olmasına ilişkin kısmını daha önemli ve etkileyici buldum.
Anayasa Mahkemesi bu bir bireysel başvuru olduğu için doğrudan normatif bir etki yaratamayacağı (yani iptal edeceği bir hüküm vs. olmadığı için) idareye önerilerde bulunmaya karar vermiş. Buna göre; “Düzenlenecek toplantı ve gösterinin kamu düzenini bozacak nitelikte somut bir tehlike veya açık ve yakın bir tehdit oluşturup oluşturmadığını irdelemelidir. Kamu otoriteleri hakkın sınırlanmasına ihtiyaç duyduğunda bunu gerektirdiği oranda yapmalı, durumun gerektirdiğinden ağır olan veya somut olayın şartlarında gerekmeyen tedbirlere başvurmamalıdır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımına yönelik olarak idarenin pozitif yükümlülükleri bulunduğu da gözetilmelidir. Bu doğrultuda ortaya konan tehlike ve tehditlerin daha az katı tedbirlerle engellenip engellenmeyeceğini, dolayısıyla somut olayın şartlarında tedbirin zorunlu olup olmadığını değerlendirmelidir.”
Sulh Ceza Hakimlikleri ve KVKK
Anayasa Mahkemesinin diğer bir önemli kararı da hukukçuların kanayan yarası sulh ceza hakimlikleri hakkında oldu. Her ne kadar karar, bir KVKK (Kişisel Verilerin Korunması Kanunu) cezasına ilişkin itiraz sürecinde sulh ceza hâkimliğinin verdiği karara ilişkin olsa da, bu hâkimliklerin tüm kararları açısından düşünülebilir. Zira bu kararda, Anayasa Mahkemesi’nin sulh ceza hakimliklerinin inceleme usulüne ilişkin genel bir hukuksuzluğu dile getirdiğini söylemek mümkün. Çünkü mahkemenin, sulh ceza hakimliğinin başvurucu vatandaşın cezaya ilişkin somut itirazlarından hiçbirini dikkate alarak incelemediğini ve bu nedenle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini söylediğini görüyoruz.
Bir mahkemenin başvurunuzu etkin şekilde incelememesi adil yargılanma hakkınızın ihlal edildiği anlamına gelir. Bu da aslında hepimiz için kötüdür. Zira hukuk güvenliği ortada kalmaz ve mahkemelerde taleplerimizi, itirazlarımızı dile getiremeyiz. Bu durumda da “mahkemelere gerek var mı” sorusu gündeme gelir.
Varlıkları kurulduğu günden beri tartışma konusu olan sulh ceza hakimlikleri, hukuk devletine pek yakışmayan bir yargılama usulüne sahipler. Bu kararla da AYM bunun altını çizmiş oldu. Etkisi olur mu? Bir şey değişir mi? Sanmıyorum.
Bu arada sorun sadece sulh ceza hakimliklerinde değil. Bu konu bakımından başka sorunların da tartışılması gerekiyor. Kişisel veri son yıllarda popüler konular arasında yer alıyor ama Türkiye’de sadece bir şekli sorumluluk gibi görülüyor. Oysa kişisel veriler, ciddi sebep ve sonuçları olan bir konu. Ancak, internette onay verdiğiniz bir kutucuk ya da bir kredi kartı bilginizin korunması seviyesinde anlaşılıyor.
Kişisel Verileri Koruma Kurumu da bu konunun yerleşmesinde ve sorunlara çözüm üretmekte henüz pek başarılı değil. Kurum cezaları özelinde de konuya bakarsak bu kurumun, aslında failin kusur ve fiilin haksızlık boyutuna değil, ihlal eden tarafın maddi durumuna bakarak cezaya hükmettiğini görüyoruz. Ama aslında fail kusuru, haksızlık boyutu ve failin maddi durumu bir arada ele alınmalı.
Kişisel Verileri Koruma Kurumunun bu uygunsuz uygulamasını denetleyecek sulh ceza sistemi maddi denetim bakımından yetersiz olunca hukuki denetim de ortadan kalkacak boyutta azalıyor. Tüm bunları dikkate alarak aslında bir ceza hukuku reformuna ihtiyacımız olduğu açık. Madem yargı paketlerini konuşuyoruz, bunları neden akademisyenlerin tavsiyeleri ve uygulayıcıların sorunları ışığında tartışmıyoruz?
Ancak bir şey değişmese bile yine de bireysel başvurunun bize kattığı en güzel yanlardan biri bu durum. İhlallerin, hukuksuzlukların ve hak kayıplarının uygulamada ve/veya kanun yüzünden nereden kaynaklandığını görmemizi sağlayan bir sistem sağlaması. Ancak ne yazık ki son zamanlarda pek çok kararda gördüğümüz üzere sağlaması gereken değeri ve hak korumasını sağlamaktan uzaklaşan bir sistem haline siyaseten getirildi. Bunun vatandaşlar açısından çok üzücü olduğunu düşünüyorum.
Anayasa Mahkemesinden bahsederken Can Atalay gelişmelerine yer vermeden geçmek de olmaz. Bu defa Genel Kurul başvuruyu görüşecek. Hukuki gerçekler ışığında karar belli ama uygulanmaması…