Yazar: Elçin Yeni
90’lı yıllarda büyük olasılıkla milenyum yılları bu şekilde tahmin edilmiyordu. Uçan arabalar, konuşan makineler, sokaklarda robotlar… Doğrusu konuşan makineler gerçekleşti. Mutfaklarımıza, el bileklerimize kadar geldi.
2010’lu yıllarda da ise 2020’li yılları böyle tahmin etmemiştik. 2020’nin ilk çeyreğinde Covid-19 salgınını duyduğumuzda nereden bilebilirdik mutfağa giren salatalıkların bile sirke ile yıkanabileceğini? Maskenin bile karaborsaya düşebileceğini… Hatta üç haftalık tatil edilen okullara o dönem dönemeyeceğimizi… Bilemedik, bizden öncekiler de bilemedi. İstanbul’da futbolculuk hayali varken gerçekleşmediği için siyasete atılan bir adamın 22 yıl boyunca iktidar sürebileceğini…
Hikayeyi geri sarıyorum, 1999 yılında İzmir’de Balkan göçmeni bir ailenin kızı olarak doğdum. Balkan göçmeni olarak belirtiyorum çünkü yaşadığımız göç krizine sebep olan Suriyeli, Afgan ve Pakistanlılardan farklıyız. Osmanlı zamanında akıncı olarak Balkanlara gönderildik, mübadele ile yurdumuza döndük. Ben 4.-5. kuşak olarak sayılıyorum bunu da eklemek isterim. Ben Balkanlardan dönmedim kısacası.
Çocukluğumun, genç kızlığımın uzunca bir süresi Tekirdağ’da geçti. Tekirdağ, İzmir ve Selanik birbirine çok benzer yapıda şehirler. Demografik yapıları, şehirleşme, kültür bakımından oldukça yakınlar birbirilerine. 90’ların sonunda doğduysanız, lisenin ortasında darbe girişimi, üniversitesinin ortasında pandemi, 20’li yaşlarınızın ortasında dolar 32 lira, avro 34 lirayı görüyorsa elbette araştırmalar sonucu kuşaklar arası en depresif ve en umutsuz olan Z kuşağına ait oluyorsunuz.
Hani teknolojiden anlayan internet çocukları… İlk bilgisayarım yedi yaşında, ilk telefonum 6 yaşında alındı ama aynı zamanda sokakta dilediğimiz kadar oynayan, 5 kuruşa sakız alabilen, mavi önlüklerle dantel yakalarla okula gidenlerdendik.
Aslında internet çocukları değiliz. Yeni dünya ile geçen dünyanın arasında bir yerde kaldık. Hep orta saha oyuncusuyuz sözün özü. Z kuşağının başına gelmeyen kalmadı, ondan önceki kuşaklar gibi. 100 yıllık bir devletin çocuklarıyız hepimiz. Doğu ve Batı’nın ilk savaşı bu topraklarda, bir çağ kapatıp yeni çağ başlatan kuşatma bu topraklarda. Tek partinin iktidarlığında büyümüş Z kuşağı da bu topraklarda.
Liselerde seçmeli Kuran-ı Kerim eklendi, üniversite sınavına hazırlanırken darbe girişimi, bir dönem çözüm süreci denildi, şehirlerin ortasında bombalar patladı, televizyonlarda her gün şehit haberleri dinledik. 2011 yılında başlayan Suriye Savaşı ile göçler başladı. Üniversiteye başladık, kim ne değildir bilinmez oldu. Hocalar öğrencilerden, öğrenciler hocalardan korkar oldu. 2020 yılında “hadi canım o kadar da olmaz” dedik Covid-19 pandemisi ile tanıştık. 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri bizi genç olmaktan, insan olmaktan utandırdı. Kedi Eros’u öldürdü tekmeleyerek sahibi, sadece yurtdışı yasağı ile mahkeme serbest bıraktı.
Bize nasıl bir ülke bırakıldı? Okullar bitti, çalışma hayatı dedik, sıra bize gelmedi. Diplomamız elimizde kaldı. Haberlerde her gün kadın cinayetleri, sokaklarda cinnet geçirenler, meslek yaşantılarında mobbinge maruz kalanlar, yurt dışında garsonluğu göze alıp giden mühendisler. İşe girmek için torpil diyen de var, kibarlaştırıp referans diyen de. Hatta “sana iş bulmak için dua edelim” diyen vekil de.
81 ile üniversite projesi kapsamında yüksekokullar üniversite oldu. Türkiye’nin sayılı üniversiteleri eylemlerden geçilmez oldu. Tanıdık geliyor olmalı hepsi değil mi? Z kuşağının tanıdığı siyasetçiler ülkeyi bu şekilde bıraktı. Sizin gençliğinizde öyle değildi, biliyorum. Yoksulluk vardı, internet yoktu, nereden alacaktınız en iyi kıyafetleri? Yine de bereket vardı evlerinizde. Çuvalla geliyordu patatesler, işliyordunuz tarlayı. Mersinli Hasan Amca’nın elinde kalmış portakallar bu yıl. Yoksulluktan tarikat yurtlarında kalanlar ya öldürüldü ya tecavüze uğradı. Hızlı unutuyoruz değil mi? Televizyonda akşam haberlerini izliyorsun parti liderleri birbirine bağırıyor, dönüp Meclis’e bakıyorsun koltuklar havada uçuşuyor.
Akşam haberlerinden sonra dizi izleyelim ailece diyorsun, yanına bir çay, bisküvi koysan iki yüz elli lirayı geçiyor. İzlediğiniz dizilerde de ya kadınlar öldürülüyor ya da kadınlara “kötü kadın” damgası vuruluyor. Kahvehanelerde ne çok ülkeyi yıkıp yeniden ülke kuruyor erkekler, öyle değil mi? Siyaset bizim ülkemizde böyle bir alana hakim. Aldığımız pideden, okula yeni başlayan çocuğun çorabına kadar. Eril sistem içerisinde nefes almaya, yaşamaya çalışıyoruz.
Bu noktada bazı fikirlerimi daha farklı söylemlerle dile getirmek istiyorum. Ülkemizin siyasi, kültürel, coğrafi, toplumsal, ekonomik, sosyolojik birçok problemi tek başına çözümlenecek nitelikte değildir. Her problem niteliğinin kendi bağlamı içinde çözüm kümesi oluşturulması, sorun belirleme ve çözme aşamalarının toplumsal dinamiklerle yeniden şekillendirilmesi gerekiyor.
Siyasi yapımızın temel dinamikleri gereği iç ve dış politikada önemli bir konumdayız. Balkanlardan Orta Doğu’ya açılan bir Anadolu coğrafyasının kaderi, diğer medeniyetler gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin de kaderidir. Bu söylemin maddi ve manevi değerleri taşıdığını belirtmek isterim. Siyasi erk sistemi içerisinde hukukun üstünlüğünden, ifade özgürlüğüne birçok alanın yeniden masaya yatırılması gerekmektedir. Tek parti ile büyümüş bir neslin maruz kaldığı nefret, ayrımcı ve cinsiyetçi söylemlerden ziyade daha evrensel, bütünleştirici ve yapıcı bir dilin benimsenmesi gerekliliğinin farkındayız.
Yaşadığımız bu dönemde her sorunun bir siyasetçi tarafından çözülebileceği düşüncesi ve siyasetçilerin hiyerarşik olarak üstte yer aldığı algısı sistemin çarklarını da bozmaktadır. Siyasetçi yaşadığı toplumdan seçilmiş kişidir. Üst bir kişi değildir. Bu ayrım noktaları, gerek kamu işleyişinde gerekse özel sektörün işleyişinde iş niteliklerinin daha üstün ve verimli yapılmasına yol açacaktır.
Klişe bir sözün aslında Türkiye siyaseti için de ne kadar doğru olduğunu her geçen gün görüyoruz: “24 saat siyaset arenası için çok kısa bir zaman dilimidir.” Gündemin gündemi değiştirdiği, genel seçimlerden yerel seçimlere giden bir ülkenin yaşadığı ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasi birçok sorun seçimlerle çözümlenecek bir noktada değildir.
Siyaseti, siyasi söylemleri ve siyasetçiyi okuyabilmenin bu hususta önemli olduğunu belirtmek gerekir. Z kuşağının tanık olduğu birçok talihsiz olayın failleri için dönemin siyasetçileri ve bürokratları demek yanlış olmayacaktır. Dönemin siyasetçilerini seçen seçmenler ise bu olayların yazarlığını üstleniyor. Türkiye siyaseti içerisinde; kadın olmak da, erkek olmak da, çocuk olmak da, genç olmak da ve dahi hayvan olmak da çok zor. En zoru da, canlı olabilmek ve hayatta kalabilmek bu siyaset arenasında.